12 Eylül 2010’da; sekiz yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin dayatmasıyla referanduma götürülen 26 maddelik anayasa değişikliğinin resmi sonuçlarını Yüksek Seçim Kurulu açıkladı.
Resmi Gazete’de yayımlanan sonuçlara göre, yurt içi ve yurt dışı seçmen kütüğü’ne kayıtlı 52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmenden 38 milyon 369 bin 99’u oy kullandı.
Halkoylamasına katılım oranı yüzde 73.71 oldu. 37 milyon 644 bin 37 oy geçerli olurken, 725 bin 62 oy geçersiz sayıldı.
Geçerli oylardan 21 milyon 787 bin 244’ü “Evet”, 15 milyon 856 bin 793 oy da “Hayır” çıktı. “Evet” oylarının geçerli oylara oranı % 57.88, “Hayır” oylarının geçerli oylara oranı ise % 42.12 olarak belirlendi.
Her seçim sonucu bir sonrakinin başladığını gösterir. Aynı bağlamda değerlendirdiğimiz zaman, her seçimde oluşan halkın tercihi bir sonrakinin de göstergesi olabilir.
Yapılan istatistiklerde görülmüştür ki: AKP en fazla oyu 25–34 yaş grubundan, en az oyu da 45–54 ve 55 üstü yaş grubundan alıyor. AKP seçmeninin yaş ortalaması 37.
CHP en yüksek oyu 35–44 yaş arası seçmenden alırken, en az oyu da 45–54 yaş grubundan alıyor. CHP seçmeninin yaş ortalaması 39.
MHP, 25–34 yaş grubu arasında cazibe merkezi. En az oyu ise 55 yaş üstünden alıyor. MHP seçmeninin yaş ortalaması 36.
18–24 yaş arası gençler en çok AKP’ye oy veriyor. Ev hanımlarının % 50’si AKP’yi tercih ediyor.
AKP bunların ardından en çok oyu, çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, özel sektör işçileri ve işsizlerden alıyor!
AKP, varoş ve gecekondu mahallelerinden % 50, köylerden de % 40,6 ile en fazla oyu alan parti. AKP’ye en az oy site ve toplu konut alanlarından geliyor.
CHP’nin oy yoğunluğu memur, küçük ve orta ölçekli esnaf ile öğrenci ve kamu işçilerinde odaklanıyor. Partinin oyları şehir merkezlerinde tavan yaparken, gecekondu ve köylerde düşüyor.
MHP, çoğunlukla kamu ve özel sektör işçisinden oy alıyor.
Elimizdeki tüm verileri göz önüne alarak, 12 Eylül 2010 da yapılan 26 maddelik anayasa oylamasının (referandumun) sonuçlarını doğru analiz etmek gerekir.
Ayrıca elde edilen sonuçları ve seçmen tercihlerinin sebepleri doğru okunmalıdır. Çünkü bu sonuçlar ve analizler bir sonraki seçime ışık tutacak doneleri oluşturmalıdır.
Anayasalar toplumların ihtiyaçlarından doğarlar.
Bugün herkes 1982 faşist darbe Anayasası’nın Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamadığı ve Türkiye’ye yakışmadığı konusunda ortak bir görüşe sahiptir.
Bu konuda toplumsal bir mutabakat vardır.
O halde, neden bu 26 maddelik anayasa değişikliği tüm dayatma ve zorlamalara hatta baskı ve tehditlere rağmen oy veren yurttaşların % 42’si nezdinde onay bulmamıştır?
Neden bir anayasa değişikliği siyasi partiler arasında ölümüne bir yarışa dönüşmüştür? Hatta nasıl olmuştur da bu yarış toplumda rejim korkusu yaratacak kadar derin ayrışmalara sebep olmuştur?
12 Eylül 2010 referandumunun yapılış amacını, sürecini, koşullarını samimiyetle incelersek, % 58 “Evet” ile yüzde % 42 “Hayır” oyunun ülkenin demokrasisi ve uygarlık düzeyine katkı mı yaptığı, yoksa kopma mı oluşturduğunu daha iyi anlarız.
İktidar partisi AKP tarafından uzlaşmadan uzak “inat ve dayatmayla” TBMM’den sadece kendi oylarıyla geçirilen ve AKP’nin atadığı Cumhurbaşkanı’nca da jet hızıyla imzalanıp halkoyuna sunulan anayasa değişikliği; amacından sapmış, siyasi partiler arasında ölümüne ve etik olmayan yöntemlerle bir siyasi yarışa dönüşmüştür.
Referandumda Yarış Adil Olmadı…
Yarışma, genellikle bir ödül kazanmak amacıyla; bilgi, yetenek, güzellik vb gibi nedenlerle kendi üstünlüğünü göstermek ve birbirini yenmeye çalışma eylemidir.
Her türlü yarışmanın koşulları ve kuralları vardır:
En önemli koşul da, yarışacak taraflar arasında adaletin ve eşitliğin sağlanmasıdır.
Bu halk oylamasına gidilirken bu kurala uyulmuş mudur?
Ne yazık ki bu kurala uyulmamıştır. Hatta sonucu etkileyecek şekilde “hile- hurda” ve etik olmayan tüm yöntemler kullanılmıştır.
Her şeyden önce oy verme gününün “12 Eylül”e denk gelmesi, özellikle sol kesimde ve MHP’de kafa karışıklığına sebep olmuştur.
Sayın Tayip Erdoğan’ın bilinçli bir şekilde konuyu istismar etmesi ve “12 Eylül faşist darbesiyle hesaplaşıyoruz” gibi bir havaya sokmasıyla birkaç puan artıya geçmişlerdir.
Referandum çalışmalarında Başbakan Erdoğan, bakanları ve milletvekilleri ile yerel yönetici ve teşkilatları ölümüne çalışıp müthiş bir performans gösterdiler.
Sayın Kılıçdaroğlu’da, inanılmaz başarılı bir performans sergiledi… Ancak aynı şeyi milletvekilleri ve örgütler için söylemek gerçekçi olmaz.
Üstelik aynı cephede yer alan MHP’de de durum ve görüntü tam bir fiyaskoydu. MHP’nin parti üst yönetimi, özellikle muhafazakâr ve dindar tabanına solda görüntü veren (türban karşıtı) CHP ile aynı saflarda olmayı kabul ettiremedi.
Referandum sürecinde:
Sekiz yıldır tek başına iktidarda olan AKP, tüm devlet olanaklarını, yerel yönetimlerin maddi manevi gücünü, kendileri sayesinde palazlanan özel sektörün tüm desteğini seferber etmiştir.
Ayrıca iktidar gücü ve hükümet olanaklarının yanında bürokrasi ve devlet görevlilerinin gücü de hukuksuz bir şekilde kullanılmıştır.
Devletin valileri, kaymakamları ve tüm devlet aygıtları da işin içine sokulmuştur. Valiler AKP’nin il başkanları gibi görev üstlenmişlerdir.
AB ve ABD, sözde daha katılımcı ve özgürlükçü bir anayasa yapılıyormuş gibi göstererek; sözlerinden çıkmayan, taleplerini emir telakki eden AKP’ye ve Tayip Erdoğan’a desteklerini sürdürmüşlerdir.
Son yılların en etkin ve belirleyici siyasi gücü olan Fethullah Gülen, “Mümkün olsa; mezardaki ölüleri bile götürsek de evet oyu verdirsek.” diyerek okyanus ötesinden verdiği buyrukla tüm yurtta desteğini şaha kaldırmıştır.
Başbakan, çok örseleyici ve tehditkâr bir dil kullanarak, özellikle iş sahiplerini, sanayicileri “Bitaraf olan, bertaraf olur” söylemi ve otoriter tavrıyla “aba altından sopa göstererek” AKP’ye destek istemiştir.
AKP her seçim zamanı oya tahvil etmek için uyguladığı yardımları; (Kış ortasında elektriksiz köylere buzdolabı dağıtması gibi) bu sefer de 40 dereceyi geçen Ağustos sıcağında kömür dağıtarak komediye dönüştürmüştür.
Artık tartışmasız bir şekilde AKP iktidarında “sosyal devlet” olgusu yok edilmiş ve yerine sadaka kültürü ikame dilmiştir.
Yine bu referandum döneminde yerel yönetimlerin gücü acımasız bir şekilde kullanılarak yurttaşlara “Oy ver yolunu yapayım, elektriğini, suyunu bağlayayım,” gibi dayatmalar yapılmış. Yetmemiş, “Evet oyu vermezsen yeşil kartın iptal olur” gibi insanlık dışı tehditler kullanılarak insanlar tercihe zorlanmışlardır.
Başbakan ve AKP’liler ile onları destekleyen yandaş medyanın kalemşorları; “Hayır” diyeceklerin “akıl sağlıkları, demokratlıkları, vicdanları hatta vatanperverliklerini” büyük bir cüretkârlıkla sorgulamışlardır.
Referandumun Ramazan ayına gelmesi de AKP’ için bulunmaz bir fırsat yaratmıştır. Her mahallede, her semtte binlerce kişilik iftar sofraları kurulmuş ve ”Evet” demesi için seçmene propaganda yapılmıştır.
İş öyle bir abartıya sokulmuştur ki, AKP’li belediyeler, 40.000’lere varan sayılarda insana, stadyumlarda veya kilometrelerce uzunluğundaki masalarda, üzerlerinde kocaman “EVET” yazan paketlerde iftarlık sunarak konuyu istismar etmişlerdir.
Referandumda % 58 “Evet” oyunun çıkmasına yukarda tespit ettiğimiz konular kadar farklı argümanlarda etki etmiştir:
Örneğin BDP’nin boykotu AKP’ye yaramıştır.
Referandum sürecindeki çalışmalarda konu anayasa değişikliği olmaktan çıkıp iktidar partisine yönelik bir güven oylaması haline gelmiştir. BDP’nin referandumu boykotu ise matematiksel olarak AKP lehine gelişmiştir.
En önemlisi ise;
Bu referandum sürecinde AKP, daha demokratik bir anayasa istiyor ve özgürlüklerden yana bir tavır koyuyormuşçasına değişimden yana görüntü sunmuştur.
Muhalefet ise demokrasi ve özgürlük karşıtıymış gibi gösterilmesinin yanı sıra, faşist 12 Eylül Anayasası’nın değişmesini istemiyormuş gibi bir algı oluşmasını da engelleyememiştir.
Vatandaşa “Anayasa mutlaka değişmeli… Tümden değişmeli… Bunu halk yapmalı, böyle perakende değişim olmaz” olgusu iyi anlatılamamıştır.
Referandum sürecinde, insan psikolojisindeki “Evet ve Hayır” kelimelerinin algısı da etkili olmuştur.
“Evet” olumlu ve pozitif etki bırakan bir kelimeyken, “Hayır” ise insanda olumsuz ve negatif bir anlamı çağrıştırmaktadır.
Bu psikolojik olumsuzluğun yanı-sıra, referandumda kullanılan oy pusulasındaki “evetlerin” beyaz, “hayırların” ise kahverengi oluşunu da bu bağlamda düşünebiliriz:
Çünkü insandaki algılama ve kabul etme öncelikle olumludan yanadır. “Beyaz” temizliğin ve saflığın rengi olduğu için tercih edilendir.
Oysa kahverengi, itici olduğu kadar pisliğin rengi olduğu için de ilk bakışta tercih edilmez.
Referandumda 12 Eylül faşist Anayasası’nın oylanacak olması ve darbelere son veren bir değişiklik olduğu iddiası iktidar partisinin en iyi kullandığı koz olmuştur.
Bütün bu baskı, tehdit ve dayatmaya karşın halkın % 42’sinin “Hayır” demiş olması başarı sayılmasa da yenilgi olarak da düşünülmemelidir.
Referandumda sonuç farklı çıkabilir miydi?
Birçok koşula bağlı olarak çıkabilirdi diyebiliriz.
Anayasalar toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilmesi için hazırlanır veya yenilenir. Bizde ise anayasalar askeri darbelerden sonra hazırlanmıştır.
Birçoklarına göre, anayasalarımız askerler tarafından yapıldığı için antidemokratik sanılır.
Anayasaların “Askeri Anayasa” veya “Sivil Anayasa” diye ayrılması yanlış bir tanımlamadır.
Önemli olan; anayasaların kimin tarafından yapıldığı veya hazırlandığı değildir. Nasıl ve kimlerin katılımıyla hazırlandığı ve öznesinde insan mı, yoksa devletin mi kutsandığıyla ilgilidir.
Kısaca, içeriğinin demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, pozitif ayrımcılığa (sakatlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar) uygun ve çağdaş olup olmadığıdır.
Çünkü
Bir ülkede sivil diye kabul ettiğimiz kimseler, kafa yapısı itibarıyla asker olanlardan daha militarist, daha faşizan, daha gerici, daha antidemokratik olabildikleri gibi diktatörlük özlemi içinde de olabilirler.
Bu bağnaz anlayıştaki insanların yapacağı anayasa demokratik ve sivil bir anayasa olabilir mi?
Tabiî ki olamaz… Bu gün ülkemizde yaşanan absürtlük ve komedi bundandır.
En basit haliyle bir anayasada olması gerekenler:
Eğer AKP gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşır ve halkın yararına demokratik bir anayasa istiyorduysa, en azından şu konulara öncelik vermeliydi:
1-Yargıyı gerçekten bağımsız kılan, hukukun üstünlüğünden vazgeçmeden bu ülkede herkesin hesap verebilir olması sağlanmalıydı.
2-Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri ile demokratik hukuk devleti ilkelerine aykırı olması düşünülemez maddeleri “arkadan-yandan” dolanılarak istismar edilmeyeceği güvence edilmeliydi.
3-Hiçbir bahane ve mazeret üretilmeden dokunulmazlıklar kaldırılmalı. Meclis’te bekleyen yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, sahtekârlık, taciz ve tecavüz suçlarını işleyenlerin adalete acilen hesap verebilir olması sağlanmalıydı.
4-Anayasaların birer toplumsal uzlaşı metni olduğunun bilinciyle tüm kesimlerin ve anayasal kurumların görüş, düşünce ve talepleri karşılanmalıydı.
5- Demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti anlayışının gerekleri yerine getirilmeli, yargı bağımsızlığı ve adalet gerçek anlamda sağlanmalıydı.
6-Siyasi partilerin kapatılması zorlaştırılırken “Laik, Demokratik, Sosyal bir Hukuk Devleti” anlayışını yıkma mücadelesi veren ve eylemleri kanıtlanan siyasi partilere de; yasayla parti dokunulmazlığı sağlanmamalıydı.
7-Çalışanların iş güvenliği her koşulda sağlanmalı. Memurların, toplu sözleşmeli grev hakları anayasal teminata bağlanmalıydı.
8- Liderler sultasına son verebilmek için, hiçbir mazeret üretmeden “Siyasi Partiler Yasası” yeniden düzenlenip; hâkim teminatında geniş katılımlı önseçim şartı konmalıydı.
9- Seçim Yasası yeniden düzenlenip, Avrupa Birliği normlarında da belirtildiği gibi temsilde adaleti sağlamak için ülke barajı en fazla %5 olarak belirlenmeliydi.
10-Cinsiyet ayrımcılığına son vermek için; “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” ile kadın hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu tüm uluslararası sözleşmelerin, toplumsal yaşama ve hukuk sistemine yansıtılmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıydı. Aynı şekilde, yaşlılar, çocuklar, özürlüler ve hayvanları korumak amaçlı anlaşmalar da anayasada teminat altına alınmalıydı
11- 12 Eylül darbe ürünü olan YÖK kaldırılmalı ve Üniversiteler özerk olmalıydı.
12- Siyasi Etik ve Ahlak Yasası çıkartılarak, milletvekillerinin yapamayacakları işler yeniden belirlenmeli. “TBMM Etik Kurulu” oluşturularak, milletvekillerinin kamu kesimi ile çıkar çatışmasına girmeleri önlenmeliydi.
13-Tüm milletvekilleri, aile yakınları ve üst düzey tüm bürokratlar, yerel yöneticiler ve yakınları mal bildirimlerini her yıl kamuoyuna açıklamalı. Gerçeklerle örtüşmeyen; mantık-izan ve belge ile kanıtlanamayan artışlar için ağır cezai şartlar düzenlenmeliydi.
14- Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri ile bunların aile efradının kabul edebilecekleri maddi veya hizmet türünden hediyelerin toplam değeri yıllık en çok 10.000 TL’yi geçmemeli. Bu rakamı geçenler, özellikle kız çocuklarını okutan kurumlara devredilmelidir.
15- Ülkenin, Doğu ve Güneydoğu’sunda yaşanan feodal yapı ortadan kaldırılmalı, bölgede toprak reformu başta olmak üzere, tarım ve hayvancılık devlet desteği ile modernize edilerek yaşama geçirilmelidir. Her yaştaki bireye eğitim ve iş olanakları yaratacak yatırımlar acilen yapılmalı, kulluktan bireyliğe geçiş sağlanmalıydı.
16- Çocuk tacizci ve istismarcılarına ağırlaştırılmış müebbet verilmeli. Kadınlara her tür şiddet önlenmeli. 18 yaşın altında kız çocuklarının alınıp satılmasını ve imam nikâhı adı altında evlendirilip taciz ve tecavüze uğramalarını önlemek için ağır yaptırımlar mutlaka anayasal teminata bağlanmalıydı.
17- Gerçek belge ve delillere dayanmayan, mahkeme kararı olmadan; uydurma gerekçelerle özel yaşamın istismar edilip dinlenmesi ve ortaya dökülmesi engellenmeliydi.
18- Siyasi partilere yapılan bağışların kontrol ve denetimi sağlanmalı. İktidar partisinin seçim döneminde kamu kuruluşlarını ve yerel yönetimleri kullanarak yardım adı altında oy avcılığı yaparak yurttaşları istismar etmesine izin verilmemeli. Sosyal Devlet anlayışının sadaka kültürü olarak uygulanmasına yasal engel getirilmeliydi.
19- İster asker, ister polis, isterse sivil iktidar olsun; demokrasiyi ortadan kaldıracak, laik düzeni yıkacak, hukuk devletini katledecek tüm anlayış ve yapıların darbeci olduğu kabul edilip en ağır cezaya muhatap olmalıydılar.
20- Kuvvetler ayrılığı ilkesi her koşulda korunup meclis çoğunluğunu elinde tutan iktidarların; baskı ve dayatmayla, yasama ve yargıyı tahakküm altına alıp tek parti diktatoryasına gitmesi engellenmeliydi.
Aslında insan onuruna yaraşır yaşamak ve gerçek bir demokratik düzeni kurmak için çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.
Bu maddelere yapılacak ilavelerle insan odaklı bir anayasa değişikliğini AKP hazırlamak isteseydi, 8 yılda yapar; CHP ve hatta MHP’nin desteği ile TBMM’nin büyük çoğunluğu ile meclis’ten geçirebilirdi.
AKP, bunu yapmadığı gibi aldatıcı maddelerle süsleyerek 26 maddelik bir anayasa paketini halka dayatmıştır.
Buradaki maksat:
Tayip Erdoğan’ın, adım adım amacına yürüyüp “yargıyı, üniversiteleri, medyayı, yasama ve yürütmeyi, iş dünyasını, yandaş emek örgütleri ve Çankaya’yla” ülkeyi denetim altına alıp ele geçirme ve “tek adam” olma arzusudur.
Muhalefet partileri; CHP ve özellikle halk oylamasında çok fire veren MHP, halka bunları gerektiği gibi anlatamamıştır.
AKP’nin çakma anayasasına muhalefet edenler; halkın yararına bir anayasa değişikliği olacaksa yukarıda yazmaya çalıştığımız 20 maddenin her koşulda olması gerektiğini, ancak o zaman “Evet” denebileceğini geniş kitlelere kabul ettirmekte başarısız kalmıştır.
Çağdaş ve insan odaklı bir anayasa isteyen herkes, AKP’nin gerçek amacının “yargıyı ele geçirmek ve “vurgun varsıllarına” ömür boyu dokunulmazlık sağlamak” olduğunu anlayabilse veya muhalefet halka bunları doğru anlatabilseydi, bu oylama farklı sonuçta verebilirdi.
CHP’nin Bursa performansı ve “Evet” oylarının önde çıkma sebepleri?
Resmi sonuçlara göre Türkiye’nin nüfus olarak dördüncü ekonomisiyle ikinci büyük ili olan Bursa’da;
“Evet” oyları %56.36 çıkarken, “Hayır” oylarının oranı % 43.64’tür.
Ülke genelinde birçok kenti geride bırakan Bursa’da “% 82’lik” katılım sağlamıştır. Türkiye ortalamasına göre Bursa’da “Hayır” oylarında bir miktar yükseliş görülmüştür.
BURSA İL VE İLÇE SEÇİM SONUÇLARI
İLÇE SEÇMEN
SAYISI SANDIK
SAYISI KUL. OY GEÇERLİ
OY EVET HAYIR GEÇERSİZ
OY EVET HAYIR KATILIM
OSMANGAZİ 553.486 1.396 448.808 440.842 247.237 193.605 7.966 56,1% 43,9% 81,1%
YILDIRIM 423.068 1.046 338.407 331.798 209.238 122.560 6.609 63,1% 36,9% 80,0%
NİLÜFER 213.109 545 172.749 170.425 71.435 98.990 2.324 41,9% 58,1% 81,1%
GEMLİK 71.963 194 57.895 56.864 28.515 28.349 1.031 50,1% 49,9% 80,5%
İNEGÖL 148.833 427 126.505 123.865 90.626 33.239 2.640 73,2% 26,8% 85,0%
İZNİK 33.375 111 29.565 29.000 15.068 13.932 565 52,0% 48,0% 88,6%
KARACABEY 58.154 187 49.569 48.623 22.010 26.613 946 45,3% 54,7% 85,2%
KELES 11.635 49 10.347 10.053 7.376 2.677 294 73,4% 26,6% 88,9%
KESTEL 35.583 105 30.475 29.944 16.784 13.160 531 56,1% 43,9% 85,6%
MUDANYA 53.512 154 45.154 44.567 17.190 27.377 587 38,6% 61,4% 84,4%
M.K.PAŞA 75.676 264 66.702 65.532 32.499 33.033 1.170 49,6% 50,4% 88,1%
ORHANELİ 17.798 85 16.195 15.787 10.381 5.406 408 65,8% 34,2% 91,0%
B.ORHAN 9.667 52 8.651 8.341 6.516 1.825 310 78,1% 21,9% 89,5%
ORHANGAZİ 55.031 156 47.224 46.364 23.878 22.486 860 51,5% 48,5% 85,8%
YENİŞEHİR 38.419 131 33.430 32.843 16.571 16.272 587 50,5% 49,5% 87,0%
GÜRSU 38.298 99 30.539 29.944 20.944 9.000 595 69,9% 30,1% 79,7%
HARMANCIK 6.213 42 5.687 5.447 3.624 1.823 240 66,5% 33,5% 91,5%
TOPLAM 1.843.820 5.043 1.517.902 1.490.239 839.892 650.347 27.663 56,4% 43,6% 82,3%
Referandumda; Büyükşehir statüsündeki 16 il’den 5’inde (Adana, Antalya, Eskişehir, Mersin ve İzmir) “Hayır” oyları önde çıkmış, Bursa’da ise “Evet” oyları fazla çıkmıştır.
Bursa’da geleneksel olarak sağ ve muhafazakâr görüşlü seçmen profilinin yüksek olduğu ve genel seçimlerde de genellikle sağ partilerin başarılı olduğu bilinmektedir.
Burada bazı ilçelerde, özelliklede bazı bölgelerde “Evet” oylarının ortalamanın çok çok üstünde çıkmasının sebeplerinin doğru analiz edilmesi gerekmektedir.
Bursa işçi nüfusun ağırlıkta olduğu bir sanayi kentidir. Ayrıca yüksek oranda ve çift yönlü (Trakya ve Doğuanadolu) bölgesinden yoğun göç alan bir kenttir.
Kentin birçok bölgesinde (gönüllü veya zorunlu) göçle gelen insanların oluşturduğu “gettolar” vardır.
Nüfusu birçok Anadolu kentinden kat kat fazla olan “getto veya varoş “olarak nitelenen bölgelerdeki geri kalmışlık, yani yoksulluk, eğitimsizlik ve sosyal yaşamdan pay alamama gerçeğini yaşayan, gelecek güvencesinden yoksun olan insanların siyasi tercihleri; akıl, mantık ve bilimsellikle ters orantılı olarak tecelli etmektedir.
Bu bağlamda,
Bursa’da emeğin partisi olduğunu iddia eden veya olması gereken CHP ve diğer sol partilerin AKP’nin karşısında başarılı olamadıkları bir gerçektir.
Bursa, batıda yer almasına karşın hiçbir zaman bir İzmir olamıyor. 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda da bu kader değişmemiştir.
Hatta referandumda “Adana, Antalya, Eskişehir, Mersin”de yakalanan başarı Bursa da sağlanamamıştır.
Bursa’daki referandum sonuçlarını tahlil ederken olaya iki boyutlu bakmak zorundayız.
Birincisi: Bursa’daki geleneksel siyasi yapıdan kaynaklanan sonuçlar ve bölgesel farklılıklar dan kaynaklı değişen seçmen profili.
İkincisi: Uzun yıllardır sorunlarını çözemeyen Bursa’da CHP örgütünün yapısı, çalışmalara katkısı, problemleri, çalışma metotları ve özeleştiri yapabilme yeteneği…
Bursa’da seçmen profili ve tercihleri:
Bursa, İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra Türkiye’nin dördüncü büyük metropolüdür. Nüfus olarak dördüncü, ekonomik açıdan da ikinci büyük kent olan Bursa, Türkiye’nin gelişmiş kentlerinden biridir.
Bursa doğal ve tarihsel zenginlikleriyle önem taşır. Ayrıca birçok medeniyetin izlerini taşır. Bursa Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır.
Bu nedenle bir tarih kentidir.
Dağıyla, deniziyle ve tarihi eserleriyle de bir turizm kentidir.
Yaptığı ihracat ve ülke ekonomisine verdiği katkıyla da çok önemli bir sanayi kentidir. Bu nedenle çift taraflı çok göç alan bir kenttir.
Göçün bu kadar yoğun yaşanması Bursa’yı ”siyah ve beyaz” denkleminde ikiyüzlü bir kent konumuna sokmuştur.
Gazeteci Ahmet Emin Yılmaz bir yazısında eski Bursa için şu tanımlamayı yapmış:
“20–25 yıl önce Bursa’da ana eksen “Yeşil-Çekirge” hattıydı. Bu hatta Bursa’nın ekonomik, kültürel yapısı ve siyasi rengi belli olurdu.” diyor.
Gerçekten doğru bir tespit…
“Zamanla Bursa’nın merkezini oluşturan bu bant “Doğu ve Batı’ya” doğru gelişti. Bu durum yeni seçmen profilini meydana getirdi.
Zaman ilerledikçe, özellikle “Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan” gelen yurttaşlar kentin çeperlerinde gettolar oluşturdu.
Kendi feodal ve muhafazakâr yaşam biçimlerini, kültürlerini, geleneklerini ve törelerini değiştirmeden kentte yerleşik oldular.
Kentte kaçak yapılaşmaya da neden olan ve bir noktada kente tutunamayanlardan oluşan bu insanların yaşam biçimi; çoğunlukla feodal ve muhafazakârdır. Siyasi tercihleri ise daha çok sağ partilerde yoğunlaşır… Belli oranda da marjinal partilerde karşılık bulur.
İstanbul’da olduğu gibi, Bursa’da da göçle gelen bu kesimlerde siyasi tercih bilimsellikle ters yönde ortaya çıktı.
Yoksulluklarıyla, geri kalmışlıklarıyla, eğitimsizlikleriyle, kadın erkek eşitsizliğiyle, güvencesiz ve geleceksiz çok çocuklu olmalarıyla çözümü sosyal demokratlarda araması gereken bu kesimlerin tercihi tam tersi sağ partilere oldu.
Çoğunluğunu işsiz veya iş güvencesi olmayan geçici işlerde çalışan insanların oluşturduğu, siyasi tercihini emekten yana olan veya olması gereken partilerde araması gereken bu kesimler uzun yıllardır tam tersi tercih kullanıyor.
Bu iddiaların doğruluğunu bu tarz bölgelerin AKP’nin oy depolarına dönüştüğünü görerek anlıyoruz.
Sonucun böyle olmasını iki temel sebepte inceleyebiliriz:
1 – Sosyal demokrat parti olduğunu söyleyen CHP’de, halktan uzak, tepeden bakan, elitist ve statükoyu savunan bir anlayışın hâkim olması: CHP’nin halkın beklentilerini, önceliklerini ve ihtiyaçlarını doğru okuyamayan, yaşam biçimlerini ve hassasiyetlerini anlayamayan bir parti durumuna düşmesi.
2- Yıllardır Deniz Baykal’ın başında bulunduğu CHP’nin üst yönetimi ve örgüt yapılarının; “ideolojisinden uzaklaşmış, bilgi-birikim ve tecrübeden” yoksun kadrolarla yönetilmesidir. Ayrıca partinin içe dönük mücadeleden yorgun düşmesi de bu sonucu doğurmuştur.
Gerçekte bir ABD projesi olan AKP karşısında halkın sorunlarına çözüm olacak politikaları üretemeyen CHP’nin, kendi ideolojisinin temel taşları olan ”Emek, hakça paylaşım, özgürlük, demokrasi, barış ve kardeşlik” kavramlarını AKP’nin “tak-iyeci” anlayışına kaptırmış olması da önemli bir sorundur.
Tüm bu sorunların yanında her seçimde başarısız olan Baykal’lı CHP, çareyi, sağa yaklaşma ve sağa benzemede aramıştı.
CHP, ne yazık ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçildiği zamana kadar MHP’nin kötü bir kopyası konumuna girmişti.
Ayrıca CHP, hiçbir çözüm üretmeden; karşıtlık ve zıtlık politikalarıyla ve sadece “Laiklik” ekseninde yürüttüğü politikalarla halkın tercihi olmaktan uzaklaşmıştı.
Gerek bu güne kadar yapılan seçimlerde, gerekse son yapılan referandumda AKP’li seçmen ve CHP’li seçmen arasındaki en önemli farkın; yaşam biçimleri, alışkanlıkları ile dini inanç ve ibadet tarzlarını yaşamlarının her alanına sokmalarından kaynaklandığını görüyoruz!!!
Ülke genelinde bölgelere göre referandum sonuçlarına baktığımızda CHP’nin Batı’da ve kıyı kesimlerinde başarılı olduğunu tespit ediyoruz.
Bu bölgelerin, “sosyo-ekonomik” açıdan gelişmiş, “kadın erkek” eşitliği belli oranda da olsa sağlanmış, “eğitim ve kültür” düzeyi yüksek, “yurttaşlık bilinci” olan, kendi “hak ve hukuklarının” farkında olan yurttaşların yoğun olarak yaşadığı yerleşimler olduğu görülüyor.
Bursa’ya bu tespitler doğrultusunda bakarsak:
Bursa’nın genel profili aslında cumhuriyete bağlı laik kesimlerdir. Ancak son yıllarda, daha doğrusu 12 Eylül faşist darbesinden sonra kurulan “Işık Evlerinin” etkisinin her alanda, özellikle de siyasette hissedilir oranda arttığı biliniyor.
Buralarda yetişen ve önemli mevkilere gelen bu insanların bir kesimi de büyük işadamı ve sanayici oldu. Okyanus ötesi menşeli bu kesim; doğal olarak tercihlerini sağ partilerde ve son 8 yılda da AKP’den yana kullandılar.
Bursa’da oluşan getto veya varoşlara ve oralarda yaşayan seçmen profiline baktığımızda ve olayı doğru okuduğumuzda; AKP’nin tüm yurtta bu kadar başarılı olmasını ve 3. kez gireceği seçimde yaptığı bunca hataya karşın hâla birinci parti görülmesinin sebeplerini anlamış oluruz.
CHP’ye oy veren seçmenle AKP’ye oy veren seçmen arasındaki en temel farklılık yaşam biçimi ve dindarlıktır.
Örneklersek, Ramazan’da oruç tutma, “Hac’ca ve moda olan Umre’ye” gitme… Genç-yaşlı, kadın-erkek beş vakit namaz kılma, özellikle “Cuma namazlarını” kaçırmamak olarak sıralayabiliriz.
AKP’ye oy verenler genel olarak namaz ve oruç konusunda çok katılar ve CHP’li seçmene göre daha fazla duyarlı davranmaktalar.
Yine kadınlarda örtünmek; siyah çarşaf veya türban takmak çoğunluğun tercihidir. Özellikle içki içmemek… Ve bu eylemleri yasaklayıp, günah saymak.
Aile yapısında erkeği ve erkek çocuklarını kutsamak!..
Kadını ve kız çocuklarını “ikincil, edilgen” hatta bazı konumlarda “yok saymak” ve her koşulda erkeğe bağlı kılmak…
Bu anlayışın egemen olduğu tüm bölgelerde veya büyük kentlerin “getto ve varoşlarında”
AKP başarılı olmuş ve “Evet” oyları tavan yapmıştır.
Yine AKP’nin temel politikası; Başbakan Tayip Erdoğan’ın sürekli dillendirdiği “En az üç çocuk yapın” sözlerinde ortaya çıkıyor:
İşsiz- güçsüz ve gelecek güvencesi olmayan, açlık düzeyinde çok çocukla sürünmek zorunda kalan halkın gitgide fakirleşirken dindarlaştırılması, “kaderine razı” noktaya sürüklenmesi AKP’nin temel felsefesidir.
Bu tespitlerin doğruluğunu ülkenin her alanında ve her yerde görebiliriz. Türkiye’nin dördüncü büyük metropol’ü olan Bursa’ya baktığımızda da benzer tablolarla karşılaşıyoruz.
Aslında Bursa’nın genel profilinin cumhuriyete ve laik düzene bağlı olduğunu düşünebiliriz anacak son yıllarda “tarikat ve cemiyetlerin” etkisi siyaseti belirleyen ve yön veren bir güce ulaşmıştır.
Buna karşın Bursa’nın en büyük merkez ilçesi Osmangazi’de sonuç: Merkez’de “Hayır,” ancak çevre mahallelerde “Evet” oylarının önde çıktığıdır.
Osmangazi’de nüfus yoğunluğu nedeniyle oluşturulan 4 ayrı bölgeden yalnızca birinde hayır oylarının evet oylarını geçtiği görülüyor.
O da…
Osmangazi İlçe 1. Bölge olarak karşımıza çıkıyor. 1. Bölge’de % 52 hayır, % 48 evet oyu çıktığını gösteriyor.
Bu bölge…
Kent merkezini oluşturan Sakarya, Kiremitçi, Doğanbey, Hacıilyas, Ahmetpaşa, Hocahasan, Altıparmak, Muradiye, Hamzabey, Kükürtlü, Çekirge gibi mahalleleri kapsıyor.
İkinci büyük ilçe Yıldırım…
Bursa’nın ikinci büyük ilçesi olan Yıldırım, en fazla göç alan ilçedir. Özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan göçenlerin yoğun olarak yerleştikleri ve ilçeye geleneksel yaşam biçimleriyle etkin oldukları bilinmektedir.
Kentin çeperlerini saran ve gettolar oluşturan bu ilçede yukarıda yaptığımız tespitlerdeki haklılığımız ispatlanmış ve referandum sonucunda çıkan % 63 oranındaki “evet” oyu bu tespiti doğrulamıştır.
Yıldırım’daki 1. Bölge’den %55 evet oyuna karşın % 45 hayır oyu çıktığı görülüyor.
2. Bölge’de fark açılıyor ve evet oyları % 61’e çıkarken, hayır oyları % 39’da kalıyor.
3. Bölge’de ise fark daha da açılıyor ve %78 evet, % 22 hayır sonucu alınıyor. Bu sonuç da yaptığımız tespitlerle yüzde yüz örtüşüyor
Tutanaklara göre…
Yıldırım’da hayır oylarının % 45’e ulaştığı 1.Bölge’nin, Osmangazi’deki % 52 hayır oylarının çıktığı 1. Bölgedeki yapıyla büyük bir benzerlik gösterdiği gözleniyor.
Yıldırım’daki bu bölgeyi, merkez veya eski Bursa olarak niteleyebiliriz:
Birinci bölgeyi, “Setbaşı, Namazgâh, İpekçilik, Teleferik, Yenimahalle, Yeşil, Şible, Karamazak, Emirsultan” gibi kentte daha uzun süredir yaşayanların oturdukları merkez mahalleler oluşturuyor.
Evet, oylarının patlama yaptığı, %78 evet, % 22 hayır sonucu alınan üçüncü bölgede ise Ankara Yolu’nun altında kalan (Vatan, Millet, Anadolu, Yavuzselim, Arabayatağı” gibi mahalleler ile ilçenin doğusunda Değirmenönü’ne kadar uzanan ve çoğu yeni oluşmuş yerleşim yerlerinden oluşuyor.
Buradan çıkan sonuç:
Yıldırım’da da merkez mahallelerde “Hayır” oyları önde çıkıyor. İlçenin % 63’lük “Evet” oyuna ulaşan genel sonucu ise yeni oluşan, en dıştaki “getto-varoş” olarak nitelenen bölgelerden çıkıyor.
Aslında bir siyasi partinin orada iktidar olmayı başarması, yani o bölgelerde elde edilecek başarı, o partinin ülkede iktidar olmasını getirir.
Çünkü Bursa Yıldırım örneğinde müthiş bir Anadolululuk mevcuttur. Bu bölgelerde insanlar birbirine değip dokundukça önyargılar yok olur. Ülkede herkes yeniden kardeş olur…
Bursa’nın Aydınlık Yüzü, Nilüfer…
Bursa’nın üçüncü büyük ilçesi olan Nilüfer’de, her seçimde, Bursa genelinden farklı bir sonuç çıkmaktadır.
Bu referandumda da %81 katılım oranıyla Nilüfer’de Bursa geneliyle oldukça ters bir oranda; %41 Evet, % 58 Hayır oyu çıkmıştır.
Bursa’da; Evet oylarının %56.36, Hayır oylarının da % 43.64 olduğunu bildiğimize göre bu fark bu ilçede nasıl oluşmuştur?
Nilüfer, 1987 yılında Bursa’nın büyükşehir olmasıyla ortaya çıkan üç merkez ilçeden biridir.
Yeni yapılanan bir bölge olması nedeniyle Nilüfer, Bursa’da en fazla nüfus artışı olan ilçedir. Uludağ Üniversitesinin merkez yerleşkesi ve birçok fakülte ve yüksekokul bu ilçenin sınırları içinde bulunmaktadır.
Yeni yapılanan Nilüfer’e çağdaş bir kentleşme vizyonu kazandıran CHP’nin tüm kesimlerce çok sevilen Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’dir.
Bozbey, Bursa’nın siyaset tarihinde merkez ilçelerde üst üste üç dönem seçim kazanan ilk başkan oldu.
Nilüfer’i diğer ilçelerden farklı kılan; yapılaşmadaki bahçeli, havuzlu modern site anlayışı ile kaçak yapılaşmanın çok az olmasıdır. Ayrıca bu ilçedeki okuma yazma oranı oldukça yüksek, tahsilli ve iş sahibi bir kesim yoğunluktadır.
Bu ilçede: Resim, heykel, tiyatro, fotoğraf, takı tasarımı, ahşap boyama, mum ve sabun yapımı, ebru, mozaik gibi alanlarda halka eğitim verilmektedir.
Nilüfer Belediyesi Konak Kültürevi’nde ayrıca çeşitli konser, sergi, tiyatro, sinema, söyleşi, dinleti gibi etkinliklerde organize ediliyor.
İlçe bünyesinde Türk Halk Müziği Korosu, Türk Sanat Müziği Korosu, Çoksesli Koro, Oda Orkestrası ve Çocuk Korosu, Halk Dansları Topluluğu ve bir Bale Topluluğu çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu örneklemeleri yapmadaki amacım; Yıldırım ilçesiyle veya dağ ilçeleriyle mukayese edip karşılaştırdığımızda ortaya çıkan sonuçların sebeplerini daha doğru tespit etmektir.
Nilüfer örneğinde de gördüğümüz gibi sosyo-ekonomik açıdan gelişmiş, eğitim düzeyi yüksek, kadın erkek eşitliği üst düzeyde olan seçmen kitlesinin CHP’yi tercih ettiği bu örnekle de kanıtlanmıştır.
Genel Merkezin ve Genel Başkanın Performansı:
Ülkemizde tüm siyasi partilerin ortak paydası olan bir anlayış vardır: Siyasi partilerin hepsi lider partisidir. Bu anlayış sağda da, solda da egemendir.
Her ne kadar sol veya sosyal demokrat partiler kendilerini “Bizler, kadro ve program partileriyiz” diye takdim etseler de bu olgu gerçek değildir.
Hatta öyle gerçek değildir ki;
Parti Genel Başkanları bir bakıma seçilmiş krallardır. Onları partinin program ve tüzüğü bile bağlamaz. Onların ağızlarından dökülen her söz, kanun niteliğinde görülür ve itirazsız uygulanır.
İtiraz edenlerde ya kapı dışına veya bir dahaki seçimlerde liste dışına konularak terbiye edilirler.
Yıllardır CHP’de uygulanan metot da böyleydi. Sayın Deniz Baykal tek belirleyiciydi. Tek karar vericiydi.
Hatta kafasına esmiş, rahmetli İsmail Cem’le birlikte “Yeni Sol” kitapçığını çıkarmıştı… Sonra ondan vazgeçmiş ve Şeyh Edibali’nin etkisiyle bir anda “Anadolu Sol’unu” kurmak istemişti…
Gerçi kullanılan isimlerde hep sol kavramı kullanılmış ama uygulamada en sağ- en sığ ve en statükocu yöntemlerde direnilmiştir.
Türk halkının güçlü lidere itibar edip prim vermesi, hatta onay vermesi sonucu bu hatalı işleyiş başarının sırrıymış gibi algılanmıştır.
Halk nezdinde bir partinin başarı ve başarısızlığı genel başkanın performansına bağlanır olmuştur. Bu nedenle lider çok önemlidir. O partinin başarısında veya başarısızlığından birinci derecede lider sorumludur.
Referandumdan kısa süre önce, sosyal demokratların son 25 yılına damgasını vuran, tek adam anlayışı ile partiyi bir avuç yandaşı ile keyfince yöneten Genel Başkan Deniz Baykal, beklenmeyen bir zamanda ve çok çirkin bir komplonun kurbanı olarak koltuğunu bırakmak zorunda kaldı.
Genel sekreter Önder Sav’ın desteği ile kurultayda oy birliği ile Genel Başkan’lığa seçilen Kemal Kılıçdaroğlu halkta ve partinin büyük bir kesiminde heyecan ve umut yarattı.
Kurultayın oy birliği ile seçtiği yeni Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ayağının tozuyla kendini referandum çalışmalarının içinde buldu.
Kemal Kılıçdaroğlu, edilginleşmiş ve gelecekten umudunu kaybeden, her kesimde heyecan yaratıp “CHP, artık iktidara gelebilir” duygusu başlattı.
Örgütlerde ise tüm geleceğini Deniz Baykal’a endekslemiş çıkarcı kadroların dışında kalanlar bu değişimden pozitif etkilendiler. Heyecanlandılar…
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun samimi, içten, doğal, sade, mütevazı tavrı gittiği her yerde karşılık bulmaya başladı. Bu olumlu iletişim, örgütleri de heyecanlandırdı.
Kılıçdaroğlu’nun söylemleri ve tavırları yıllardır unutulan “sol söylemler” olunca, “eski tüfek” olarak nitelenen ve Baykal ekibince tasfiye edilen, dışlanan, küstürülen, tüm kadrolar bu heyecana katılıp çalışmalara omuz vermeye başladılar.
Ancak, Kılıçdaroğlu’nun yoğun, hızlı ve etkin çalışma temposuna örgütlerin aynı düzeyde katılabildiğini söylemek çok hayalci bir yaklaşım olur.
Sayın Kılıçdaroğlu kampanyasında eskiden “laiklik” ekseninde yapılan propaganda yerine halkın beklentisi olan “geçim sıkıntısını, yoksulluk ve yolsuzlukları” oturtması dikkat çekti.
Halk, “Bu sorunları ancak biz çözeriz!” sözlerinden umutlandı.
Referandum çalışmaları süresince halk, CHP’de genel merkez yöneticilerini ve milletvekillerini yeterli performansta göremedi.
Görsel medya ve yazılı basında yeteri kadar etkili olunamadı.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun tüm olumlu katkılarına rağmen kampanya süresince havuzlu villa polemiği, kendisine “söyleyecek başka sözü yok mu?” gibi eleştiriler de getirdi.
Yine Sayın Kılıçdaroğlu’nun Tunceli’de yaptığı bir konuşmada “ genel af” tan söz etmesi halk dışında parti tabanında da olumlu karşılanmadı.
Referandum çalışmaları sürerken bunları bahane eden ve başarısız olunması için aportta bekleyenlerin istismarları planlı bir şekilde sürdü.
Bu kesimler adeta başarıdan korktular!!!
Referandum çalışmalarında örgütün katkısı ve eksikleri:
Yıllardır Baykal’a bağlı kadroları iş başına getirmek amacıyla sağdan soldan toparlanmış, sosyal demokrat anlayışı kavramaktan uzak insanlarla, özelliklede (eş, dost, hısım ve akrabalarla) dizayn edilmiş örgütlerden genel başkanın performansına yetişebilmeleri zaten beklenemezdi.
Her ilde yaşanan bu sorun ve eksiklik hatta yetersizlik, Bursa’da da gözlendi.
Ayrıca Bursa örgütü kongreler sürecinde kendilerine karşı aday olup kaybedenlerle birçok sorun yaşamış ve sonuçta bu konumdakileri ihraç ettiği için birçok partili ile ters düşülmüş hatta mahkemelik olmuştu.
Örgütte kırgınlıklar, küskünlükler ve dışlamalar vardı.
Bu nedenle o insanların geri dönme talepleri inatla göz ardı edildiği için, yıllarını bu partiye vermiş olan bu insanların deneyiminden yararlanılamadı.
Bu dışlamalar sadece son dönemle de ilgili değildi. Yıllardır Baykal ekibinin dar kadrocu ve tasfiyeci anlayışı örgütleri güçsüz ve işlevsiz bırakmıştı. Bursa da bu olumsuzluktan en çok nasibini almış illerin başında gelmekteydi.
Sürekli iç çekişmelerin egemen olduğu ve birikimli kadrolarını yok saydığı için örgüt yapısı böyle ciddi bir çalışmaya hazırlıklı değildi.
Genel Başkan değişmiş ancak bu yapılar ve anlayış değişmemişti. Ayrıca referandum çalışmalarında iktidarla aralarında haksız rekabet vardı.
Karşılarında su gibi para akıtarak en organize ve en etkin referandum kampanyasını AKP yapıyordu.
AKP’liler, başta Devlet Bakanı Faruk Çelik olmak üzere, tüm milletvekilleri en ücra köylere kadar ayak basmadık yer bırakmadılar.
Hiçbir yere de eli boş gitmediler. Tüm devlet olanaklarını, yerel yönetimlerin maddi ve hizmet gücünü bir tehdit, dayatma veya rüşvet anlayışı gibi kullanarak; gece gündüz sabahlara kadar usanmadan çalıştılar.
Ramazan ayını bu çalışmalar için birer fırsata dönüştürdüler. AKP il ve ilçe teşkilatları binlerce kişinin katıldığı iftarlar düzenledi. Medya ve yazılı basın organları çok etkin, profesyonelce ve haksızlık boyutunda kullanıldı.
CHP’nin Bursa örgütündeki çalışmaları ise iyi niyetli olmasına karşın çok amatörce ve disiplinsizlik içinde uygulandı.
Tüm acemiliklerine ve sınırlı olanaklarına karşın Bursa’da “Gençlik Kolları” oldukça başarılı çalışmalar sergiledi.
Her zamanki gibi CHP’de dar bakış açısının sonucu olarak; bir- iki kadın dışında “kadın kollarını” genellikle çarşı-pazarda bildiri dağıtma ile sınırlı kılma alışkanlığından vazgeçilmedi.
AKP’nin karşısında en güçlü silahı olması gereken insan gücü CHP’de; yeterli, verimli ve işlevsel olarak kullanılamadı.
Planlı, projeli, amaca ve hedefe uygun çalışma program yapılamadı.
Çalışma için İl Yönetimince veya Başkan tarafından seçilen veya görev verilen şahıslarda; referandum çalışmalarıyla ilgili hazırlık ve yeterlilik aranmadı. Bu kişilerin seçiminde daha çok popülist bir yaklaşım gözlendi.
Çalışma bölgeleri ve ilçelerin konumu; ekonomik ve kültürel yapısı, eğitim düzeyleri, yaşam standartları, velhasıl sağlıklı bir seçmen profili ve beklentileri incelenmeden, duyarlılıkları belirtilmeden rasgele görevlendirmeler yapıldı.
İl yönetimi bu dağıtım ve görevlendirilmelerde kişilerin gideceği bölgeye uygunluğu ve yararı aranmadan, düşünülmeden daha çok ahbap-çavuş ilişkisiyle görev verdi.
Görev verilen kişiler, gideceği bölgenin duyarlılıklarını bilmeden, bu konu hakkında ciddi bir hazırlık yapmadan çalışmalara katılmışlardır.
Zaman zamanda çalışma adına, sadece bildiri dağıtan gençlerin ardından rasgele el sıkıp dolaşmayı “çok önemli bir çalışma yapıldı” olarak sunmuşlardır.
Yine görev verilenlerin, gittikleri yerlerde daha çok kendi partililerine veya zaten “hayır” oyu verecek olan sempatizanlara hitap etmeleri bu çalışmaların sağlıklı sonuç vermesine mani olmuştur.
Yönetimler nerede amatörce davrandı?
a- İl yönetimi örgütlerde bu işte başarılı ve yararlı olabilecek deneyimli partililerden veya gönüllülerden yararlanmak amacıyla görev verme ve görevlendirmelerde sınırlı ve isteksiz davrandı.
b- İl yönetimince birazda gönülleri hoş etmek amaçlı görevlendirilen tahmini 20–25 kişilik ekipten de gerekli randıman elde edilememiştir.
c- İl yönetimince görevlendirilenlerin ciddi bir kısmı eski küskünler olup partiye yeni katıldıklarından; disipline olamamışlar ve bazıları kendi kafalarına göre takıldığı için beklenen randıman alınamamıştır.
d- Referandum çalışmalarında “hedef –kitle” doğru seçilmemiş, çalışmalar daha çok kendi kitlesine veya partilisine nutuk atılmasına veya konferansa dönüşmüştür.
e- İl Yönetimince düzenlenen ve görevlilerle ilçelere gönderilen görevlendirme çizelgelerine uyulmamıştır. Bu konuda hiçbir denetleme ve kontrol de yapılmamıştır.
f- Milletvekili seçim sürecine girildiği için; Referandum çalışmalarında görev alan veya verilen bazı siyasiler, çalışmalarını daha çok bu yönde yapmışlardır. Kendilerine görev verilen bölgelerden çok; daha kalabalık, daha büyük ve kendilerine daha yakın olan, itibar eden ilçelerin organizasyonlarına katılmaya gayret etmişlerdir.
g- Görevlendirmeler ve iptallerde kargaşa yaşanmış ve yapılan çalışmalarda denetim ve değerlendirme kısmı eksik kalmıştır.
Bu tür tüm olumsuzluklara karşın İl Başkanı ve il yönetiminden bir iki kişi olağanüstü bir gayretle ve günlerce uykusuz kalma bahasına çalışmaya gayret etmişlerdir. Ancak il yönetiminin tümünün bu çalışmalara katkı koyduğu, emek verdiği söylenemez.
Bu arada üç farklı niyeti olan yapı da, bu dönemde örgütte olumsuzluklar yaratarak başarılı olunmasına veya daha homojen ve güçlü görünmesine engel olmaya çalışmışlardır.
Birincisi olumsuzluk: Deniz Baykal’a geleceklerini ve ikballerini bağlamış ve değişimden dolayı gücünü ve işlevini kaybedenlerin yarattığı olumsuzluklar, ayak diretmeler ve kaos yaratma çalışmaları ve sabote etme gayretleri bertaraf edilememiştir.
İkinci olumsuzluk: Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasıyla partiye dönen veya dönmüş gibi yapan bazı kesimlerin gelir gelmez eleştiri ve yıpratma amaçlı propaganda yapmalarıdır.
Bu grupların bir kısmı, “Biz döndük, artık yönetimlerde de biz olmalıyız…” diyerek sürekli menfi propaganda yaptılar.
Hatta planlı, maksatlı, amaçlı dedikodu mekanizmasını çalıştırıp, rasgele raporlar ve şikâyet dilekçeleri düzenleyerek genel merkeze yollamaları referandum sürecini oldukça olumsuz etkilemiştir.
Üçüncü olumsuzluk: Uzun zamandır ideolojiler öldü diyerek sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden sapılıp uzaklaşılmıştı. Sağlaşan, onların dilini ve tavırlarını kullanarak iktidara gelebileceklerini sananların yanılgısı örgütlere de yansımıştı.
Örgütlerde bu tür bir kolaycılık ve yanılgı varken birden bire tam zıttı bir durum ortaya çıktı: Partiye yeni katılan bazı arkadaşlar da bu anlayışı yok etmek ve kendi “sol- sosyalist” anlayışlarını hâkim kılmak amacıyla gayret gösterip konuşmalara katılınca, her yerde ve her kesimde kafalar karıştı. CHP’nin koparılan okları rasgele savrulmaya başladı.
Bu ve benzeri olumsuzlukların sonucu olarak bazı iyi niyetli insanların tüm gayret, uyarı, ikaz ve emeklerine karşın gerekli randıman elde edilemedi.
Bu tür olumsuzlukları ve eksiklikleri yazmadaki amaç kimseyi karalamak veya küçük düşürmek değildir.
Çok kısa süre sonra parti hayati önem taşıyan bir seçim sürecine girecektir. Referandum süreci doğru değerlendirilirse; komplekse girmeden, eleştirileri ciddiye alıp eksikleri giderme gayretine girilirse bundan CHP ve ülke kazançlı çıkacaktır.
Bursa’da CHP, bu seçimde ilk defa Türkiye ortalamasının üstünde oy almıştır. Bu nedenle çok başarısız olarak değerlendirip mahkûm edilemez.
Mudanya da % 61,4, Karacabey de %54,7, Nilüfer de % 58,1, Mustafakemalpaşa da % 50,4. oranında “hayır” oyu çıkmıştır.
İl Başkanı Gürhan Akdoğan’ın basın açıklamasında da belirttiği gibi kıl payı evet çıkan ilçelerdeki hayır oylarının oranı çok önemelidir.
Gemlik de % 49,8, İznik de % 48, Orhangazi de %48, Yenişehir de % 49,5 “hayır” oyu verilmiştir.
İl başkanının da altını çizdiği gibi; Osmangazi’de % 44’e ulaşılması önemlidir… Ve umut vericidir.
Yıldırım yukarda saydığımız ve sorunlarını anlattığımız sebeplerden dolayı zorlanılan bir ilçedir. Burada da % 37 hayır oyu çıktı. Yıldırım’ın bir bölgesinde “hayır” oyları ise % 45’e kadar yükseldi.
Referandumdan çıkan sonuç istendiği gibi olmasa da, CHP olarak örgütlerin hedefi adına başarılı çıkılmıştır.
Referandum sonrası yapılan seçim anketi…
Gazeteci Ahmet Emin Yılmaz’ın köşesinde yayınladığı bu anket oldukça düşündürücüdür…
“Bursa’da referandumun hemen arkasındaki hafta boyunca Bursa’nın 17 ilçesindeki 1.200 seçmen ile kamuoyu araştırması yapıldı. Çalışmada hem kentsel hem de kırsal kesimden 578 erkek ve 622 kadın seçmenle görüşüldü.
Araştırmayı yapan Selçuk Köylüoğlu’nun bilimsel veriler doğrultusunda hata oranının eksi artı yüzde 2.37 olduğunu da vurguladığı ankette “Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusunun Bursa’da cevabı arandı.
Tablo da şöyle oluşmuş:
AKP, yüzde 50
CHP yüzde 24
MHP yüzde 13
SP yüzde 3.50
Diğerleri yüzde 9.50
Bu çalışmadan sonra bir Bursa firması olan Selçuk Köylüoğlu, genel seçim hazırlıklarının başladığı şu günlerde ilk anketini yaptı.
Anket, Selçuk Köylüoğlu’nun, referandumdan hemen sonra Türkiye genelinde “Bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?” sorusuyla ortaya çıkan tabloyu gösteriyor.
Türkiye genelinde yapılan anket sonucu tablo şöyle oluşuyor:
AKP, yüzde 45
CHP yüzde 25
MHP yüzde 13
BDP yüzde 6,5
Diğerleri yüzde 10,5
Her iki ankette de görüldüğü gibi; 22 Temmuz 2007 genel seçiminde % 20.88 oy alan CHP’nin, bugünkü kamuoyu araştırmasına göre % 25’e ulaştığı görülüyor.
Bu da Kemal Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçmesiyle birlikte kendiliğinden CHP’nin oylarını 4,2 puan arttırdığını ortaya koyuyor.
Biri Bursa yerelinde diğeri ülke genelinde aynı firma tarafından yapılan ankette açık ve net olarak CHP’nin oylarının yükseldiği görülmektedir.
Bu yükselişte yukarda yazdığımız tüm aksaklıklar, hatalar, amatörlükler, beceriksizlikler hatta gizli ve sistemli ayak diremeler ve başarısızlıktan medet bulma arzuları ve taleplerine rağmen bu oy artışı olmuştur.
Gözlem ve Tespitlerden Sonraki Öneriler:
Başından itibaren Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak yapılacak olan referandum çalışmalarını gerek köşemde yazarak, gerekse bizzat çalışmalara katılarak çok iyi izledim.
Ayrıca gerek ulusal, gerekse yerel basını soldan sağa, hatta en marjinal yapıların basın organlarına kadar dikkatlice okuyup değerlendirdim.
Tespit ve düşüncelerimi, gördüğüm aksaklıları ve problemleri ve ne yapılması gerektiğini de defalarca CHP Bursa İl Başkanı Gürhan Akdoğan’a ilettim.
Doğrusuyla, eğrisiyle iyi – kötü bir süreci geride bıraktık. Şimdi önümüzde ülke için hayati önem taşıyan bir seçim süreci var.
Yapılan anketler ne yazık ki hâlâ AKP’yi birinci parti gösteriyor. Bu durum Türk siyasi tarihinde bu güne dek hiç yaşanmamıştır.
Tek başına iktidar olan ve 8 yıl iktidarda kalan bir partinin hiç yıpranmadan tekrar 3. kez birinci parti olabilmesi her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu durumun nedenlerini ve seçmenin tercih sebeplerini doğru okumak zorundayız.
Çünkü gerçeklerle örtüşmeyen ve ters orantılı bir durumla karşı karşıyayız:
Herkes görüyor ve kabul ediyor…
Vatandaş mağdur. Vatandaş umutsuz. Vatandaş despot ve otoriter yönetimin karşısında çaresiz kalmış…
Vatandaş yoksulluğa, açlığa ve dağıtılacak sadakayı alıp oy vermeye mahkûm edilmiştir. Vatandaşın onuruyla oynamayı marifet sanan, yapılan yardımı reklam malzemesine dönüştüren saygısız bir iktidar var karşılarında!!!
Vatandaş acaba neden seçim zamanlarında kendilerine yaptığı “kömür-erzak” yardımı bile şantaj malzemesine dönüştüren bu iktidarı sırtında taşıyor ve taşımaya devam edeceğinin ipuçlarını gösteriyor?
Bu konuyu anlatabilmek için yüzlerce gerekçe yazabiliriz. Ancak tek cümle ile ifade etmek istersek:
Halk, güvenebileceği, inanabileceği, sorunlarını çözebileceği ve inançlarına ve duyarlıklarına saygılı, kendilerine tepeden bakmayan, kendileri gibi yaşayan veya kendilerini anlayabilen bir lider ve onunla uyumlu bir parti bulamadığı için bu hatayı tekrarlıyor.
İşte gerek yerelde gerek ülke genelinde yapılan bu anket bunun için önemlidir. Çünkü bu anket şunu göstermiştir.
:
Artık AKP’nin alternatifi vardır ve bu da Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olduğu CHP’dir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkta karşılığı ciddi oranda vardır. Halk kendisini sevmekte ve güvenmektedir. Namuslu ve dürüst bulmaktadır.
Çünkü “Kılıçdaroğlu = Sahicilik” olarak görmektedir.
Ancak… Ancak…
Gerek dışardan kurgulu, gerek parti içindeki hastalıklı yapılar yoluna çıkmazsa… Önünü kesmezse!!!
Düne kadar Sayın Deniz Baykal’ın ağzından çıkan her açıklamayı onaylamayı görev bilen, hiç sorgulamadan “emredersiniz” diye kabul eden, hatta hukuksuzluklara göz yumanlar, şu günlerde sistemli bir şekilde isyan etmekte ve Kılıçdaroğlu’nu kamuoyunda küçük düşürmeye çalışmaktalar. .
Sayın Kılıçdaroğlu’nun her sözüne ve her açıklamasına karşı tavır geliştirerek halk nezdinde güven bunalımı yaratmaya başlamışlardır.
Her kes bu konuyla ilgili yerelde ve genelde aklına eseni söylemeye başladı. Yerli yersiz açıklamalar yapılmakta.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin yanlış anlaşılmasına ve partide kaos yaratmasına sebep olacak şekilde olayları sabote etmekte olan milletvekilleri ve bu anlayışın yereldeki uzantıları ciddi sıkıntılar yaratmaktadır.
Partide ve özellikle genel merkezde bir bölünme, farklılaşma ve ideolojik bakış açılarıyla partinin ekseni konusunda sapma varmış gibi bir görüntü verilerek Sayın Kılıçdaroğlu’yla kazanılan güven yok edilmeye ve esen rüzgâr fırtınaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Asıl hedefte Genel Başkan olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olduğu halde bilinçli ve maksatlı olarak Genel Sekreter Önder Sav hedef tahtasına konmuştur.
Sayın Genel Başkan’a ısrarla şu düşünce enjekte edilmeye çalışılmaktadır: “Tüzük kurultayını toplar, Önder Sav’ı tasfiye ederseniz gerçek lider olursunuz…” Tam seçime giderken resmen bir felaket senaryosu kurgulanmaktadır.
Bu hatalardan hemen vazgeçilmelidir. Amaçları belli olan bu şahıslar arkalarında sakladıkları savaş baltalarını bir daha çıkmamak üzere toprağa gömmelidirler. Yoksa onları bir gün kendi çocukları bile affetmez.
İyi niyetli istek ve talepler şu doğrultuda olmalıdır:
Sayın Kılıçdaroğlu partiyi, bu güne dek çıkar ve ranta bulaşmamış; siyaseti “ihale, iş ve yer kapma” gözlüğünden görmeyen, nitelikli, birikimli, duyarlı kadroları ve pırıl pırıl gençleriyle birlikte ileri taşımalıdır.
CHP; hırçın, kavgacı, çözüm üretmeden uzak, halkın beklentilerine yabancı, tembel, okumayan, araştırmayan, analiz yapamayan, laf ebesi dar kadrolardan uzaklaşmalıdır.
CHP; ülkesini tanımayan, en ücra köşesine kadar gidemeyen, halkın sofrasına oturmayı bilmeyen, otel lobilerinde elinde içki bardağı ile siyaset yapan seçkincilerden ve iş kovalayan siyaset bezirgânlarından arındırılmalıdır.
CHP yıllardır unuttuğu, emekten ve emek örgütlerinden yana tavrını anımsamalıdır. Ve yıllardır AKP’nin sömürdüğü dar gelirliyle, ucuz oy depoları konumuna gelen varoşlarda yaşayan yoksul kitlelerle barışıp kucaklaşmalıdır.
Bu nedenle namuslu ve dürüst insanlar Sayın Kılıçdaroğlu’nu beklentisiz desteklemeli ve kendisine güç katmalıdır.
CHP bundan sonra sevilen, güvenilen ve umut beslenen Genel Başkanıyla bir kadro hareketi oluşturmalı ve partide bundan böyle sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri uygulanır olmalıdır.
Bursa ile ilgili birkaç önerme:
Bursa’daki seçim çalışmalarında bu sefer daha bilimsel yöntemler bulunmalıdır. Bölgelere ve ilçelere göre farklı metodolojiler uygulanmalıdır.
Gerek görev verilenler, gerek görev alanlar; görev aldıkları ilçe-bölge-mahallenin seçmen profilini, ekonomik yapısını, yaşam tarzını öğrenerek onların duyarlılıklarını da dikkate alarak çalışmalara katkı koymalıdırlar.
Çalışmalar sadece seçim zamanına sıkıştırılmamalı; halkla sıcak, içten, samimi ve gerçekçi iletişim sağlanmalıdır.
Çalışmalarda o bölge insanlarına konferans verir gibi, sıkıcı ve anlamsız bir yöntem uygulanmamalıdır.
O insanların dini duyarlılıklarına ve geleneklerine saygısızlık olabilecek tavır ve söylemlerden kaçınılmalıdır.
Bu duyarlılık gösterilirken de asla ucuz oy avcılığı uğruna din istismarına ve laiklik karşıtı tavırlara “siyah çarşafa rozet takma” gibi basit gösterilere tevessül edilmemelidir.
Bu referandum sürecinde de fark edildiği gibi yurttaşların birincil gündemi geçim sıkıntısıdır. İşsizliktir… Gelecek güvencelerinin olmamasıdır.
Yıllardır kardeşi kardeşe vurduran terördür. Akan ülke gençlerinin kanıdır. Ağlayan bu ülkenin analardır.
Zorla iş bulmuş asgari ücrete talim edenlerinde, çoluk çocuğunu doyurup, onları okutamayan ve sağlık güvencesinden yoksun olan insanların çaresi olmaktır.
Çünkü halk ekonomik yönden kendi sorunlarını çözeceğine inandığı partiye oyunu veriyor.
CHP’nin öncelikle bu sorunları çözecek projelerinin olması gerekir. Sadece proje üretmek de yeterli olmaz…
Halk, çözümün gerçekten CHP’de olduğuna inanmalı ve güvenmelidir. Bunun için seçilen kadrolar da gerçekçi olmalıdır.
Popülist söylemlerden uzak durulmalıdır. Ancak halk, umut vadeden, çözüm üreten, geleceğe ışık tutan ve kendine güvenen liderlere güvenmekte ve onun partisine oyunu atmaktadır. Bu durum da dikkate alınmalıdır.
Yine ülkenin çağdaşlaşması ve demokratikleşmesi, özgürlükler ve insan haklarına saygı gibi kavramların savunulması ve halkla birlikte çözüm önerilmesi dikkate alınmalıdır.
Tüm çalışmalarda amaç; anlatmak istediğini ve kendini ifade tarzında en doğru yöntemi bulup hedef kitleye ulaşabilmektir.
Seçilen sloganlar yerli olmalı… Bilinir olmalı… Okunur olmalı… Anlaşılır olmalıdır.
Mutlaka ama mutlaka seçmenle yakın ve sıcak temas sağlanmalıdır. Bir el sıkma, bir omuza dokunuş, gençlerin saçlarını, çocukların yanaklarını okşamayı ve yaşlılara el öperek gösterilecek saygıyı kimse hafife almasın…
Halkla ve seçmenle konuşurken; sade, öz, anlaşılır, esprili, akılda kalan ve en önemlisi içten yani gönülden olunmalı ve o sıcaklık karşıdan hissedilmelidir.
Bu Raporu Yazmamın Gerekçesi:
Bu değerlendirmeleri İl Başkanlığı’nca şahsıma ve referandumda görev verilen 20–25 kadar partili arkadaşa “e-mail” olarak gönderilen aşağıdaki talep doğrultusunda yazdım.
“DEĞERLİ PARTİLİMİZ,
Referandum çalışmaları ile ilgili olarak saha çalışması kapsamında gerçekleştirilen programa katkılarınızdan ötürü öncelikle teşekkür ederim.
Saha çalışmasına ilişkin olarak;
Tespitleriniz, gözlemleriniz ve önerilerinizi içeren bir değerlendirme raporunu bir hafta içinde hazırlamanız, önümüzdeki günlerde referandum ile ilgili yapacağımız geniş katılımlı “Genel Değerlendirme Toplantısı” öncesi bizlere ışık tutmak açısından önemli olacaktır.
Gereği için bilgilerinize rica eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Gürhan AKDOĞAN
CHP Bursa İl Başkanı”
İl Başkan’ımızın istek ve taleplerine uyarak referandumla ilgili değerlendirme raporumu da Sayın Gürhan Akdoğan’ın bilgisi dâhilinde “Genel Değerlendirme” toplantısı” yapılmadan önce, “23 sayfa olarak e-mail” yoluyla teslim ediyorum.
Temennim; görev verilen, hatta sık sık isimleri her ortamda sayılarak onurlandırılan tüm arkadaşların bu tür çalışmaları ciddiye alarak katkı koymalarıdır.
Bu tür çalışmalar fikir jimnastiği yapmamızı sağlayacağı gibi, özellikle gençlerimize ve yeni katılan partililerimize de doğru “rol model” örnekler olacaktır.
Son Söz:
Solculuk bir vicdan meselesidir… Allah hiç kimseyi bu vicdandan yoksun bırakmasın diyorum.
|