Uygarlık ve aydınlık, toplumu çağdaş medeniyetle buluşturabilmek için, geleceği doğru planlayıp çocuklara ve gençlere yapılan yatırımla sağlanabilir.
Çocuklara, gençlere ve ülkelerin geleceğine yapılacak yatırımın temel taşını herkese eşit olanaklarla sağlanacak “modern ve çağdaş eğitim” belirler.
Bu yılda ülkemizde çocuklarımızın geleceğini inşa edecek olan okullar Eylül ayında yeni bir eğitim yılına başladı.
Veliler ve aileler, bu başlangıçtan mutlu, huzurlu ve gelecek için güvenli olması gerekirken; çok büyük bir kesiminde çocuklarının ve ülkenin geleceği için endişe ve korku hâkim olduğu gözleniyor.
Özellikle bu korku, endişe ve güvensizlik duygusu, son on yılda toplumun geniş kesimlerine hâkim oldu.
Ayrıca eğitim ve öğretim yılı yapılan bazı akıl ve mantık dışı açıklamaların gölgesinde anlaşılması zor olan birçok sorunla birlikte başladı.
Oysa geçmiş yıllara göre birçok yerde en azından eğitimde fiziki koşullar; araç-gereç ve derslik bazında daha uygun hale getirilmişti.
Hatta çocukların kırtasiye ve ders kitapları devlet tarafından karşılanarak velilerin yükü azaltılmaya çalışılmıştı.
O halde toplumun çok büyük bir kesimine özellikle kentli, eğitimli, aydın ve sorgulama yapabilme yetisini kazanmış kesiminde egemen olan bu endişenin, kaygının ve güvensizliğin sebebi nedir?
Sebep, yıllardır sağ iktidarların ve son yıllarda da AKP hükümet’inin sistemli ve planlı bir şekilde uyguladığı, cemaatler eliyle dayatılan dini ve inanca eksenli eğitim ve gençlik politikasıdır.
AKP iktidarı, tüm kurumlarda ve toplumda olduğu gibi geleceği kendi inançlarına göre ideolojik bir dizayna sokup “dindar, suskun ve itaatkâr ” bir gençlik yetiştirmeyi amaçlamıştır.
Son on yılda ülkenin temel taşlarını yerinden oynatan dinci ve gerici anlayış; ilmek ilmek örülen bu gizli savaşta en büyük katkıyı cemaatler eliyle sağladı.
Bu anlayış 1 2 Eylül döneminde askeri darbe sonucu ete kemiğe bürünüp, sonrasında gelen hükümetler tarafından desteklenen cemaatlerin AKP iktidarı ile her alana ama en çok da ülkenin asayiş ve eğitim sistemine egemen olmasıyla sağlanmıştır.
Bu gerici ve laiklik karşıtı cemaatler başta Fettullah Gülen tarafından kurdurulan yurtlar, okullar, vakıflar kanalıyla “dindar ve kindar” bir gençlik yetiştirmeye çok uzun süredir aralıksız devam etmektedir.
Gerek AKP iktidarı, gerek cemaatler eli ile yapılanlar, en önemlisi de yaratılan yandaş basın ile yaşamın tüm alanlarında muhafazakârlaştırma ve sorgusuz, sualsiz itaatkâr bir nesil yetiştirme amacı yaşama geçirilmiş ve bu yolda direnen ve bu koşulsuz itaate dayalı sisteme itiraz edebilecek tüm kurumların yaşam hakkı, insanların söz söyleme, karşı koyma olanakları ellerinden alınmıştır.
AKP iktidarı bu yolda hiçbir şeyi rastlantıya bırakmayacak biçimde gençleri kuşatma altına almıştır…
Ülkede halkının büyük çoğunluğu açlık sınırının kat be kat altında yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edilirken Başbakan’ın ısrarla 3 çocuk dayatmasına muhatap olunmasının gerçek sebebi bu amaçtır!
Çünkü yoksulluğun bir kader olduğu, bu dünyada çile çekenin ahrette rahat edeceği (Cennet, Cehennem) beklentileri ile toplum etkisizleştirilirken çocuklar ve gençlerin kaderci olması ve sorgulamadan güce ve otoriteye tabi olması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Bu anlayışta kadınlar ve kız çocuklarının dini argümanlar kullanılarak (kadınların erkeklerle eşit olmadığı ) düşüncesi beyinlerine yerleştirilip bu geriye gidişe sessiz kalmaları ve bu kaderciliğe teslim olmaları sağlanmıştır.
Bir amaç ve plan çerçevesinde uygulanan değişimde kadınlar, kendilerini öteleyen, ikincil kılan ve eve mahkûm etmeye çalışarak muhafazakârlığa dönüşün hedef kitlesini oluşturmaktadırlar.
Kadınlarımızı ve kız çocuklarımızı ev kadını statüsünde edilgen yaşama mahkûm eden ve çok erken yaşta evlenmekten başka seçenek bırakmayan bu zihniyet, aslında geleceği kendi beklentisi doğrultusunda şekillendirmekte ve toplumun tümünü esir almaktadır.
Bunun için İmam Hatip Liselerinin sayısını akıl almaz ölçekte çoğalttırıp en başta buradaki derslerde örtünme gerekliliği öne sürülerek (bireysel özgürlük ve dini mecburiyet (!)) masalıyla kızları kapatmak ve sosyal yaşamın dışına almak amaçlanmış ve cemaatlerinde desteği ile çok önemli bir ivme kazanılmıştır.
AKP Hükümeti’nin ve temsil ettiği zihniyetin amacı gerçekte inancı gereği ibadetini yapan İslam’ın şartlarını yerine getiren bir nesil yetişmesini sağlamak değildir.
Bunun ispatı “Gezi Parkı” olayları sırasında duyarlı gençlere ve (anti-kapitalist Müslümanlara) karşı uyguladıkları amansız mücadele ve şiddetle anlaşılmıştır.
Gericiliğe ve biat anlayışına hizmet eden sisteme karşı mücadele eden öğrencilere ve tüm gençlere bu derece güç ve şiddet kullanan, onları susturan, bastıran, gözaltına aldırıp tutuklatan, ölümlerine sebep olan hükümetlere biat eden ezik bir gençlik “dindar gençlik” olarak sunulmakta ve teşvik edilmektedir.
Başbakanın arzu ettiği gençlik açlığa da bir lokmayla tokluğa da şükreden, otoritenin ağzından çıkan her söze biat eden, tüm haksızlıklara sessiz kalan, yapılan tüm yolsuzluk ve soygunlara suskun kalan ve koşulsuz boyun eğen bir gençlik beklenmektedir.
Her türlü zorluğun, açlığın, yoksulluğun, hastalığın Allahtan geldiğine inanan, sorgulamayan, kendi yoksulluğunun ve çaresizliği karşısında ülkeyi yönetenlerin ve çoluk çocuğunun; sihirli bir el değmişçesine bir anda varsıllaşması, akıl almaz servetler kazanmalarının, “nereden nasıl buldun?” sorusunun cevabını aramayan bir gençlik, ideal ve dindar gençlik olarak nitelenmektedir.
AKP iktidarının ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dindar gençlikten amacı ve arzusu budur…
Zaten Tayyip Erdoğan, partisinin bir gençlik kolları toplantısında “Dilinin, dininin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyoruz” diyerek, dindar gençlikten neyi kast ettiğini ve aslında “dindar değil kindar” bir nesil istediğini açıklamıştı.
AKP iktidarında maksatlı olarak milli bayramların içeriği değiştirilerek özellikle Gençlik ve Spor Bayramı olan 19 Mayıs kutlamalarının Ankara dışındaki illerde stadyumlarda kız ve erkek öğrencilerin birlikte yaptığı başarılı uygulamalarının yapılmasını kaldıran bir yönetmelik çıkarılması bu amaca hizmettir.
İktidar modern yaşama bu derece kafayı takmışken; Türkiye genç işsiz nüfusu sayısı bakımından dünya listelerinin üst sıralarında yer alıyor. Kadınların, ev kadını statüsünde kalmaya teşvik eden şimdide Lisede okurken evlenmeye izin vermek isteyen anlayışın eğitimden neyi amaçladığı ortadadır!
Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği Resmi Gazete’de Yayımlandı. Yeni yönetmelikten lise öğrencilerine evlilik vizesi çıktı. Bu uygulamayla eğitim almak isteyen kızların çoğu da evlenip çoluk çocuk sahibi olmaya özendiriliyor hatta bazı koşullarda da mecbur kılıyorlar!!!!
AKP Hükümeti döneminde toplumun muhafazakârlaştırılması, sosyal yaşamın İslami anlayış çerçevesinde değişmesi, böyle yaşayanların ve çocuklarını bu yola sokanların varsıllaşması ve referans halini alması ve bu anlayışın teşvik edilip ödüllendirilmesi, toplum baskısı oluşturacak düzeyde artmıştır.
AKP iktidarı, hem devleti yeniden yapılandırmaya hemde toplumu dini ve İslami inançlara göre dizayn etmeye çalışmaktadır.
Topluma kendi istediği yaşam biçimini ve anlayışı kabul ettirebilmek için tüm argümanları kullanmaktan çekinmemektedir.
En son örneğini aşağıdaki açıklamada göreceğiz:
Eğitim Senin açıkladığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara tavsiye ettiği sözlükte yer alan: “On beşindeki kız ya erde gerek, ya yerde” sözü aslında insanı insanlığından utandıran niteliktedir.
Bu söze devamla; “kız on beş yaşına ulaştı mı evlendirilmelidir. Evlendirilmez ise anneyi, babayı güç durumda bırakacak çok üzücü olaylar çıkabilir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir” ifadeleri içerdiği şiddet ve barbarlıkla kan donduracak niteliktedir.
Yine Eğitim Sen tarafından yapılan açıklamadan öğreniyoruz:
“ Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın kapağından içeriğine kadar çocukları savaşa ve silahlanmaya teşvik eden ve açıkça “Taliban” propagandası yapan bir şiir kitabını ilkokul 2. sınıf öğrencilerine dağıtılmasının ardından, bu kez de içinde cinsiyetçi, ırkçı ve şiddeti özendiren ifadeler bulunan bir atasözleri ve deyimleri sözlüğünün MEB tarafından okullarda okutulmak üzere tavsiye edildiğini açıkladı.”
Trabzon İl Milli Eğitim Müdürü’nün kız ve erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanarak uyumaya gitmelerinden duyduğu rahatsızlık akılla ve mantıkla izah edilebilir bir düşünce tarzı değildir. Ancak bu anlayış aynı zamanda ülkeyi yönetenlerin isteği ve beklentisidir!
Ayrıca karma öğrenci yurtlarının kaldırılması eğitimde çok yakında haremlik-selamlık uygulamasına da geçilebileceğinin ilk işaretleri olarak algılanmaktadır.
Dinci ve şeriat özlemcisi anlayış ile AKP, yıllardır kadına özgürlüğü ve bireysel hakları sadece başına takacağı türban seviyesinde görmüştür.
Bunun için ölümüne mücadele eden bu anlayış; baş örtmenin kişinin “bireysel özgürlük ve inanç” alanına girdiğini açıklayarak savunusunu yapmıştır.
Aynı anlayış her nedense kız öğrencilerin etek boyunun diz altı veya diz üstü olmasını “ayıp, günah ve ahlaka aykırı” kabul edip yasaklar zinciri ile açıklamaktadır.
AKP’nin eğitim politikalarında ve sosyal yaşamın her alanında geriye gidişi yıllardır gözlüyoruz.
Yeni hedefler arasında okullarda mescit açılması, türbanın imam hatip liselerinde olduğu gibi tüm eğitim kademelerinde serbest bırakılması da bulunuyor.
Bu anlayışın sonucu kara çarşaflı öğretmenler okullarda boy göstermeye başlıyor.
Bir kadın öğretmen inancı gereği (!) bu derece kapanıyorsa; bunun İslam dininin gereği olduğunu söylüyorsa, kapanmamanın günah olduğuna inanıyor veya bunu inandırmaya çalışıyorsa;
Küçücük çocukların beynini böyle cinsiyet üzerinden saçma sapan yasaklarla dolduruyorsa ve Laik bir Cumhuriyette iktidar buna izin verip hatta teşvik ediyorsa bunun adı ileri demokrasi değil istibdat olur…
Ağzı iyi laf yapan yağdanlıkların ve besleme basının ifade ettiği gibi konunun demokrasi ve hoşgörü ile ilgisi yoktur.
Bu durum düpedüz kadını ve kızlarımızı hatta çocuklarımızı yok sayma, yok etme, hatta kadını kendi bedeninden ve öz varlığından utandırmadır. Ve düpedüz insan hakkı ihlalidir…
Unutulmasın ki Anayasamızda da yazdığı gibi Türkiye ‘laik bir cumhuriyettir’.
Sonuç olarak toplumun büyük bir kesimi bu geriye gidişten, çocuklarının beyninin yıkanmasından, örnek model (rol modeli) olması gereken öğretmelerin düşünce yapısından ve dini inançlarını hizmet alanlarına özelliklede eğitim alanına sokmalarından çok rahatsız ve endişelidir.
Özellikle sorgulamanın ve eleştirinin yasak veya günah olduğu, bilginin, bilimin, mantığın, akıl yürütmenin, analiz yapabilmenin olmadığı; koşulsuz inanma ve itaat etmenin istendiği bir sistemde çağdaş ve modern dünyanın kabul ettiği bir eğitim olmaz.
Dinin vesayeti altında İslami ve şerri kurallara göre oluşturulan yeni devlet düzeninin ileri demokrasi olamayacağı açıktır. Bu anlayış olsa olsa istibdat olur diyorum.
Çünkü güç zehirlenmesi yaşayan siyasi otorite, insanların tüm yaşamını kendi inanç ve doğrularına göre belirliyor ve kendi yaşam biçiminin kurallarını insanlara dayatıyor!..
İnsanların yatak odalarına kadar müdahale edip üç çocuk yapın, bu çocukları da sonuç ne olursa olsun normal yolla doğurun diye fetva veriyor.
Açlıktan ölseniz de, çöpten ekmek topluyor olsanız da, inşaatlarda açıkta barınıyor, hiçbir sağlık güvenceniz olmadan yaşamaya çalışıyor ve çocuklarınızı okutamıyor olsanız ve istemeden hamile kalsanızda o çocuğu aldıramazsınız (Yasak) diyor.
Başbakan bir duble içki içeni bile alkolik olarak niteliyor ve içki satış yasağını yasalaştırıyor.
Toplumun izlediği dizilere, tiyatrolara, çağdaş sanatın her dalına müdahale ediyor. Sanat eserlerini “ucube” diye niteliyor ve yıkılmalarını istiyor.
Oysa Başbakan iki yıl önce, “kimsenin inancına, ibadetine, yemesine, içmesine kısıtlama getirmeyen” bir hükümet olduklarını söylüyor, ileri demokrasiden söz ediyor ve özgürlükleri savunuyordu (!)
Artık tüm dünya anlamıştır ki AKP’nin ve Başbakan Tayyip Erdoğan için özgürlük; yalnızca İslami yaşam tarzına uygun davrananlar için geçerlidir.
Van’da deprem oldu 32 kişi öldü, soğuktan ölenler, çadırda çıkan yangında ölen bebeler oldu, Başbakan ağlamadı...
Çukurca’daki 26 güvenlik görevlisinin şehit olduğu hain saldırıda hayatını kaybeden şehitler içinde ağlamadı…
Şırnak Uludere’de sınırdan Ortasu ve Gülyazı köylerine kaçak mazot ve sigara getiren köylüler, F-16’lar tarafından vuruldu. Çoğu genç 35 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Başbakan bu vahşet karşısında da nedense etkilenip ağlamadı.
Kendi ülkesinde, kendine muhalif diye 5 duyarlı genci emniyet güçleri barbarca öldürdü bırakın ağlamayı adeta onlara karşı kan kustu.
Kendi ülkesinde özellikle Gezi olaylarında hunharca öldürülen fidanları söz konusu bile etmeyen Başbakan Mısırdaki MÜSLÜMAN KARDEŞLER için ağlıyor!!!
Kendi evlatlarına ağlamayan Başbakan Tayyip Erdoğan, Müslüman Kardeşler Teşkilatı liderlerinden Muhammed el-Bilteci’nin Mısır’daki olaylar sırasında ölen kızı Esma’ya yazdığı veda mektubunu dinlerken çıktığı TV’lerde gözyaşlarını tutamadı ve acı çekerek ağladı.
Bu koşullarda her alanda tek söz sahibi olan Erdoğan’ın ağzından çıkan tüm sözleri kanun sayılır hale gelmiş bir ülkede eğitimin sağlıklı yürüdüğünü düşünmek abesle iştigaldir.
Çünkü eğitimle amaçlanan, en başta özgür ve çağdaş bir insan yetiştirme arzusu değildir.
Gelişmiş ve insan haklarına saygılı, özgürlükleri güvence altına almış ülkelere bakıldığında hepsinin bilimi, teknolojiyi ve üretimi esas alan ülkeler olduğunu görüyoruz.
Bu ülkelerin eğitim sistemleri incelendiğinde; bilime dayalı, yeniliklere açık, sorgulayan, düşünen, analiz yapan, eleştiren, itiraz edebilen, akıl yolu ve mantığın egemen olduğu, özgürlüklerin (türbanla) sınırlanmadığı, üretime dayalı, uygulamalar olduğu görülmektedir.
Çünkü eğitimle ülkelerin geleceği en azından elli, hatta yüzyılı planlanmakta ve yaşam tarzları biçimlenmektedir.
Bu nedenle eğitimde en başta ülke olarak amacımız; çocuklarımıza insanı, hayvanı doğayı koşulsuz sevip saygı duymayı öğretmek olmalıdır.
Ayrıca çocuklarımıza ve gençlerimize, hiç kimseyi ötekileştirmeden; ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ve siyasi tercihleri ve ideolojik farklılıklarına bakmadan sevip saygı duymayı öğretmeliyiz.
Bir Başbakan çıkıp TV’lerde günlerce en üst perdeden bağırıp meydan okuyarak, herhangi bir konuda itirazlarını bildiren, farklılıklarını ortaya koyan veya demokratik haklarını kullanmak isteyen insanları “Çapulcular, Vandallar, anarşistler, bölücüler” vs gibi suçlayıcı sözlerle itham etmemeli…
Bir Başbakan, Gezi Parkı direnişindeki gençleri ve duyarlı insanları hedefine koyup, “Ben yanımdaki %50 halkı zor tutuyorum” gibi tahrik edici ve şiddeti özendiren tavırlarla konuşuyorsa; o ülkede gelecekte, bugünde, yarınlarda karartılmıştır.
Bu anlayışın egemen olduğu ülkede aydınlıklar karanlığa dönüşür. Karanlıkta çağdaş ve uygar bir eğitim olmaz. Karanlıklar aydınlığa dönmez.
Bu koşullarda aklı başında, hümanist, laik, bilimsel, üretken eğitim ilkeleriyle çocuklarımıza ve gençlerimize bilimi, insanlığı, halkları ve en başta da barışı seven uygarlığın yolunda yürüyen gençleri yetiştiremeyiz.
Karanlıkta ancak anarşistler, suç örgütleri, çeteler, derin devlet tetikçileri, intikam tugayları ile yobazlar ile canlı bombalar eğitilebilir.
Aydınlıklar karanlığa dönüşünce bilim reddedilir. Dogmalar egemen olur. İnsanlar bir kez daha kulluğa ve biat kültürüne mahkûm edilir.
Tıpkı Ömer Tuğrul İnançer gibi!
Kendileri Cerrahi Tarikatı şeyhlerinden ve kendisinin tasavvuf düşünürü olduğunu iddia eden ve adaleti sağlamak için okuyup avukat olmuş bir zattır.
Bu şahısın devletin televizyonlarına çıkıp akıl ve bilimi dışlayarak yalnızca inançla hareket eden bir kafayla saçma sapan konuşmasına olanak tanınır:
Ömer Tuğrul İnançer TRT’nin ramazan programında “Hamile kadınların sokakta gezmesi terbiyesizliktir” diyor. Kadının ekonomik özgürlüğünü “aldatmaca” olarak adlandırıyor. “Çalışan kadınların yuvasını dağıttığını” iddia ediyor.
İnançer ayrıca “Eş yoktur, zevce vardır” diyor.
Sözlerine şöyle devam ediyor; “Kocasına muhtaç değil ama elin adamının patronunun hizmetinde olmayı haysiyetine uygun buluyor. Kocasının emrinde olmayı haysiyetine uygun bulmuyor...” gibi saçma sapan düşüncelerini devlet TV’lerinde milyonlarla paylaşmasına olanak veriliyor.
AKP iktidarında bir yanda cemaatler, bir yanda tüm okulları imam hatipleştirmeyi hedefleyen Milli Eğitim Bakanlığı…
AKP ve cemaatler okulları tam anlamıyla kontrol altına almanın yarışında. Hükümet-cemaat kavgasına göre eğitimde de düzenlemeler yapıyor. Üstelik bunları yaparken “büyük reform” diye de yutturuyorlar.
İktidara yandaşı medya organlarında hükümetin bütün uygulamalarını övme, yapılan hataların üstünü örtüp görmeme, Başbakan’a kalkan olma gibi bir durum ortaya çıkıyor.
Bu durum geleceğimiz için çok endişe vericidir. Otoriteye ve güce tapınma durumu meydana gelmiştir.
Basınımız, görsel medyamız, iş dünyamız, siyasetimiz acz içindedir. Sivil toplum örgütlerimiz suskundur! Bir lokma, bir hırka anlayışıyla afyonlanan halk biçere bir durumdadır…
Demokratik sistem ve kültür yok edilmiş. Laiklik anlayışı ve hukuk devleti iktidarın emrinde kadük bir konumdadır. ... Eğitim sistemimiz yazboz tahtasına dönmüş, iktidarın arzusuna göre şekil alıp yön değiştiriyor.
Sözü ve yazıyı çok uzattık ama sorunlar çok çözüm yolunu anlamaya niyet yok. Kulaklar sağır, gözler kör, vicdanlar sızlamaz olmuş.
Her şeye karşın uyarmak zorundayız. Yazmak zorundayız… Sesimizi çıkarmak ve bu karanlık gidişe dur demek zorundayız.
Bu nedenle nefes alabilen, akıl sağlığı yerinde ve gelecekten endişe duymak istemeyen tüm yurttaşlarımızın, çocuklarımızın ve toplumun geleceği için asla teslim olmadan ve pes etmeden çabalamaları gerekmektedir.
Çocuklarımızı birer robot olmaktan ve bilgiyi yarış atı gibi birbirini geçmek, zaman zamanda yok etmek için kullanmaktan kurtarmalıyız.
Eğitim ve öğretimi, dünyayı ateşe verenlerin, mazlum ülkelerde halka kan kusturan diktatörlerin ve onların hizmet ettiği Emperyal sistemin hizmetinden kurtarmalıyız.
Kendi çıkarları için ülkeleri ateşe verenlerin, mazlum halkaları katledenlerin ve dünyayı ateş topuna çevirenlerin ve onlara hizmet eden işbirlikçilerinin de çok önemli bir bölümünün eğitimli olduğunu unutmadan eğitim anlayışımızı sevginin ve insanlığa hizmetin doğrusunda kurumsallaştırmalıyız.
Bunun için Atatürk’ün açtığı “yurtta barış, dünyada barış” yolunda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmek için hiç vazgeçmeden çocuklarımızı sevgi ile ve bilimin ışığında eğitmeliyiz.
Kalkınmış ve söz sahibi bir ülke olabilmek için; “özgür birey, örgütlü toplum, demokratik devlet” anlayışında, laik, çağdaş bir hukuk devletinde eşit ve eğitimli yurttaşlar yetiştirebilmek için karanlığa gidişe artık dur demeliyiz.
Bütün anne babalar, ülkeleri yönetenler ve bu ülke için sözü olanlar, bu ideallere hizmet etmek zorundalardır.
Eğitimde öncelikli hedef; iyi yarış atları yetiştirmek olmamalıdır. Öncelik çağdaş ve uygar insan yetiştirmek olmalıdır.
Birbirini düşman gibi gören, farklılıkların zenginlik olduğunu anlamayan, başarıya ve hedefe ulaşabilmek için her yol mubah diyen, başarıyı sadece güç ve parada arayan bir gençlik felakete sebep olur.
Sonuç olarak eğitim ve öğretim, bilimin ışığında, mantık çerçevesinde ve çağdaşlık arzusu ile gelişmişlik ölçeğinde yapılır ve bilgi, idealler ve güzel amaçlar için insanlığın hizmetinde kullanılırsa hem doğru insanlar yetişir hem o ülke aydınlığa çıkar.
İşte o zaman Türkiye güçlü, örnek ve lider ülke olabilir.
Demokrasiyi içine sindiren ve halkına bilimin ışığında dogmalardan uzak hizmet eden ve kardeşlik ve barışı hâkim kılan liderler ancak Mustafa Kemal Atatürk gibi dünyada saygı gören lider olurlar...
Güler Buğday.
.
|