İletilerinizi bekliyorum...

gulerbugday113@gmail.com

Facebook

    (Güler Buğday)

Twitter

    twitter.com/gulerbugday

 

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI

25 Kasım 2015 Çarşamba, 16:29

Cumhuriyeti kuran parti, artık laik cumhuriyeti yıkanlara, tek adam diktasını dayatanlara ve korku imparatorluğu yaratanlara engel olamıyor!

Bursa Bamsz | letiim | zgemiim | Kitaplarm | Hakkmda Yazlanlar | Animasyonlu iirler

Ana Menü

» Ana Sayfa

» Haberler

» Yazılarım

» Yazarlar

» İletişim

» Künye

» Bize Yazın

» Bağlantılar

ATATÜRK Diyor Ki;

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

YAZILARIM

Beşinci kattan aşağıya düşmek kaç saniye tutar acaba?

07 Ekim 2011 Cuma, 10:40

Sevgili dost okurlar, sabrınız yeter vicdanınız da isyan etmezse lütfen okuyun ve o karanlık günleri, hesabı sorulmayan vahşet yıllarını bir kez daha anımsayın…

Sevgili dost okurlar, sabrınız yeter vicdanınız da isyan etmezse lütfen okuyun ve o karanlık günleri, hesabı sorulmayan vahşet yıllarını bir kez daha anımsayın…

12 Eylül Faşist darbesinde Bursa Emniyet Müdürlüğü'nün 5. katından atılarak öldürülen Avukat Ahmet Hilmi Feyzioğlu’nun anısına.!!!!

“Umarım tüm devrimciler, solcular, demokratlar, aydınlar, onurlu, namuslu, özgür düşünebilen bütün insanlar, uğruna ölümü göze aldığın idealleri yok etmezler. Korkunun, karanlığın gölgesinde tutsak yaşamayı, insanca, onurluca ölebilmeye ‘berdel’ etmezler!..”


4 Ekim 2001 tarihinde Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şubesi üyelerinin 1980 yılında Bursa Emniyet Müdürlüğü'nün 5. katından atılarak öldürüldüğünü iddia ettikleri Avukat Ahmet Hilmi Feyzioğlu için 31 yıl aradan sonra suç duyurusunda bulunduklarını ve “ADALET İSTİYORUZ” haykırışı ile yaptıkları basın açıklamasını okurlarımızla paylaşmıştık.

Bu gün sizlere Mephisto Yayınlarından çıkmış olan ve 12 Eylül Faşist Darbesini anlatan romanım “Anemimde Başını Ezeler mi?” den, Sevgili Yiğit Yoldaşımız “Avukat Ahmet Hilmi Feyzioğlu” cinayetinin anlatıldığı bir bölümü paylaşacağım.

Konu bir romanda işlendiği için mekân ve şahıs isimleri farklı olsa da yaşananlar ve anlatılanlar gerçektir.

Öyle gerçektir ki yıllar sonra gelen bir telefonda bir tanığın ağlayan sesiyle bu vahşeti bir kez daha dinlemiş bir insan olarak bu bölümü paylaşmak istedim.

Yıllar sonra olayı doğrulayan görgü tanığı telefonda ağlıyordu:

Can yoldaşım, dostum, güzel ve örnek insan eşim Mehmet Buğday’ı haksız bir şekilde kaybetmenin bende yarattığı depresyon günlerindeydim.

Telefonum çaldı karşımda bir bayan heyecanlı bir sesle konuşuyordu. Önce konuyu ve kim olduğunu anlayamadım…

Bana akıl almaz övgüler yağdırıyor ve sürekli kutluyordu.
Bir yandan da:

“- İnanın sabaha kadar elimden bırakmadan okudum. Hem okudum hem ağladım… Ne kadar doğru ve gerçek yazdıklarınız...”

-Affedersiniz kiminle görüşüyorum sesinizi alamadım… Teşekkür ederim övgülerinize ama neden bunları bana söylediniz inanın anlayamadım” demiştim.

Karşımdaki bayan o zaman bir soluk aldı ve bana;

“Ben şu an emekli bir öğretmenim… Dün gece sizin “Aneminde Başını Ezerler mi?” isimli romanınızı sabaha kadar ağlayarak okuyup bitirdim… Bu günde sizi bulmak için yayınevini aradım ama sonuçta telefonunuzu “Sosyal Demokrasi Vakfı’ndan” aldım. Sizi binlerce kez kutluyorum.
Özellikle de gözlerimle tanık olduğum bir cinayeti yüreklice yazdığınız için…

Bu sözler üzerine hangi cinayeti anlatmak istediğini öğrenmek için kendisine:

“Siz benim yazdığım hangi olayın tanığı oldunuz kusura bakmayın biraz sıkıntılı günler geçiriyorum bu nedenle anlayamadım”diye sordum.

\'Ben akıl almaz işkenceler yapılarak öldürülen ve sonrada Bursa Emniyetinin 5. katından atılan “Avukat Ahmet Hilmi Feyzioğlu” cinayetini gördüm.
İşittiklerime inanamaıştım...

“Gerçek mi söyledikleriniz anlatır mısınız gördüklerinizi….”

“O zaman ben Bursa Eğitim Enstütsünde öğrenciydim. Gözaltındaydık. O kadar ağır işkence yaptılar ki koma durumundaydım… Bu nedenle beni umursamadılar. Gözümün önünden kollarından sürüyerek geçirip o dağ gibi adamı aşağı attılar…”

Karşımda artık konuşamayan ve sürekli ağlayan bir kadın vardı. İçimizdeki acı o derece yoğunlaşmıştı ki artık ikimizde o günlere geri gitmiştik…

Birbirimize baş sağlığı diledik.. Herkes her şeyi unuttu diye isyan ettik!!! Ve telefonu kapattık...

Hala kendime kızarım bu emekli öğretmenin ismi neydi? Telefonu neydi? O günlerde içinde bulunduğun bunalım bana bu hatayı yaptırmıştı ama bu telefonu ve o acıyı hala içinde yaşayan o emekli öğretmeni de unutamadım.

Bu bilgiden sonra hiç yorumsuz olarak romandaki o bölümü sizlerle paylaşıyorum:


ANNEMİNDE BAŞINI EZERLER Mİ?
MEPHİSTO YAYINLARI SAYFA 192

TAŞ BİNADA ÖĞRENİLEN CİNAYET

12 Eylül cuntası dişlerini acımasızca göstermeye başlamıştı. Darbenin üzerinden günler geçtikçe, yapılanlar su yüzüne çıkıyordu. Bu arada insanlar tarihi taş binaya ve oradaki ortama alışmış görünüyorlardı. Müşteri sayısı bayağı artmıştı.

Gülgün içeri girdiğinde, sigara içen biri olmasına karşın dumandan boğulacağını sandı. Oturanların yüzleri seçmek neredeyse olanaksızdı. Bir süre gözlerini kısarak, ortama uyum sağlamaya çalıştı. Aradığı arkadaşlarını görmüştü.

İlginç olan; sanki önemli bir toplantı yapılacakmış gibi, hemen hemen herkesin salonda hazır bulunmasıydı. Bu durum tesadüf olamazdı! Durum nazikti anlaşılan!
Beş altı masada kendi arkadaşları, öteki masalarda da siyaseten yakın oldukları gruplardan dostları vardı.
Birkaç adım ilerledi. İnsanların yüzleri huzursuzdu. Hararetli hararetli konuşuyorlardı. Gülgün, hangi masaya oturacağına karar veremedi. Birden, uzun zamandır görmediği Kemal’i fark etti.

Kemal Devyol’dandı. Çevresinde ‘Goşist Kemal’ olarak bilinir, tavırları yüzünden pek sevilmezdi.
İnsanların çoğu uzak dururdu ondan.

Gülgün için durum farklıydı. Çünkü Kemal de beden eğitimi öğretmeniydi. Onunla mesleki sorunları tartışıp paylaşabiliyordu. Aralarındaki dostluk, meslektaş olmalarından kaynaklanıyordu biraz da. Buna rağmen Kemal, Gülgün’ün siyasi anlayışına, benimsediği grup ve partiye sürekli çatar, takılır ve bundan büyük keyif alırdı.

Her fırsatta, “Ablacığım, sen yiğit, yürekli bir kadınsın. Ne işin var bu revizyonistlerin arasında? Sana yakışıyor mu bu pasifistlerle solculuk oynamak?” diyerek Gülgün’ü kızdırmaya çalışırdı.

Kendi siyasi anlayışının, ideolojisinin gücünü ve önemini anlatmak için de, “Devrim yapıp komünist sistemi kurmak sizinkiler gibi korkakların, düzenin suyuna kaşık sallayanların yapacağı iş değil. Gel katıl bize!.. Bu iş bum... bum.. bum... ile çözülecek!” der dururdu.

Kemal bekâr ve yakışıklı bir gençti. Bu yüzden pek çok kız asılırdı ona. Ama o hiçbirine yüz vermez, ilgilenmezdi. “Neden böylesin?” diyenlere de, “Devrimi yapmadan, komünist düzeni kurmadan evlenmeyeceğim! Bu faşistlere kendi çocuklarımı yedirmeyeceğim!” yanıtını verirdi.

Gülgün’ü, durmadan eleştirdiği, beğenmediği gruplardan, insanlardan farklı tutar, ona özel bir saygı duyardı. Gülgün’den iki yaş küçük olmasına karşın, ona hitap ederken “yiğit ablam” derdi.

Kemal, Gülgün’ü fark edince hemen ayağa kalktı, elini kaldırarak yanlarına gelmesini işaret etti. Oturmadan önce, yan masadan Gülgün için bir sandalye çekti. Gülgün, kendi arkadaşlarıyla işaretleşip selamlaştıktan sonra Kemal’in masasına yürüdü. İki dost coşkuyla birbirlerine sarıldılar, öpüştüler.

Gülgün’ün, insanlar üzerinde görünmeyen bir otoritesi vardı. Düşündüğünü dobra dobra söylediği için hemen herkes çekinirdi ondan. “Hata yaparsam beni rezil eder” diye düşünür, onun yanında dikkatli davranmaya çalışırdı.

Goşit Kemal bile, “Senden çekindiğim kadar kimseden çekinmem!” der dururdu. Gülgün, Kemal’i kızdırmak için sohbete espriyle başladı.

– Oğlum bu ne iştir, anlayamadım. Sen hâlâ dışarda mısın? Ne o, yoksa sen de bizler gibi revizyonist, pasifist, yani koftiden solcu mu oldun?

– Yapma be ablam!.. Ayıpsın! Sen kardeşini tanımaz mısın? İlla da içeri girmem gerekiyorsa, bu iş seni mutlu edecekse, güzel hatırın için şimdi gidip Heykel’de, Hitler bozması şu heriflerin yedi sülalesine selam yollayıvereyim!

Üzülme yiğit ablam, telaş etme boşuna. Bizleri de alıp camdan atacakları, sonra da intihar süsü verip sizleri bile inandıracakları gün yakındır!..

Belki yarın, belki yarından da yakındır! Eğer bir yolunu bulup kapağı dışarı atamazsak sonumuz Ahmet’ten farklı olmaz!

– Ne demek istedin şimdi? Nereden çıkardın camdan atmayı? İçeri almayı anladım da, camdan atma, intihar süsü verme neyin nesi? Hadi işkence, elektrik, falaka, münasip yerlere cop sokma, tazyikli su, karnına kum torbası koyup üzerinde boks yapma, falan filan... Bunlar malum. Camdan atma atraksiyonları yeni numaraları mı?

Darbeden sonraki günlerde, Bursa’da son derece ciddi olaylar olmuştu. Kamuoyu bunlardan haberli değildi henüz. Birtakım insanların içeri alındığı biliniyor, bazıları hakkında da yeni yeni bilgi sahibi olunuyordu.

Olayların biraz geç öğrenilmesinin nedeni; şehrin sosyal ve kültürel yapısında son yıllarda görülen değişim ve hızla artan nüfusuydu.
Bursa son yıllarda hızla sanayileşen ve büyük oranda göç alan bir kent olmuştu.
Varoşlar birer Doğu Anadolu kasabasını andırıyordu. Ağırlıklı olarak Artvin, Muş, Erzurum, Diyarbakır, Siirt, Bingöl illerinden yoğun göç vardı. Ayrıca eskiden beri, Balkan göçmenlerinin ilk adresi Bursa’ydı. Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelenlerin yanında, Yugoslav ve Arnavut göçmenlerin sayısı da durmadan artıyordu.

Balkanlar’dan gelenler, daha bir içtenlikte benimsenip kabul görüyordu. Uyum ve iş sorunlarını çözebilmek için dernekler kuruluyor, parlamenterlerin, belediyelerin ve bazı ekonomik güç odaklarının hizmet yarışından olabildiğince yararlanıyorlardı.

Doğu ve Güneydoğu’dan gelenler için durum farklıydı. Onlar ‘kara’ yapılı, sert ve kavgacı görünümlü, istenmeyen göçmenlerdi! Kent halkıyla kaynaşıp bütünleşmeleri çok zordu. Benimsenmiyorlardı. Terörün, anarşinin, yozlaşan kültürel yapının sorumluları gibi görülüyorlardı.

Oy kaygısı nedeniyle açıkça söylenmese de, toplumda bu konuda oluşmuş ‘zımni bir kanaat’ vardı. İstenmeden gelen, kentin topraklarını yağmalayan, doğasını bozan, her yeri gecekondularla, barakalarla, derme çatma binalarla dolduranlar hep bu ‘kara’ insanlardı! Yemeleri içmeleri, giyim kuşamları da farklıydı!

Bozuk ve anlaşılmaz Türkçeleri ile kentin kültürünü yozlaştırıran, kirleten ‘istilacılar’ olarak ün salmışlardı! Fabrikalara, resmi kurumlara eleman alınırken Balkan göçmenlerine sağlanan koruma, kollama ve tercih, ne yazık ki Doğu Anadolu’dan gelen, ağırlıkla Kürt kökenli olan bu insanlara sağlanmıyordu!

Bu insanlar, evsiz barksızdı, eğitimden nasiplerini almadan, sosyal güvenceleri olmadan, bulabildikleri inşaat işlerinde çalışıyorlardı.

Yine de, sağ görüşlü siyasilerin emek ve hizmet sunmadan en ucuza elde edebildikleri oy depolarıydılar.

Onlar, Bu kente ve bu kentte yaşayan insanların kültürüne, sosyal yaşamına yabancıydılar. Bu insanların evlerinde, okula gitmeyen, eğitilmeyen, işsiz güçsüz, mesleksiz en az yedi sekiz çocukları vardı. Bu insanlar işsizdi, parasızdı, uyumsuzdu, kavgacı ve isyankârdı! Yani potansiyel ‘suçlulardı’!..

Gülgün pek bir şey anlamadığı Kemal’in sözlerinden anlam çıkarmaya çalıştı.

Eğer dediklerinde gerçek payı varsa! Böyle bir şey olmuşsa, bu mutlaka Doğudan gelen, ‘Kürt orijinli’ oldukları için suçlu sayılabilecek gençlerden birinin başına gelmiştir diye düşündü! Kemal, olayı Gülgün’ün henüz öğrenmediğini anladı.

– Abla, sizler uyuyor musunuz? Yoksa kulaklarınız sağır, gözleriniz kör mü? Siyasetiniz, darbeyi destekliyor mu acaba? Malum, sizin parti TC’nin ‘legal’, izinli, onaylı partisidir!.. Baksana, genel başkanınız, merkezdeki yöneticileriniz bile içeri alınmadı! Aranmıyorlar galiba!.. Ya da ben duymadım henüz!..

– Kemal... Allah aşkına, ucuz politikayı, siyasi linç mantığını bu dönemde yapmayın bari. Demin sözünü ettiğin olayı anlat. İnan hiçbir şey duymadım, bilmiyorum. Arkadaşlar da bir şey duymamışlar. Aksi halde kesin haberim olurdu!.. Kimi atmışlar? Nerden atmışlar?

– Kimi olacak, Ahmet’i...

– Hangi Ahmet? Nerede olmuş bu olay? Ne zaman olmuş? Söylesene Allahın belası, çıldırtma insanı!..

Goşist Kemal’in sözünü ettiği kişi, 12 Eylül’den sonra veya ekim başında, gözaltına ilk alınanlardan TKP’li Avukat Ahmet Hilmi Fevzioğlu’ndan başkası değildi!.. Olay ya çok yeni olmuştu ya da dışarıya yeni yansımıştı!..

– Ablam, sen TKP’li Ahmet’i tanımıyor olamazsın! Gözaltındaydı! Hani şu meşhur beşinci katta, malum şubede sorgudaydı. Duymadın mı gerçekten?
Gülgün durumu anlamıştı “Olamaz!.. Olamaz!..” diye haykırdı. Öyle acı bir çığlık atmıştı, masalarda oturanlar ister istemez başlarını onlara doğru çevirdiler.

Pek çok kişinin bildiği, kahrolduğu, hemen hemen tüm masaların gündemindeki bu korkunç olayı Gülgün’ün de öğrenip isyan ettiğini anlamışlardı. Gülgün yanlış anlamışımdır umuduyla Kemal’e döndü.

– Yavrucuğum, içeri alındığını biliyorum. Duymuştum! Ama başka bir gelişmeden inan ki haberim yok! Söylediklerin gerçek mi? Şu olayı bana anlatır mısın lütfen? Nasıl olmuş bu iş? Ciddiyeti var mı böyle bir şeyin?

– Var ablacığım var... Hem de bal gibi var. Sizler daha uyuyun bakalım!.. Dağ gibi adam sakat haliyle, sıçrayıp zıplamış da, Emniyetin beşinci katından, kıç kadar pencereden kendisini aşağıya atmış!.. Bu işe insanlar değil kargalar bile güler!.. Şerrefsizlerr!..

– Olmaz böyle şey! Buna cinayet bile diyemez insan. Tek kelimeyle vahşet bu. Peki resmi bir açıklama yapmamışlar mı?

– Yahu sen de bir âlemsin! Yiğit ablam, güzel ablam, ne diyecekler? Biz öldürdük, camdan attık, işkence yaparken becerdik, diyecek halleri yok ya! Bunalım geçirdi, kendini camdan attı diyeceklerdir elbette!.. Aslında ne dediklerini bilmiyorum, bilmek de istemiyorum!.. Bu aşağılıkların uyduracakları masallara karnım tok benim!..

Gülgün duyduklarına inanmak istemiyordu. “İnsanın aklı almıyor, yaptıklarının Nazilerden farkı yok” diye düşündü! İliklerine kadar titrediğini hissetti. Kemal’e dönerek sordu:

– Peki arkadaşlar da öğrendiler mi durumu? Yoksa yalnız sen mi biliyorsun?

– Buradaki arkadaşların bir kısmı öğrenmişler. Bazılarına da ben anlattım.
“Zavallı Ahmet! Hiç hak etmedin böyle bir ölümü. Böyle bir son, sana değil, sana kıyan cellatlara, canavarlara yakışır ancak. Rahmetli anneannem, iyi bir insan öldüğünde, Tanrı sevdiği kulunu yanına alır, derdi. Keşke tanrı solcuları bu kadar çok sevmekten vazgeçse!.. Yüce adaletini gösterip, biraz da sağcıları, faşistleri, hele hele darbe yapmaktan yorgun düşen cuntacı paşalarımızı sevse ne olur!.. Ahmet’e en son, darbeden birkaç gün önce Heykel’de rastlamıştım. Senin partin benim partim esprisiyle şakalaşmıştık. Mümkün mü o fizik yapısıyla camdan atlaması? Bu imkânsız. Galiba Kemal haklı söylediklerinde! Darbeciler kana bulaştıkça, kanı kokladıkça, kan gölünü denize, okyanusa çevirmeye başladılar. Bu gidişle 12 Mart’a rahmet okutacaklar!..”

Ahmet, baroya kayıtlı olan, herkesin tanıdığı, sevdiği, saygı duyduğu bir avukattı. En azından sahip çıkacak yasal ve saygın bir sivil toplum örgütünün, baronun kayıtlı üyesiydi. Ona bu vahşeti reva görenler, bu durumda sahipsiz, sıradan insanlara neler yapmazlardı?

– Kemal, ben çok kötü oldum! Biraz bizimkilerin yanına geçeceğim. Başkanla, arkadaşlarla konuşayım. Gel sana bir sarılayım, deli oğlan! Kendine iyi bak! Sakın lüzumsuz bir maceraya kalkma! Durumu görüyorsun!..

Gülgün ve Kemal, birbirlerinin ellerini tutarak, sevgi ve dostlukla bakıştılar. Gülgün bir ara, uzun boylu delikanlıyı bir çocuk gibi kendine çekip başını göğsüne dayadı, saçlarını okşadı.

– Sakın... sakın ola bir delilik yapmayasın! Ortalarda çok dolaşma Goşist Kemal! Beni arkandan ağlatma! Bu durum ne senin devrimciliğine, ne bana yakışır. Hoşça kal dostum!..

Gülgün, arkadaşlarının masasına gidip acıyla çöktü.

– Merhaba dostlar! Başımız sağ olsun! Kemal’den öğrendim olayı. Başkan, bu olay doğru mu? Bir türlü inanamıyorum! Bir şey yapılmayacak mı bu durumda?

– Maalesef doğru Gülgün. Hiçbir şey yapamıyoruz. Elimiz kolumuz bağlı. Her şey yasak! Maalesef arkasından sadece avratlar gibi ağıt yakabiliyoruz!..
Masa oldukça kalabalıktı. Metin de masadaydı. Aralarındaki gerginliği belli etmemeye çalıştılar. Hatta Gülgün masaya yaklaşırken, Metin boş bir sandalyeyi yanına çekerek onun oturmasını sağlamıştı. Bakışlarında dostluk vardı. Gülgün’e dönerek,

– Hoş geldin bacım, dedi. Görüyorsun, dünya çok acımasız ve yaşam çok kısa! Birbirimizin kıymetini bilelim. İnsan böyle bir olayı yaşayınca çok acı çekiyor, içi sızlıyor!.. Mert nasıl? Başkan söyledi. Size de saldırmaya başlamış namussuzlar! Sakın oyuna gelmeyesiniz! Bu adamlardan her türlü rezillik, puştluk beklenir.

Gülgün, günlerdir aralarındaki buzları eritmeye çalışan Metin’in bu samimi ve duyarlı davranışından etkilenmişti. Metin’in elini tutup, “Haklısın dostum. Boşuna yıkıp viran etmeyelim emeklerimizle, çıkarsız sevgilerle beslediğimiz dostluklarımızı!..”

Nazmi, Metin’le Gülgün’ün aralarındaki buzların erimeye başladığını görünce sevindi. Gülgün’e dönerek,

– Gülgün, Bursa’da yeni içeri almalar, toplamalar yoğunlaşmaya başlamış, dedi. Kimi niye aldıkları da belli değil. CHP’den bile bazı insanları içeri almışlar! Sen avukat Yahya beyi bilirsin. Onu da almışlar geçen gün.
– Nazmi, sözünü ettiğin avukat Yahya Yıldırım mı?

– Evet o!

– Hay Allah!.. Onu ne demeye almışlar? Niye şaşırıyorum ki! Adamlar kaçın kurrası! Herhalde önce hukukçuların işini bitirecekler! Dava açacak adam, savunma yapacak kimse kalmasın istiyorlar!..

Zaten hukukun askıya alındığı ortamlarda, dava açmanın bir mantığı olabilir mi? İnsanlar bağımsız mahkemelerde haklarını arayabilirler mi? Bağımsız yargıçlar hür iradeleri ile davalara bakabilirler mi? Arkadaşlar, bunların gerçek amacı topluma gözdağı vermek! “Aklınızı başınıza alın! Biz ne yaparsak alkışlayın, onaylayın. İstediğimiz koşullara kuzu kuzu uyun, yoksa sizleri bütün konukseverliğimizle buyur eder, ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirir, haddinizi bildiririz!” demek istiyorlar.

Amaçları bu tür sade demokrat insanları da alıp, toplumu iyice pasifize etmek ve korkutmak. Bizleri korkutmaya, yıldırmaya nasıl olsa güçleri yetmiyor!.. Bunu 12 Mart’ta denediler. Aslında sonuç onlar için fiyasko oldu. Asıp öldürdükleri, ortadan kaldırdıkları geçler insanların gönlünde ölümsüzleşti, birer sönmeyen ışık oldu.

Konuşmaları dinleyen başkan da lafa girdi.
– Haklısın Gülgün. Yurtseverleri, solcuları yalnız ve desteksiz bırakmak için yapıyorlar bunları. Yahya beyi de bunun için aldılar. “Solcuların davalarına neden giriyorsun? Özellikle de, TKP’lilerin davalarına girmekteki amacın ne?” diye sorgulamışlar. Neyse ki zor kullanma veya işkence yapılmamış. Darbeden on gün kadar sonra almışlar, üç gün tutup bırakmışlar.

Melih, kendi gruplarından olan Harun’un, birkaç dakikadır kulağına fısıltıyla anlattıklarını dinliyordu. Yahya beyden söz edildiğini duyunca, başını masadakilere çevirdi.

– Ben kendisini çıktıktan sonra gördüm, konuştuk. Daha doğrusu yolda rastladım. Olanları açık açık anlattı.
Metin, sitemli bir bakışla Melih’e sordu:
– Madem gördün konuştun, bizlere niye söylemedin arkadaş? Niye bilgi vermedin?

– Olayı çok önemli bulmadım! Daha doğrusu; Yahya bey, amaçlarının bilgi almak olduğunu söyleyince, ben de önemsemedim!.. Kendisini cezaevinde bir müvekkili ile görüşme yaparken almışlar.

O da bunu, sıradan bir espri, bir gırgır sanmış. Sivil polisleri ciddiye bile almamış. Şaka yapıyorlar diye düşünmüş! Sonra gelenlerden ısrarla kimliklerini göstermelerini istemiş. Onlar da gösterince vaziyeti anlamış! Arabada giderken polislerden birinin elinde bir liste olduğunu görmüş. “Sanırım içeri alınacakların listesiydi” dedi bana.

Kendisi kötü muamele görmemiş ama, içerdekilere çok işkence yapıldığını söyledi.

Gülgün konuşulanları duymuyor, anlamıyor gibiydi. Ahmet Fevzioğlu’nu düşünüyordu. Uzun boyu, kilolu bir fiziği vardı. Mavi Köşe’de, yani partide yapılan bir toplantıdaki hali canlandı gözlerinin önünde. Siyah deri koltukta bacak bacak üstüne atmış, geriye kaykılmıştı...
Birden, “hangi bacağı sakattı?” sorusu geçti zihninden. Sanki bir önemi varmış gibi!..

Legal olmayan partilerde kişilerin konumunu ve titrini tam bilmek olanaksızdı. Ahmet TKP’de mutlaka belirleyici ve önemli bir isimdi. Gülgün’ün aklına soru işaretleri üşüşmüştü. Masaya eğilerek arkadaşlarına sordu:

– Yahu dostlar, anlatıldığına göre bu olay sorgulama odasında olmuş. Yani beşinci katta. Sorguda insanların gözleri bağlı oluyor. O zaman Ahmet, boyundan yukarıda olan o küçücük pencereyi nasıl görmüş olabilir? O cüsseli vücuduyla, sakat ayağı üzerinde nasıl sıçrayıp da aşağıya atlamış olabilir? Bu açıklamayı yapan adamlar milletle resmen dalga geçiyorlar!

Gülgün, masada konuşulanları dinlemek istemiyordu. Beyni ve yüreği bu cinayeti, resmi açıklamaya göre ‘intiharı’ kabullenemiyordu. Sorduğu soruya arkadaşlarının ne cevap verdiğini bile anlamamıştı! Olayın meydana geliş biçimi çok etkilemişti onu. Masadan kalkıp pencerenin önüne gitti.

Aşağıdaki daracık sokağa, küçücük dükkânlara girip çıkanlara baktı. İnsanların bu cinayetten habersiz, günlük yaşantılarını hiç değişmeyen bir tekdüzelik içinde sürdürmelerini boş gözlerle seyretti. Zihninde, bu cinayetin nasıl olduğunu çözmeye çalışıyordu.

Kim bilir neler yapmışlardı Ahmet’e!

“Nasıl bir cinnetti, nasıl bir kudurganlıktı yapılanlar?.. Anlatsana bizlere! Canımız, ciğerimiz yoldaş Ahmet!..

Nasıl kıydılar sana?
Ne acılar çektin kim bilir? Sen kime ne yapmıştın? Kime zararın dokunmuştu? Onurunu da çok kırdılar mı?

Yüreğin acılardan hangisine dayanamadı acaba?

Evinden mi alıp götürdüler? Yalnız, soğuk yatağından mı, yoksa sevgilinin sıcak koynundan mı hoyratça koparıp aldılar?
Ellerini demir kelepçelerle mi kanattılar? Sakatlığını yüzüne vurmak, akıllarınca alay etmek, aşağılamak için asansöre bindirmeyip beş katın merdivenlerinden ite kaka mı sürüklediler?

Önlerinde seke seke gidişini seyredip güldüler mi? Yalnız, karanlık, soğuk bir hücreye mi attılar?

Seni bekleyen dostların veya sizleri satan dönekler var mıydı kapatıldığın yerde? Ne yaptın?
Ne söyledin? Neler dedin de bu canavarları kuduz köpeklere çevirdin? Sakatlığını yüzüne vurarak seni aşağılamaya, kırmaya, incitmeye çalışırlarken, sen devrimin yanan meşalesi, insanlığın onuru, yıkılmaz kalesi, önünde durulamayan çağlayan mı oldun?

Patlayan bir yanardağ misali, insanlığını satmadan, korkmadan, yılmadan, pişmanlıklara sığınmadan, karşılarında küçülmeden, ezilmeden, devrim şehitlerinin kemiklerini sızlatmadan, bir ateş seli olup, bu insanlık düşmanlarını önüne mi kattın?

Karşında küçülmelerini, ufalanmalarını, bir hiç oluşlarını mı izledin? İşkence yaptıkları oda karanlık mıydı? Kendini attığın söylenen küçücük pencerenin ışığı, cellatlarının ve arkasındaki güçlerin pisliklerini ortaya çıkarmaya, gözler önüne sermeye yetmiyor muydu?

Yoksa ortaya çıkan pisliklerin altında kalıp boğulacaklarını anladılar da onun için mi yok ettiler seni? Gözlerin bağlı mıydı? Onların yüzleri korkudan mı maskeliydi? Falakaya yatırdılar mı?

Sakat ayağına çok vurdular mı? Seni ortalarına alıp etrafını akbabalar gibi çevirdiler mi? Hayvanca dürtülerle durmadan vurdular, vurdular, vurdular mı? ‘Konuş!.. Konuş ulan Moskofun dölü!’ diye bağırdılar mı? ‘Daha hızlı vur! Daha güçlü vur!

Komünist köpeğin kemiklerinin kırıldığını duyalım!’ diyerek gülüyorlar mıydı? Ağızlarından salyalar akıyor muydu? Ruhlarını şeytana satmış, insani duygularını kaybetmiş hayaletler mi yapıyordu sana bu eziyetleri?

Bunları yapan insan müsveddeleri, kendi başları derde girdiğinde, bir haksızlığa uğradıklarında sana gelip yardım dilenmiş, kendilerini savunmanı istemiş olabilirler miydi?
Sen de devrimci ahlak adına, meslek onuru adına, çaresiz ve haksızlığa uğradığını düşündüğün bu zavallılara, bu insan görünümlü canavarlara yardım etmiş miydin? Susman, direnmen karşısında ne yaptılar?

Kendilerini çaresiz ve zavallı hissedip, isteri krizine tutulmuşçasına abandılar mı üzerine? Ağızlarından tükürükler saçarak ‘Vurun! Çekinmeyin! Gebertin vatan hainini! Başını duvarlara vura vura patlatın beynini!

Paramparça olsun! Allah’ı, peygamberi tanımayan, dini imanı bilmeyen komünist! Milletimizin gençlerini kandıran ahlaksız!’ diye mi bağırdılar?

Patlattılar mı yiğidimin çağdaş, uygar, insanlık ve yurt sevgisi dolu beynini?

Yoksa güçleri seni yenmeye, yok etmeye, tüketmeye, yalvartmaya, aşağılamaya yetmediği için mi camdan attılar?

Düşmeden önce mi paramparça oldun? Öldüğünü anlayınca korkuya mı kapıldılar, onun için mi camdan attılar seni?

Ölmeden önce bir çift sözün oldu mu bu kanlı katillere?

Yoksa sadece acıma ve iğrenmeyle mi baktın gözlerinin içine? Beşinci kattan aşağıya düşmek kaç saniye tutar acaba?

Ne düşünebilir bir insan o saniyelerde?
Bir yaşamı düşünecek kadar uzun mu gelir zaman? O birkaç saniyede insanlara, dostlarına bir şey söylemek istedin mi?

Bir son söz, bir veda? Son nefesin bir çığlıktı belki de! İnsanlar bu çığlığı duyacak, hesabını soracak kadar sağlam kalacak, cesur olacaklar mı acaba?

Hoşça kalın
Dostlarım benim
Hoşça kalın!
Sizi canımda
Canımın içinde,
Kavgamı kafamda götürüyorum.
Ben dostların gözünde kendimi
Boylu boyunca görüyorum...
Yine görüşürüz
Dostlarım benim
Yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
Beraber dövüşürüz..
A yoldaşlar a....!!!
ELVEDA....!!!.

Umarım tüm devrimciler, solcular, demokratlar, aydınlar, onurlu, namuslu, özgür düşünebilen bütün insanlar, uğruna ölümü göze aldığın idealleri yok etmezler. Korkunun, karanlığın gölgesinde tutsak yaşamayı, insanca, onurluca ölebilmeye ‘berdel’ etmezler!..”


CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI

25 Kasım 2015 Çarşamba, 16:29

AHMET İSVAN, CUMHURİYET ÇINARI VE EFSANE BAŞKAN

11 Haziran 2015 Perşembe, 12:05

GERÇEK VE NAMUSLU SOLCULAR GÖREV YİNE SİZE DÜŞTÜ.

15 Aralık 2014 Pazartesi, 09:50

ÇARŞAFI ÇIKARDI, PEÇEYİ ATTI VE GÖZLERİNİ YUMDU!..

24 Eylül 2014 Çarşamba, 17:48

12 Eylül Faşizmi unutuldu mu?

12 Eylül 2014 Cuma, 08:33

Yıllar önce Yasin El Kadı'yı yazmış ve uyarmıştım:KEFİL OLANA KEFİL MİSİNİZ ?

04 Ağustos 2014 Pazartesi, 12:37

Yıllar önce yazmışım \\\\\'ÇANKAYA SIRAT KÖPRÜSÜ!\\\\\'

09 Temmuz 2014 Çarşamba, 09:41

Tüm Dostlara Teşekkür…

03 Nisan 2014 Perşembe, 09:09

Erdoğan, haysiyet cellatlığı yapıyor: Bağırdıkça korkuttuğunu, hakaret ettikçe sindirdiğini sanıyor!

06 Mart 2014 Perşembe, 12:22

Gülen Cemaatinin ‘Altın Nesil’ hedefi:

01 Ocak 2014 Çarşamba, 12:09

Endişeliyiz, Kaygılıyız, Hatta Kırgın ve Öfkeliyiz, Ancak Çözümsüz ve Umutsuz Değiliz...

13 Aralık 2013 Cuma, 14:43

Ülkelerin ve Toplumların Uygarlığı Çocuklarına Yaptığı Yatırımla Anlaşılır.

05 Ekim 2013 Cumartesi, 08:35

Kardeşlik Kanla, Barış Sözle Olmaz...

10 Temmuz 2013 Çarşamba, 09:23

Sayın Başbakan, ‘Marjinal’ değilim ama isyanlardayım

16 Haziran 2013 Pazar, 05:22

CHP Milletvekilleri Gezi’de Gökkuşağı çocuklarının yanında…

12 Haziran 2013 Çarşamba, 21:08

Çapulcu Halkın Okuduğu Şiir!

04 Haziran 2013 Salı, 08:22

“İNSANLAR İHANETE TUTSAK” Diyerek Yeniden Merhaba…

15 Mayıs 2013 Çarşamba, 07:40

Dost Okurlarımdan Kısa Bir Süre İzin İstiyorum.

29 Ekim 2012 Pazartesi, 02:36

Sadece İnsan Olmak!

26 Eylül 2012 Çarşamba, 08:25

Annemin de Başını Ezerler mi?

12 Eylül 2012 Çarşamba, 08:21

Sol Pencereden Ülkücü Yazar Metin Kaplan ve Yeni Kitabı: “Fent/ Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı”

20 Ağustos 2012 Pazartesi, 11:33

CHP’de 'Değişim - Dönüşüm ve Yenileşme' slogan olarak kalıp yanlış algılamalarla dezenformasyona sebep olmamalı…

21 Temmuz 2012 Cumartesi, 07:26

CHP’de, %33 Kadın Kotasındaki Haksız Uygulamalar, Siyasetteki Kadın Emeğini Yok mu Ediyor?

25 Haziran 2012 Pazartesi, 18:49

CHP İl Kongresinde kalite, zarafet ve hoşgörü çıta yükseltti.

18 Haziran 2012 Pazartesi, 11:40

CHP’de Değişim ve Uzlaşma Talebi Filiz verdi.

16 Haziran 2012 Cumartesi, 14:56

Gürhan Akdoğan, CHP İl Başkanlığına Aday Olmuyor! Değerli Emaneti Yahya Şimşek’e Teslim Etmek İstiyor.

05 Haziran 2012 Salı, 10:42

Bugün köşemi ‘İşten çıkarılmam için bana tuzak kuruldu’ diye isyan eden Gazeteci Özlem Buğday Yağmur’a verdim:

21 Mayıs 2012 Pazartesi, 10:45

Bu gün anneler günü. 12 Eylül faşizminde sürgünde olan bir annenin duyguları!...

13 Mayıs 2012 Pazar, 11:04

1 Mayıs emeği sömürmeyenlere bayram olsun

01 Mayıs 2012 Salı, 14:32

Bu gün göz ameliyatı olacaktım, ancak gelişen bir kriz sonucu amelyat masasından kalkmak zorunda kaldım.

27 Nisan 2012 Cuma, 08:04

Tatlı Cadılarımın yani “Genetik Devrimcilerin “ bu gün yaş günü…

22 Nisan 2012 Pazar, 10:26

12 Eylül Faşist Darbesinde Avukat Ahmet Hilmi Feyzioğlu Bursa Emniyet Müdürlüğü’nün beşinci katından atılarak öldürülmüştü…

04 Nisan 2012 Çarşamba, 12:14

CHP'den emekçi kadınlara onur belgesi

09 Mart 2012 Cuma, 06:54

Genetik Devrimci Çocuklar…

04 Şubat 2012 Cumartesi, 09:07

Ülkenizi ve halkınızı ‘torunlarınız’ gibi sevin!!!

03 Ocak 2012 Salı, 10:37

CHP’de muhalefet ve Baykal’cılar, bulanık suda balık avlamak istiyor…

13 Aralık 2011 Salı, 08:37

Bu ülkede mütevazı olmak; hele hele siyasette böyle davranmak aptallığa eşdeğerdir…

29 Kasım 2011 Salı, 08:48

Mutsuzum… Ancak, Mutsuzluk tehlikelidir…

20 Kasım 2011 Pazar, 09:53

Beşinci kattan aşağıya düşmek kaç saniye tutar acaba?

07 Ekim 2011 Cuma, 10:40

VİCDAN…

17 Eylül 2011 Cumartesi, 13:59

Huylu huyundan vazgeçmiyor!!!

01 Eylül 2011 Perşembe, 09:11

CHP Üst Yönetiminde Değişimin Kodları!!!

13 Ağustos 2011 Cumartesi, 08:27

Sayın Gürsel Tekin, Bursa İl Kongresi ile ilgili çıkan spekülâsyonlara, ‘Sol/Sosyal Demokrat’lara yakışan’ tavrı koydu.

06 Ağustos 2011 Cumartesi, 14:40

Bursa CHP, kriz üretme merkezi oldu...

30 Temmuz 2011 Cumartesi, 10:17

Yeni CHP’den duyurulur:“Yeni bir tüzük yapmayı düşündüğümüzden, eskisinin hükmü yoktur…!!!”

14 Temmuz 2011 Perşembe, 11:21

Yeni CHP’de Mızrak Çuvala Sığmıyor.

22 Haziran 2011 Çarşamba, 09:23

Egosu Doyumsuz Başbakan’ın Belaltı Savaşlarının Gerekçesi...

18 Mayıs 2011 Çarşamba, 11:20

Yeni CHP Zengin Severler Partisi mi Oluyor?

17 Nisan 2011 Pazar, 14:43

Yeni CHP’de: GDO’lu üyeler İN, organik üyeler OUT…

22 Mart 2011 Salı, 09:08

Bursa’da Aydınlığın Meşalesini Mümin Ceyhan Taşıyor.

10 Mart 2011 Perşembe, 15:37

CHP Sağcı, AKP Solcu, arıyor!!! Fikri Sağlar’dan ‘RET’

02 Mart 2011 Çarşamba, 15:43

Bursa CHP’de Yöneticiler (!) Kafayı Basına Taktı…

24 Şubat 2011 Perşembe, 12:59

Mudanya CHP’de kuraldışı uygulamalar kaos yarattı.

12 Şubat 2011 Cumartesi, 17:22

CHP’de Ayaklar Baş Olmasın!!!

04 Şubat 2011 Cuma, 14:27

Bursa Bağımsız’dan Merhaba...

02 Şubat 2011 Çarşamba, 08:32

Deniz Baykal'a 2nci Ciddi Uyarımdır!

12 Ocak 2011 Çarşamba, 12:02

Referandum Değerlendirmesi

11 Ocak 2011 Salı, 12:01

CHP ve Kılıçdaroğlu'na Pranga Olmayın

10 Ocak 2011 Pazartesi, 12:01

12 Eylül Faşizmi Kimlerin Çocuklarını Korkuttu?

09 Ocak 2011 Pazar, 12:03

Yazarlar

AKP ‘darbeyi’ kapatacak

25 Ekim 2016 Salı, 12:14


AKP ‘suç ortağı' arıyor

Mustafa Ünal /ZAMAN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:28


Koalisyona ‘derin devlet’ dokunması!

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Haziran 2015 Cuma, 09:21


Cumhurbaşkanı azınlık hükümetini engelleyemez

Erhan BAŞYURT/BUGÜN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:16


Ya Koalisyon ya Başkanlık...

Eren Erdem/YURT

12 Haziran 2015 Cuma, 08:58


Kırılma noktası!

Güngör Mengi/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:45


AK Parti’yi Kürtler neden terk etti?

İbrahim Kiras/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:42


Ali İsmail…

Bekir Coşkun - Sözcü

23 Ocak 2015 Cuma, 09:34


Bu memleketi çiftliğiniz mi sandınız?

Mehmet Kamış/ZAMAN

14 Ocak 2015 Çarşamba, 09:39


Charlie’ye saldırı Bursa’da protesto edildi

Can Ertan /HABER

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:57


Kobane'den Paris'e emperyalizm ve laiklik

Özgür Şen

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:17


AKP’nin IŞİD çıkmazı

Hüseyin ALİ/Özgür Gündem

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:10


Siyasi etik yasası çıkarılmalı

Serpil Çevikcan/Milliyet

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:37


MİT’in sicili

Gültekin AVCI/BUGÜN

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:17


İslamofobi ve provokasyon

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:11


Seçimi böyle kazandık: “VİCDANEN RAHATSIZIM”

Hüseyin Özay/Taraf

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:32


AKP’nin erkek aklı özgür kadından korkuyor

Zilar STÊRK/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:25


Barışı, ancak özgürlükler besler

Hüda KAYA/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:14


Bilim siyasetin elini öptüğünde...

Cüneyt Ülsever/YURT

11 Ocak 2015 Pazar, 10:19


Sabri Uzun da “cadı avı”na katıldı

Nazlı Ilıcak /BUGÜN

11 Ocak 2015 Pazar, 10:18

Son 20 Yazım

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI


AHMET İSVAN, CUMHURİYET ÇINARI VE EFSANE BAŞKAN


GERÇEK VE NAMUSLU SOLCULAR GÖREV YİNE SİZE DÜŞTÜ.


ÇARŞAFI ÇIKARDI, PEÇEYİ ATTI VE GÖZLERİNİ YUMDU!..


12 Eylül Faşizmi unutuldu mu?


Yıllar önce Yasin El Kadı'yı yazmış ve uyarmıştım:KEFİL OLANA KEFİL MİSİNİZ ?


Yıllar önce yazmışım \\\\\'ÇANKAYA SIRAT KÖPRÜSÜ!\\\\\'


Tüm Dostlara Teşekkür…


Erdoğan, haysiyet cellatlığı yapıyor: Bağırdıkça korkuttuğunu, hakaret ettikçe sindirdiğini sanıyor!


Gülen Cemaatinin ‘Altın Nesil’ hedefi:


Endişeliyiz, Kaygılıyız, Hatta Kırgın ve Öfkeliyiz, Ancak Çözümsüz ve Umutsuz Değiliz...


Ülkelerin ve Toplumların Uygarlığı Çocuklarına Yaptığı Yatırımla Anlaşılır.


Kardeşlik Kanla, Barış Sözle Olmaz...


Sayın Başbakan, ‘Marjinal’ değilim ama isyanlardayım


CHP Milletvekilleri Gezi’de Gökkuşağı çocuklarının yanında…


Çapulcu Halkın Okuduğu Şiir!


“İNSANLAR İHANETE TUTSAK” Diyerek Yeniden Merhaba…


Dost Okurlarımdan Kısa Bir Süre İzin İstiyorum.


Sadece İnsan Olmak!


Annemin de Başını Ezerler mi?

Takvim

Pt Sl Çr Pr Cm Ct Pz
1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031
info@bursabagimsiz.info.tr

Bursa Bağımsız adlı, www.bursabagimsiz.info.tr adresinde yayınlanan işbu web sitesi içerisinde yayınlanan yazınsal ve görsel içeriğin her hakkı saklıdır.

Site içerisinde Güler Buğday dışında yazınsal ve görsel içeriği yayınlanan konuk yayıncıların eserlerinin her türlü hukuksal sorumluluğu konuk yayıncıya aittir. Güler Buğday işbu içerikten ötürü sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2024 Bursa Bağımsız