1950’den beri bir seçime giderken, partilerin kimliği şimdi olduğu gibi yok olmamıştı. İlk kez oluyor. Irkçı milliyetçi bir küçük parti bir yana bırakılırsa, AKP, CHP ve MHP’nin genel başkanları 12 Haziran sandığına, yaka paça kişisel bir kavgayla gidiyorlar. 1973 seçiminde milletvekili adayı olduğum CHP’nin Amasya mitinginde Ecevit konuşurken bir grup ülkücü genç “komünistler Moskova’ya” diye avazları çıktığınca bağırıp durdular. 1977 seçiminde CHP’liler olarak halkı sağcı Demirel’in Türkiye halkının emeğini sömüren bir avuç zenginin adamı olduğuna inandırdığımız için yüzde 42 oy almıştık. 1999 seçiminden sonra DSP koalisyon zorunluluğundan bize göre faşist MHP ile hükümet kurduğunda, Rahşan Ecevit “içime sindiremiyorum” demişti.
Özal’ın ellerini başının üzerinde bağlayıp “ne sağcıyız ne solcu, herkesi kucaklıyoruz” dediği ANAP'ı 1983’te yüzde 45 oy almıştı. Ancak kapitalizmin (küresel sermayenin) işbirlikçisi olduğu için ikinci seçiminde yüzde 32’ye, 1991’de de yüzde 24’e düşmüştü. 2002 seçiminde, 2000 krizinde aşsız-işsiz kalan halk, çareyi yeni sandığı AKP’de aradı. 2007’de de, CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimini gerginlik gündemi yapması AKP’nin ikinci kez oyunu artırarak kazanmasına neden oldu.
12 Haziran 2011 seçimine giderken ise halkın indinde ne ılımlı İslamcı muhafazakâr AKP, ne sosyal demokrat ulusalcı CHP, ne de merkez sağdaki milliyetçi MHP var! Sanki siyasal yarışın sağı, solu, merkezi tarihte kalmış gibi. Herkesin gözü Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’de. Aday listelerine bakılırsa, Tayyip Bey'in yanında solculukta ün salmış birçok isim var. Kemal Bey en çok CHP’nin omurgasını kırmakla eleştiriliyor. Erdoğan, Demirel’i, CHP’nin yeni “Milli Şefi” diye suçlarken, kastettiği, Kılıçdaroğlu’nun oy almak için tanınan çok sayıda sağcıyı listesine almış olmasıdır. Partinin program ve tüzüğüne sadık çok sayıda üst düzey CHP’li de suskun ama kızgın. MHP’nin iç kavgasını, Bahçeli’nin Alparslan Türkeş’in ilke ve hedeflerini ters-yüz etmesine bağlayanlar var. O yüzden partinin tabanının kaydığı ve baraj sorunu yaşadığı tartışması gündemden çıkmıyor.
Bu sağlıksız durum aslında, yalnız Türkiye’de yaşanmıyor. Son yirmi yılda estirilen ABD kaynaklı “küreselleşme fırtınası” Yunanistan’dan İsveç’e kadar bütün Avrupa’yı etkiledi. İspanya dışında hemen hiçbir ülkede sosyal demokrat iktidar kalmadı. Moskova’da komünizmin çökmesiyle başlayan bu tartışmanın ne zaman ve nerede terse döneceği belli değil. Gerçi, önce finans sektöründe başlayan ama kısa süre sonra bütün sektörlerde yükselen 2008 ekonomik krizi, küresel kapitalizme ciddi bir darbe oldu. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere gelişmiş en zenginlerin devletçi müdahaleleri 2010’da krizin kontrol altına alındığı iyimserliğini getirdi. Ancak, İrlanda ve Yunanistan’ın içine düştüğü çöküntü dizginlenememişken, Portekiz’in ve İspanya’nın da hızla kayışı yeniden korkuları alevlendirdi.
Bizde de Başbakan Erdoğan “teğet geçti” diyerek halkı avutmak istedi. Gerçek öyle olmadı. Bazı parasal istatistikler iki yıldır olumlu gözükse de halkın içinde bulunduğu özellikle işsizlik başta yapısal kötüleşmenin sürdüğünü kimse yadsıyamıyor. Bundan dolayı liderler artık ekonomi politikalarındaki ayrılığı bir yana bıraktılar, halkın özlemlerine dönük “vaat yarışına” girdiler. Erdoğan’ın “İstanbul kanalı”, Kılıçdarolu’nun “aile sigortası”, Bahçeli’nin “yıllık 700 bin kişiye yeni istihdam, kişi başına 14 bin dolara gelir” sözleri gibi.
Halk, elbette kendi gerçeğini iyi biliyor artık. Ancak, iki seçimdir üst üste daha çok oy vererek eline baktığı Erdoğan’dan vazgeçmesi için önce Kılıçdaroğlu’nun ya da Bahçeli’nin alacağı oyun, hükümet kuracak merdivene çıkacağını görmek ister. Böyle olduğunu üçü de biliyor.
Erdoğan bu yüzden her gün kişiliklerini hedef alarak, Kılçdaroğlu’na “çırak”, Bahçeli’ye de “barajı geçemeyecek” diyerek küçümsemeyi sürdürüyor. Bu ortam, üçünü de yıpratıcı bir karalama yarışına sürükledi. Bir yandan da her gün yeni bir anket yayınlanıyor. Ama sanki anlaşmışlar gibi hepsinde de AKP 45-50, CHP 28-30 ve MHP 10-15 bandındalar. Seçime iki hafta var. Halk haklı olarak, bu tablodan bir iktidar değişikliği çıkarmakta zorlanıyor. Bu gerçeği başından beri görenlerden biri olarak ben, hep bu seçim, Erdoğan’ın “başkanlık” sistemine geçiş kapısını kapatsın yeter, diyorum. İşte o zaman 2015’te iktidar el değiştirir. Yeter ki, Kılıçdaroğlu şimdi yüzde 30’u geçsin, Bahçeli’de yüzde 15 olsun.
|