Dün yapılan AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısının öncesinde, iktidar partisinin bu en üst organının bir erken genel seçimi tartışacağı konuşuluyordu.
Mart 2014’te, aynı gün yerel genel seçim sandıklarının seçmenin önüne birlikte konulması...
Taksim’deki toplumsal patlamanın siyaset üzerinde sonuçları mutlaka olacaktı. AKP MKYK’sının erken seçimli tartışma gündemi, yerleşik siyasetin Taksim’e verdiği ilk tepkidir sadece. Arkası gelecektir.
Ne karar alırlarsa alsınlar; biz gösterilen siyasi reflekse bakıp şu soruyu soralım: Taksim’deki toplumsal patlamanın, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın aklına hemen sandığı getirmesi doğru bir tepki midir?
Buna cevabım hayır.
Bugünkü durumun, 2007’deki e-muhtıra olayında olduğu gibi askerin veya vesayetçiliği üstlenmiş herhangi bir organın siyasete müdahalesiyle uzaktan yakından alakası yok ki cevap sandıkta meşruiyet ve güç tahkimi olsun.
Bugünkü sorun, Başbakan Erdoğan’ın kutuplaştırıcı, otoriter ve özgürlük karşıtı politikalarından kaynaklanıyor.
Çözüm, bu politikalardan vazgeçmesidir.
Bunun nasıl olacağı ise AKP’nin sorunudur.
Bu arada bir dipnot düşelim: Erdoğan’ın meselesi danışmanlarının kabul ettiği gibi sadece üslubu değil.
Alkol ve kürtaj yasağı, “4+4+4”, keyfi ve uzun tutukluluklar, medyanın susturulması, tek adamın keyfi ve otoriter yönetimi, Alevilerin sistemli dışlanması...
Sorun, yalnızca bir kısmını sıraladığım icraat.
Bu liste çok daha uzatılabilir.
Başbakan bu icraatı, kurbanlarına hakaret etmeden, aşağılamadan, en soğukkanlı haliyle bile sürdürseydi, çatışma ve istikrarsızlığın kötü tohumlarını yine de ekmiş olacaktı.
Evet, sorun bu politikalardır. Başbakan artık gücünün sınırına geldiğini görmelidir. Niyeti gücünü zorlamaksa ve kendi seçmeninden sırf bunun için destek tazelemek maksadıyla erken seçime gitmek gibi bir düşünce varsa aklında, bilmelidir ki bu politikalarla yol açacağı sonuç, sandığın neticesi ne olursa olsun sadece istikrarsızlık, toplumsal çalkantı, sermaye kaçışı ve itibar kaybı olacaktır.
Erdoğan olumlu yönde değişmezse bu elbette AKP’ye bir biçimde olumsuz olarak yansır.
Lakin kimse AKP’nin sandıkta tepe taklak olmasını beklememelidir. Çünkü ne AKP’nin yerleşik siyasette bir alternatifi var, ne de 31 Mayıs toplumsal patlamasının parlamenter siyasette bir karşılığı... CHP ve BDP’nin de bu toplumsal hareketten güç devşirme kapasitesi bulunmuyor.
Ayrıca Erdoğan söz konusu bölücü ve kutuplaştırıcı politikaları için kendi seçmeninden yeniden destek alsa ne yazar, almasa ne yazar? Meselesi kendi seçmeniyle değil, bu politikaların mağduru olan ötekileştirdiği kitlelerle...
Yalnız, dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta var. Başbakan yukarıda dikkat çektiğimiz politikalarını bugünden gözden geçirmez ve Taksim’deki direnişçilere karşı sertlik uygulamayı seçerse, kendi kışkırttığı istikrarsızlığın kendisine dokunacak zararıyla, hem de seçim sandığında bir şekilde yüz yüze kalabilir.
İşte bu bakımdan Başbakan, bir sürpriz etkisiyle sahne alan “90 Kuşağı”na sokakta yenildiğini olgunlukla içselleştirmeli, danışmanlarının ürettiği komplo teorilerine kanmamalı, hatayı “uluslararası güç odakları”nda değil kendisinde aramalıdır.
al-monitor.com web sitesindeki “Erdoğan kavgayı mı seçti?” başlıklı son yazımda da vurguladığım gibi, kendisi rasyonel bir liderse, bundan sonra yapabileceği sadece “yenilgi kontrolü”dür.
Başbakan olarak siyasi kariyerinin ilk mağlubiyetini aldığı, çocukları yaşındaki bu insanlara şefkatle yaklaşmalı, kendi yenilgisini yönetmelidir. Onlara saldırmayı asla aklından geçirmemeli, bunun yerine müzakereyi seçmelidir. İlk iş olarak da Gezi Parkı’nın kendisinden yaşça büyük ağaçlarını sökerek oraya ne AVM, ne şehir müzesi ne de başka bir binayı kondurmayacağını ilan etmeli ve bu kavgayı başladığı yerde, ilk nedenini ortadan kaldırıp hemen yarın bitirmelidir.
Saldırıyı seçmenin, kendisi, partisi ve Türkiye için nasıl bir felaket olacağını uzun uzadıya anlatmanın gereği yok.
|