yazının başlığında da görüldüğü üzere bu yazı aslında gecikmiş bir yazı. ama ne demiş büyüklerimiz; geç olsun güç olmasın. aslında bu yazıyı tam da bursa kent konseyi seçimleri öncesi çiziktirecektim ki, aklımdan ve kalbimden geçen her şeyi içeren bir yazıyı sevgili suat şenocak yazmıştı. bana da “böyle ardı ardına yazmayalım” demek düştü, kaldı yazı.
sonra ben yine “tam zamanı” dedim ki; bu sefer de bülent aslanhan aldı sazı eline ve bu sefer de başkaca bir yerden devam ettirdi türküyü.
ben de malumunuz namlı ve de mimli bir feminik olarak kadın cephesi üzerinden devam edeyim dedim.
evet evet tahmin ettiğiniz gibi son günlerin magazin ismi semih pala’ya dair çiziktireceğim. birçokları gibi ben de semih pala’yı, kendi web sitesi üzerinden büyükşehir belediyesi’ne yıllarca yaptığı yoğun muhalefet ile tanıdım. bilgisayarımı ilk açtığımda, elektronik posta kutumda gördüğüm ilk isim semih pala olurdu. “vay be,” derdim “ne güzel. adam mütemadiyen muhalefet yapıyor ve birçok konuda da haklı.”
sonra gün oldu, devran ne yana döndü ise bir baktık ki semih pala, yıllardır, hem de pek çok eleştirdiği büyükşehir belediyesi’nin “her işte danışılanı” oldu. o andan itibaren de semih pala’nın muhalifliği bitti, resmi yandaşlığı başladı. e ne vardı canım bunda, bunlar bu memleketin siyasetinde ve günlük yaşamında vaka-i adiyedir ve bu memlekette yaşayan hiç kimse de şaşırmaz buna. asıl, benim gibi melankolik sosyalistliğinden kelli hala şaşırabilenlere şaşırılır. ama memnumun şaşkınlığımdan çünkü şaşırdığım zaman anlıyorum ki; umudumu tazelemek için bir umut var; henüz çivim çıkmamış.
şimdi sevgili okur, gelelim semih pala ve kadın mevzuuna.
bundan yaklaşık üç ay evvel bursa büyükşehir belediyesi kent konseyi, “fatih sultan mehmet bulvarı ve geleceği” gündemli bir genel kurul düzenlemişti. nilüfer’de ikamet eden, fsm bulvarı’nı sıklıkla kullanan, hatta işyeri de bulvar üzerinde olan ve de kentine duyarlı bir vatandaş olarak genel kurul’a katıldım. toplantının ayrıntıları önemli, ama burada girmeyeceğim. toplantının akıl sağlığı durumu ve hava basıncı hakkında tek söyleyeceğim şudur ki; semih pala, divan başkanlığı yaptığı toplantıda kurduğu her iki cümleden birinde kendisinin kent konseyi başkanlığını müteakip, konsey’e ciddi bir demokrasi, şeffaflık ve katılımcılığın sirayet edişinden dem vurdu. vekafat kendisi bu cümleleri kurarken, kürsüde, kendi görüşlerine ters düşen fikirler ifade eden konuşmacıların sözlerini kıtır kıtır kesti. yani demem o ki semih pala’nın demokrasi anlayışı, hani nasıl diyor siz türkler; “kendine müslüman, ımmm, nalıncı keseri gibi, kendine yontmalı…”
madem kalkıp toplantıya gitmişim, düşüncelerimi de söylemeliyim. ne yaptım, divana ismimi yazdırdım. nihayet söz sırası bana geldiğinde semih pala şu cümleyi kurdu: “erkek konuşmacılardan sonra şimdi de sıra bir bayanda. buyurun canan kızılaltun.” buyurduk. oturduğum yerden kürsüye giderken doğal olarak divanın önünden geçtim ve geçerken de semih pala’ya “bayan değil, kadın” dedim ve kürsüye çıktım.
ben, bir buçuk metrelik boyumla, her daim erkekler tarafından kullanıldıkları için onların fiziksel ölçülerine göre ayarlanmış kürsü ve mikrofonla cebelleşirken kendisinin bana verdiği o “nezaket dolu” yanıtı duyamamıştım. ama sayın okur, tarih hakikaten tekerrürden ibaretmiş… nasıl ki 1. dünya savaşı’nda almanya yenilince osmanlı da yenilmiş sayıldı, bütün salon semih bey’in o muhteşem cümlesini duyunca ben de duymuş sayıldım: diyesiymiş ki semih bey, “artık kadın mı bayan mı, o kadar ayrıntısını ben bilemeyeceğim…”
doğru hatırladınız… bu gidişle bundan 20 yıl sonra atasözü haline gelecek olan bu sözü biz toplum olarak ilk kez başbakan’dan duymuştuk. kendisi bu inciyi, hopa’daki polis saldırısı nedeniyle yaşamını kaybeden metin lokumcu’yu anmak ve polisin şiddet dolu tutumunu protesto etmek için ankara’da düzenlenen eylemde yine polis şiddetine maruz kalan ve kalçası kırılan dilşat aktaş için söylemişti. çoğu zaman bir zihniyeti açık eden yegane şey, refleks sayabileceğimiz anlık cevaplardır. işte “böyyük demokrat semih pala’nın” anlık cevabı ve dolayısıyla zihniyeti de böylece faş oldu. benim kadınlık halleri ayrıntılarımı bilmeyen semih bey’e, neden bayan değil de kadın olduğumu açıklayacak laflar hazırladım. bundan sonrası o minvaldir…
sayın semih pala,
nasıl ki siz erkeksiniz ben de bir kadınım, bayan değilim.
şimdiye dek fark etmiş olduğunuzu umut ediyorum; ama etmediyseniz tekrar etmek en insani görevimdir, hayatta savsaklamam: insanlar, iki ayrı cinsiyetle doğarlar. ya erkektirler, ya da kadın. ve erkek adı verilen cinsin karşılığı ‘bayan’ değil, kadındır.
okurlarla birlikte sizin de nazari dikkatinizi celbettiği gibi, ‘bayan’ kelimesi bir hitap olarak pek bir kıymette. okumuş okumamış; varsıl yoksul; genç yaşlı farketmiyor, herkesin ağzında bir bayan. biri bana ‘bayan’ dediğinde “neden bana bayan diyorsun, ben kadınım” diyorum; aldığım cevap o kadar dramatik ki; “kadın kelimesi çok kaba ‘bayan’ kelimesi daha kibar…”
kadın kelimesi ne zaman kaba oldu, biz ne ara bu kadar kibar bir millet olduk, o kültablalarını araba camlarından kim boşaltıyor, o fatura kuyruklarına kim kaynak yapıyor ve yolda birbirine omuz atarak yürüyen bu uzaylıların dünyamıza yerleşmesine kim izin verdi o zaman?
bir kelimenin tek başına kibar yada kaba olması mümkün olabilir mi? bir kelimeye o ‘nüve’yi ve sıfatları kazandıran şey, o kelimenin anlamı, dolayısıyla onu nasıl nitelediğiniz ve en nihayetinde de o kelimeye dair sizin bilinç ve bilinçaltı düzeyinizdeki durumdur. yani kelime kaba olmaz, ya da nazik; siz kabalaşırsınız ya da kırılırsınız nezaketten.
“lütfen bana bir daha bayan diye hitap etme” dediğimde ise, ikinci ‘artık klasikleşen’ tepki geliyor: “e ben şimdi bir kadına ‘heyy kadın’ diye mi sesleneceğim? tanrım, nasıl da unutmuşum türkiye sokaklarının birbirlerine “günaydın bayım” ya da “hey bayım, para üstünü unuttunuz” diyen insanlarla dolu olduğunu…hep de bilmediğim yerden soruyorlar canım…
eğer bir erkeğe “beyefendi bakar mısınız?” diyorsanız bir kadına da “hanımefendi” ya da “burayaadıgelecek hanım bakar mısınız?” diyebiliriz değil mi? yani ben her gün diyorum, ve sizi şerefimle temin ederim şimdiye dek, incilerimi dökmek de dahil hiçbir sağlık sorunu yaşamadım. ne diyor pazarcılar? “ben evde de bunu kullanıyorum ablacım”… ben de sizi bir pazarcı samimiyetiyle selamlıyorum; ben her gün “hanımefendi” ya da “ adınızneyse hanım” hitabını kullanıyorum, hatta biz ailecek kullanıyoruz, o kadar yani…
peki biz neye itiraz ediyoruz? aslına bakarsanız bizim itiraz ettiğimiz şey, ‘bayan’ mı ‘kadın’mı noktasının çok ötesinde. biz, semih pala’nın, onun takip ettiği ve onu takip eden zihniyetin derdindeyiz. kadın kelimesini, pis, kaba, orta yerde kullanılmayacak bir kelime olarak gören; ayıplı sayıp yorgan altına süren zihniyetle derdimiz bizim.
laf lafı açacak ya; yıllar evvel bir stant kurup, kadınlara ‘ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz’ diye soruyorduk. tam önümüzden, elele geçen genç bir çiftten kadın olanına, “sizce kadınların en önemli sorunu nedir?” dedim. tarihi yanıt erkek arkadaşından geldi; “o kadın değil, daha kız…” yaşı kaç olursa olsun, evlenmemiş bir kadın ‘kız’dır ve ona ‘kız’ diyerek hitap etmek gerekir.
madem öyle, mekanizmayı tersten işletelim. öyle ya, kız çocuklarının karşı cinsleri oğlan çocuklarıdır. diyelim ki 60 yaşında müzmin bekar bir “ağabeyimiz” var. hadi biraz da eski kulağı kesiklerden, bıçkın bir ihtiyar delikanlı olsun. var mı aranızda bu abiye ‘oğlan’ demeye paçası sıkan? bu ülkede 6 yaşındaki erkek çocukları bile kendilerine ‘oğlan’ denmesine bozuluyor da ‘ben artık delikanlı oldum, abi oldum’ diye düzeltiyor adamı, hani nerde 60 yaşındaki bekara ‘oğlan’ diyecek delikanlı?
60 yaşındaki adamın oğlan olamayacağına kani oluyorsunuz da 25 yaşındaki kadının kadınlığı mı ayıp geliyor size? lafın tam da burasında nasreddin hoca gelse de “kardeşim doğurduğuna inanıyorsun da seviştiğine neden inanmıyorsun kazanın?” dese haksız mı yani?
velhasıl erkek cephesinde “oğlan” kelimesi en fazla 5 yaş civarında su kaldırırken ve toplumsal dil, o taraftakilerin neredeyse istisnasız erkek doğup erkek ölmesine izin verirken biz niye cinsiyetimizle doğup cinsiyetimizle ölemiyoruz?
bizim kadınlığımız niye illa “cinselliğe bulaşmış mı bulaşmamış mı?” mertebesi ve kaygısından öteye geçemiyor? “kızlık” denilen olgunun ‘sevişince geçen’ bir durum olduğunu; birlikte doğulan asıl ve yegane cinsiyetin ‘kadınlık’ olduğu neden anlaşılamıyor? neden kadın, cinselliği kullanılarak ‘ayıp, kaka, pis, saklanması/üstü örtülmesi/ağza bile alınmaması gereken’ haline geliyor?
meselenin daha mühim kısmı ise toplumsal dilin, yani aslında toplumsal algının, erkekleri değil, ama kadınları bir çeşit cinsellik referansı ile kategorize etmek zorunda hissetmesi ve dahası kendinde bu hakkı görmesi. kısaca, dilin aslen bir zihniyet dünyasının yansıması olarak görülmesi gerektiği. ‘bayan’ kelimesinin kullanımı aslında bir seviyede buz dağının görünen yüzü.
‘bayan’ kelimesi aslında bir ayna ve bize türkiye’deki kadınlar ve kadınlık algısına ilişkin bir sürü şeyi gösteriyor. bizi asıl dertlendiren da o aynadan bize yansıyanlar zaten. bu yüzden de ‘anasını satayım’ başlıklı köşe yazılarına ‘cinsiyetçi dil kullanılıyor’ diye itiraz ettiğimizde bir durun düşünün. ya da hala ‘bilimadamları’ gibi haber başlıkları atılırken… işte bu yüzden bir kez daha sabırla inatla ‘bayan değil kadın’…
semih pala’ya dönersek; bu zihniyete sahip bir kişinin, öncelikli meseleleri kadınlar, çocuklar, gençler, engelliler, çevre gibi konular olan kent konseyi’nin başında olması bir hayli düşündürücüdür. yani kadınlarla ilgili yapılan bir işin afişi için “neden pembe değil de mor?” diye soran ya da “bayan mısın kadın mısın ayrıntısını bilemem’ cümlesinin, bırakın dudaklarından dökülmesine, aklının köşesinden geçmesine müsaade edebilen birinden hayır beklemek sizce de biraz hayalperestlik değil mi?
|