CHP hiçbir mazeret aramadan bugün Meclis'e gidip yemin etmeli ve göreve başlamalıdır.
Geçen yazımda, CHP’nin yönetilmediğini, yönetilmeyen CHP’nin ülkeye yararlı olamayacağını yazdıktan sonra “Okuyucularımın, CHP’ye oy verenlerin ve bütün CHP’lilerin öncelikle bu sorun üzerinde düşünmelerini” istemiştim.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesinden sonra geçen bir yıl içinde partideki gelişmeler beni bu arayışa taşımıştı. Bir yılı hatırlayalım:
Halkoylamasındaki konuşmalarının içeriği ve üslubu, CHP’nin yeni bir yola girdiğini değil, eski ve gerçek dışı politikaların uygulanacağını gösterdi.
Kılıçdaroğlu’nun seçildiği kurultaydan bir öncekinde, partide tek adam dikta yönetiminin son noktası konularak tüzük değiştirildi ama uygulamanın sonraki kurultayda başlaması yolunda bir karar alınmıştı. 23 Mayıs’taki kurultaydaki genel başkan seçiminden hemen sonra bir önerge verildi ve yeni tüzük uygulamasının ertelenmesi kabul edildiği açıklandı. Bu karar Önder Sav’a Sayın Kılıçdaroğlu’nun verdiği bir tavizdi.
Kemal Bey seçildikten sonra altı ay geçti, erteleme kararı uygulandı yani eski tüzük yürürlükte kaldı. Cumhuriyet Başsavcısı (CBS) Sayın Abdurrahman Yalçınkaya, kabul edilen tüzüğün insan haklarına açık aykırılığı nedeniyle yürürlüğe konulmasına karşı çıkması beklenirken partiye erteleme kararının kaldırılmasını isteyen bir mektup yazdı.
Sayın Yalçınkaya, iktidarda oturmasının ülkenin yararına olmadığına inandığı Ak Parti’nin kapatılması davasının açılmasına neden olan iddianameyi hazırlayan CBS idi ve 21 Mayıs 2007’de seçilmişti.
İşte bu savcının, ertelemenin uygulanmayıp eski tüzüğün hemen yürürlüğe konulmasını isteyen mektubunu elinin tersiyle itip, “Benim partim özgürlükleri savunur, bu tüzüğün yürürlüğe konulması kabul edilemez” demesi gereken Kılıçdaroğlu; Genel Sekreter Sav’ı tasfiye etme kararını verdiği gün, parti meclisi toplantısı devam ederken CBS’nin yazısını hatırlayıp, tüzüğü yürürlüğe koydu, tek başına seçtiği genel başkan yardımcılarıyla bir merkez organı oluşturdu. Bu arada toplayacağı kurultayda “çarşaf listeyle seçim yapılacak” demeyi ihmal etmedi.
Bu olaydan sonra yazdığım yazıyı şöyle bitirmişim: “Sizce, bu tüzüğü uygulamaya kalkanların, ‘Ben çarşaf liste getireceğim’ demesi nasıl bir şakadır? Şaka mı yoksa…?” O günlerde bilir bilmez, Kılıçdaroğlu’nun siyaset dışı ilişkilerinden kuşkulanmışım!
Kılıçdaroğlu “Çarşaf listeyle seçim yapılacak” demesinden altı hafta geçtikten sonra toplanan kurultayda çarşaf listeyi unutmuş göründü ve blok liste ‘oy pusulası’ sayıldı. Her neyse, yeni yönetimle işe başlandı, birçok meslektaşımız umutla, hukuk dışı uygulamaları, çelişkileri göz ardı edip, “İyi şeyler olacak” diyorlardı.
Doğrusu ben de umut penceremi kapamak istemiyordum. Bence, eski politikalar yerine, yeni yol açılıp yeni politikalarla yola devam edilmeliydi. Yeni politikaların doğru ama olağanüstü zor olduğuna inanıyordum ama partililerin çoğu, bu tercihi yapmadan, ihtirasla başarı beklemekteydiler.
18 Kasım’da kurultay toplandı, eski kadro tasfiye edildi; coşkulu kurultay kapanırken bir anket yapılsaydı, delegeler ve dinleyicilerin yüzde 90’ından fazlasından, “İktidara dünden daha yakınız” diye cevap alınacağı belliydi ancak Kılıçdaroğlu’nun konuşmasındaki söyleyiş tarzı ve içeriği, söylenenlerin hemen hemen hiçbirinin yapılamayacağını gösteriyordu. Nitekim zamanı gelenlere saygı gösterilmedi.
Bu gözlemime karşın, yeni yönetimin seçim beyannamesi hazırlıklarını beklemek kanısındaydım ve “Belki AK Parti karşısında yükselen, gerçekçi ve açık konuşan bir partiyi selamlamak olanağı buluruz” diye yazıyordum.
Seçim çalışmaları başladı, Ak Parti’nin ‘Anayasa Değişikliği Kanun Teklifi’ başkanlığa verildi, Anayasa Komisyonu’nda görüşülmesi başladı, CHP’li üyeler uzun uzun konuştuktan sonra usuli bir bahane bularak komisyonu terk edip bildiri yayımladılar. Bildiri, seçilmiş bir Meclis’in herhangi bir üyesinin yayımlamayı düşünebileceği bir bildiri değildi. CHP Genel Başkanı direniş bildirisini ve istifaları destekledi. İlk kez “CHP’de tedavisi zor bir yaranın bulunduğunu” görüyordum (31 Ocak Radikal).
Seçim bildirisi genel başkanca açıklandı; sonra kimin nerede hazırlayıp, hangi yetkili organda kabul edildiği bilinmeyen raporlar ‘parti politikası’ diye halka sunuldu; oy verme gününe bir hafta kalıncaya kadar, ‘Rapor okunuyordu’.
Aday listeleri, konuşmalar, politikalar halkın anlamayacağı varsayımıyla seçime gidildi; sonuçları herkes anlayışına göre değerlendirdi, yorumladı.
Bütün bunlarla birlikte Meclis’i boykot kararını değerlendirip, “CHP’de yenilenme” politikasını zorunlu görüyorum. Yenilenme gereği hiçbir nedenle görmezden gelinmemelidir. Cumhuriyetin kurumlarını esir almaya kalkanları uyandırmalıyız.
CHP hiçbir mazeret aramadan bugün Meclis’e gidip yemin etmeli ve göreve başlamalıdır.
Not: Sevimli Ahmet Hakan, “Tarhan Erdem’inki de ne bitmez bir kinmiş” başlıklı bir not yazmış (Hürriyet Pazar, 03 Temmuz). Okuyucularımın pek çoğunun anladığını sandığım düşüncelerimi ona anlatamamışım; isterse o da bir gün anlayacaktır.
|