Demokrasimizin ilk yıllarında bile milletvekili seçilen tutukluların hemen tahliye edilmesi ve Meclis'teki görevlerine hemen başlaması esastı.
Şu duruma bakın: Seçmenlerimiz milletvekillerini seçiyor. İçlerinden bazıları tutuklu ve tutuklulukları devam ediyor. Mazbatalarını almış olmalarına rağmen.
Hükümlü değiller, tutuklular...
Haklarında dava açılmış ama, yıllardan beri sonuca bağlanamamış. Yani, hepimiz gibi ‘masumiyet karinesi’ altında olan normal vatandaşlar onlar.
Normal olmayan durum şu: Ceza Muhakemesi Kanunumuzdaki –istisnalar dışındaki- azami tutukluluk süresi iki yıl olduğu halde, tutuklulukları o süreyi çoktan aşmış, hâlâ devam ediyor.
Ama şimdi aday olup, milletvekili seçildikten sonra, bazı savcılar, onların tahliye taleplerinin reddini talep ediyor ve bazı mahkemeler de, oybirliğiyle olmasa da, savcıların o talebini yerine getiriyor. Bu daha da anormal bir durum.
Bir kısmı Diyarbakır’da KCK davasında, bir kısmı İstanbul Silivri’de Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan 9 yeni milletvekilimizin durumu böyle...
Tabii, aynı davalarda, milletvekili olmayan diğer sanıkların durumu için de söylenecek çok şey var. İster gazeteci olsunlar, ister başka mesleklerden, ister sivil, ister asker... Aralarında tutukluluk süreleri çok uzun sürenler var. Ve davalarının ne zaman sona erebileceği hâlâ belli değil. Bazıları hakkında, henüz dava da açılabilmiş değil... Üstelik, kamuoyunda bir kısmının tutuklanmalarının asıl nedeninin, iktidarın hoşuna gitmeyen bazı tutumlarının sonucu olduğu izlenimi var.
Ama tutuklama nedenleri ne olursa olsun, o uzun tutukluluk sürelerinin, onlar için bir ‘yargısız cezalandırma’ niteliği taşıdığı meydanda. Bazıları işlerinden güçlerinden olmuşlar... Bazılarının mesleklerinde ilerlemeleri imkânı yok olmuş...
Bazıları, öyle akıbetlere uğramasalar bile, ailelerinden, çocuklarından, yakınlarından yıllardır uzakta, hapishane şartları altında yaşıyorlar. Kolay mı bu?..
Silivri’de yargılanan veya yargılanmalarını bekleyenlerin de, Diyarbakır’da KCK davasından yargılananların da, o iki davanın dışında, iktidarı protesto ederken gözaltına alınan (ve 14 aydır cezaevinde bulunan) gençlerin de, durumları böyle. Başka birçok kişinin de öyle...
‘Tutukluluk’, haklarında, belirli suç iddialarıyla toplu soruşturma açılan herkes için, dayanılması güç koşullar oluşturmuş.
Son seçime katılan üç muhalefet partisinin o tutuklular arasından bazılarını aday göstermeleri, Meclis içinde bu ortak kaderin de temsil edilmesi ihtiyacının sonucuydu.
Çeşitli davalardaki tutuklulukları yıllardır devam edenlerin, yani –sonuçta aklanmaları da muhtemel olsa- ‘peşin olarak’ çarptırıldıkları ‘tutukluluk cezaları’nı çekmekte olanların, artık aileleri ve yakınlarıyla birlikte hatırı sayılır bir ‘seçmen tabanı’ vardı. Eğer aday olup seçilirlerse, Meclis’te o seçmen tabanı da temsil edilmiş olacaktı. Meclis kürsüsünde onların da sorunları, o sorunların içinden gelenler tarafından anlatılabilecekti.
Seçim sonuçları, üç muhalif partinin de, o ihtiyacı saptayıp, listelerine tutuklu adayları koymakta haklı olduklarını gösterdi. Tutuklulardan ikisi CHP’den, biri MHP’den, altısı BDP’den büyük bir seçmen desteğiyle seçilip mazbatalarını aldı.
Ama bunu, mahkemelerde ve Yüksek Seçim Kurulu’nda, BDP’li Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin iptali kararı izledi. Sonra da İstanbul’daki özel yetkili mahkemelerde öteki tutuklu milletvekillerinin taleplerine uygulanan ‘ret operasyonları’ geldi.
Yüksek Seçim Kurulu, Dicle’nin mazbatasını iptal ederken, ayrıca, onun yerine AKP’nin adayını geçirip ona mazbata verdi ki, bu, Meclis’teki güç dengelerini AKP lehine önemli ölçüde değiştirmek demekti. AKP bununla, anayasayı tek başına hazırlayıp referanduma sunmak için gerekli olan 330 eşiğine biraz daha yaklaştı.
Tutukluyken seçilen milletvekilinin tutukluluk halinin ‘hemen’ kaldırılması, daha demokrasimizin ilk yıllarından beri gelenekselleşmiş olan bir uygulamadır. 1950’de gazeteci Mümtaz Faik Fenik, 1957’de siyasetçi Osman Bölükbaşı hapiste yatarken, derhal tahliye edilip görevlerine gecikmeden başlayabilmişlerdir. Bu durumun, o günlerden 60 küsur yıl sonra bu hale girmesi, demokrasimiz adına çok düşündürücüdür.
Özetle: Ülkemizdeki, gerek bu ‘tutuklama enflasyonu’nu süratle frenlemek, gerekse, tutuklu olarak seçilen milletvekillerinin –Hatip Dicle dahil- Meclis’e bir an önce katılmasını sağlamak, Meclis’teki -başta iktidar çoğunluğu olmak üzere- tüm parti gruplarının görevidir.
|