“Dağların Rengi Kırmızı” adlı roman, evlatlarını teröre, adı konmamış kirli bir savaşa kurban veren çağdaş kadınlarımızla, ölümü kanıksayacak kadar onunla iç içe yaşayan, aslında yaşarken yok sayılan kadınların çektiği acının değişmez benzerliğine dikkat çekiyor.
Yozlaşan kurumlar ve bozulan sistemin yanı sıra, çarpık dönen çarkların dişililerinde çıkar ve güç için benliklerini satanlarla, sadece insan kalabilmek için onurluca direnebilenlerin yaşamı anlatılıyor.
Çünkü ülkede, kapkaç düzeni, eşitsizlik ve adaletsizlik kadar insan haklarının hiçe sayıldığı bir sitem kurumlaşmış. Çok uluslu çıkar çevreleri ve onların yerli işbirlikçileri; gençliğimizin bir kısmını kendisine tetikçi yapmış…
Uyuşturucuya bulaştırıp, benliğini ve kimliğini yok etmiş. Cebine para, eline silah verip mafyalaştırmış. Soygun düzeninin piyonları haline getirmiş.
Terörün, çatışmanın, darbelerin ve feodal düzenin kıskacında, insanların aşkları, sevdaları, umutları yarım kalmış. Bu halk, bayramlarında, düğünlerinde iç acıtan ezgilerle halay çeker olmuş.
Romandaki kahramanlar, bu coğrafyanın her yerinde, dayatılan olaylar karşısındaki duruşları, savruluşları, yaşama tutunmak için verdikleri mücadeleler, duygularındaki gelgitlerin altında ezilişleri, ödedikleri bedeller, ölümüne korunan dostluklar ve beklenmeyen ihanetlere rağmen yaşama bağlanışı ve tükenen umutların yeniden yakalanışını anlatıyor.
|