Demokrasisi yarım bir ülkede iktidarlar her kesim üzerinde egemendir. Hele yarım demokrasi ile biri güçlü bir iktidar elde etmişse ne yargı tanır, ne iş dünyası, ne bilim, ne sanat, ne kültür, ne demokrasi, ne özgürlükler.
Çünkü bu tür bir demokraside hukukun yerini iktidarın gücü ve zihniyeti alır. İktidarlar, kavramsal olarak her konuyu alabildiğine sömürür, sahip çıkar, ama asla uyma zorunluluğu hissetmez. Tam tersine kavramların içini sadece kendi zihniyetiyle doldurup sonra da âdeta “kutsal”lık mertebesine yükseltir.
Türkiye’nin durumu işte böyledir.
O nedenle Başbakan “kendinden olmayan ölüye bile” hakaret etmekten sakınmıyor, muhalefet liderleri için “alçak, edepsiz, şerefsiz” gibi sıfatları yapıştırmaktan geri durmuyor, her kurumu eline geçirip dilediği gibi yönetmekten kaygılanmıyor, kendinden olmayan herkesi her durum ve zamanda tehdit etmekten çekinmiyor, yasa ve özellikle hukuk dışı uygulamalarla rakiplerini köşeye sıkıştırmaya kalkmaktan hicap duymuyor.
Bütün bunlara rağmen, demokrasi ve hukuka inancı olanlar, özgürlüklerden korkmayanlar, giderek diktatörleşse de iktidarın yanlış ve kötü uygulamalarına karşı dik duruşu sergilemekten, başlarına gelecekleri bilmelerine rağmen mücadele etmekten vazgeçmezler.
Nitekim bugün tüm baskı ve tehditlere rağmen, pek çok kişi sarsılmaz bir inançla dik durmakta, inandıkları fikir ve görüşleri dürüstçe savunmakta, hapislere, saldırılara, aşağılamalara rağmen namuslarını korumaktalar.
Elbette bir iktidarın totaliter yapıyı andıran baskılarına karşı toplumun her kesiminin aynı duyarlılığı ve tepkiyi göstermesi beklenemez. Öncelik aydınlarda, bilim adamlarında, medyada, kaanat önderlerinde ve elbette siyasetçilerdedir.
Bu kesimler şu anda iktidarın baş hedefi, ama pek çok kişi tüm riskleri göze alarak doğru bulduğunu sakınmadan söyleyebiliyor. Ne yazık ki bu tanımlamaya girenlerin bir kısmı halen hapishanelerde zulüm görmekte, hukuk ve adaletin bir gün yerine geleceği umuduyla, ama asla çaresizliğe düşmeden beklemekte.
Bunların dışında ellerindeki büyük sermaye gücü ile gerektiğinde siyaseti de, sosyal yaşamı da ve hatta hukuku da yönlendirebilen iş dünyasının dik durması çok önemlidir.
Elbette, bizim gibi iktidar-iş dünyası ilişkilerinde devletin çok güçlü olduğu ülkelerde, bir iş adamının iktidara kafa tutması, her fırsatta eleştirmesi, başına buyruk gibi davranması mümkün değildir.
Buna karşı, tıpkı TÜSİAD Başkanı’nın söylediği gibi her şey para da değildir. “Para gelsin ama özgürlükler gitsin, hukuk gitsin” anlayışına hiçbir çağdaş sermayedar ortak olamaz.
Herkes gibi iş dünyası da, ne kadar çok üretirse üretsin, ne kadar çok para kazanırsa kazansın, sonuçta ülkenin kaynaklarından yararlanıyor ve gücünü ülkeden alıyor. O halde ülkesine karşı sorumlulukları vardır ve demokrasi ile hukukun çağdaş ülkelerdeki gibi yerleşmesine katkı sağlamak hatta bunu başarmak zorundadır.
Evet, Başbakan korkutuyor, tehdit ediyor. Geçmiş 9 yılın örneklerine bakınca, bu konuda Başbakan’a ters düşenlerin durumu ortada. Ama atasözümüzün de dediği gibi “korkunun ecele faydası yok.”
İş dünyası da bilmeli ki, maddi olarak ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, gidecekleri yer yok. Bugün boyun eğenler, korkup konuşmayanlar, konuştuklarını düzeltmek için çırpınanlar, yarın bir çırpıda yok edileceklerini de görmelidir.
Bilmem anlatabildim mi?
*****
“İnternette sansür yok” diyorlar
Bayılıyorum iktidar sözcülerine ve yandaşlarına. İktidar hangi konuda sıkışsa o kadar güzel anlatıyorlar ki, insanın nutku tutuluyor.
İnternette bal gibi sansür uygulanıyor ve 22 Temmuz’dan itibaren daha da katmerlenecek, ama iktidara bakarsanız “bunun kadar iyi bir uygulama olmaz.”
Meğer internette sansür yokmuş da, talebe göre filtreleme varmış. Artık insanlar nasıl bir internet istiyorlarsa onu seçeceklermiş. Sonra da biraz aşağılayarak ekliyorlar “Filtre istemeyenler standart paketi alacaklar, isterlerse porno da izleyebilirler, ama porno izlemek istemeyenlere saygı duysunlar.”
Sevsinler. Elbette bu saçmalığa inanan birçok kişi var. Ama sadece şunu söyleyeyim. Standart denilen paket, hiçbir paketi istemeyene otomatik olarak uygulanmayacak. Standart paket isteyene bir şifre verilecek, internete bu şifreyle girecek. Standart paket istemek “porno izlemek istiyorum” demeye gelecek. Yani standart paketini alırken âdeta “Ben pornocuyum” demek durumundasınız. Hepsinin ötesinde, standart paket alanlar, o zaman da şimdi yasak olan sitelere giremeyecek, çünkü sansür zaten devam edecek.
***
Normal demokrasilerde iş adamları riske girip yatırım yapar. Bizim gibi ileri demokrasilerde ise seçim tahmini yapıp riske girer.
(Gani Yıldız)
*****
Şok kasetlermiş
İki gündür iki “şok!” kasetler tartışılıyor yine. Kasetlerin birinde BDP’liler konuşuyor. MHP’ye destekten söz ediyorlar. Başlıkları okuyunca şaşırıyorsunuz, ama içerik çok farklı.
Olay şu: BDP Elazığ adayı YSK tarafından veto edildi. Böylelikle BDP’nin Elazığ’da adayı kalmadı. BDP’liler seçimi boykot etmeyeceklerine göre Elazığ’da AKP’ye karşı başka birinin desteklenebileceğini düşünüyorlar. BDP’nin AKP’nin milletvekili sayısının az olmasını istemesi kadar normal bir şey olabilir mi?
Ama hayır, “şok” diyeceksiniz, “skandal” diyeceksiniz, iktidara karşı her eylemi göğüsleyeceksiniz.
İkinci kasette bir binbaşının konuşması var. Onda da yine başlık numarası yapılmış. “Binbaşı BDP’ye oy istedi” diyorlar. Oysa içerik yine farklı.
Olay şu: Binbaşı olduğu söylenen kişi konuşuyor. İktidarı hiç beğenmiyor, beğenmediği gibi ulusal güvenlik konusunda tehdit ve tehlike olarak da görüyor. Hatta öyle ki “Bunlar BDP’den bile tehlikeli. BDP’ye oy veririm bunlara vermem, çünkü ülke uçuruma gider” diyor. Bu tür konuşmalar herhalde yüz binlerce evde yapılıyor bu günlerde.
*****
Meclis Başkanı’nın 62 kişilik ordusu
Birkaç gün önce bulunduğumuz binaya Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin geldi. Hem Doğan Grubu’nun bir sosyal kampanyasının törenine katıldı hem de Uğur Dündar’ın Arenası’na konuştu. Başkan ve yanındakilerin kalabalığı çok dikkat çekiciydi. Sayısız polis aracı, iki ambulans ve geniş bir maiyet.
O gün bahçede verilen yemekli davette Mehmet Ali Şahin dışında tam 62 kişi daha yemek yemiş. Görevli arkadaşların söylediğine göre 50 kadarı koruma polisiymiş. Şaşırmamak mümkün mü? Dünyanın hangi ülkesinde bir Meclis Başkanı 50 koruma ile gezer, nedir bu kadar korkulan?
Tamam, kimse İsveç’teki gibi bakanlar, başbakanlar bisiklete binsin demiyor ama, bu kadarı da ifrat değil mi?
|