Çarşamba günü akşama doğru Adana’dan bir telefon geldi; Yumurtalık’ta DP İlçe Başkanlığı da yapmış olan Mehmet Yüksel isimli bir okurumuz, eski DP’lilerden olduğu için yıllarca Adana DP milletvekili ve AP senatörü olarak görev yapmış olan babamı da iyi tanıyor. Bana “Ruhat Hanım siz ne diyorsunuz, bazıları birbirinden farklı, çoğu ise aynı rakamları yazıp duran bu anketlerden hangisine inanmak lazım” diye soruyordu. Kısa bir konuşmadan sonra paniğinin nedeni anlaşıldı ki ertesi gün de kiminle karşılaşsam aynı anketten söz etti; Hakan Bayrakçı ve SONAR anketi..
Ben TV’de kendisini izlemedim, yaptığı anketler de benim için aylardır ‘diğer taraflı anketler gibi’ hiçbir anlam ifade etmiyor ama verdiği rakamların millette ona olan kuşkuyu kat kat arttırdığına da şüphe yok. Önce neden ‘diğer taraflı anketler gibi’ dediğimi açıklayayım. Hakan Bayrakçı yıllarca yaptığı araştırmaları ‘tarafsız bir şirket gibi’ sunduktan ve bizler de SONAR anketlerini böyle değerlendirdikten sonra “CHP’den milletvekili adayı gösterilmediğini” öğrendiği günün akşamı ekrana çıkıp öfkeli bir konuşma içinde “Ben 10 yıldır CHP üyesiyim” dedi. Evet onun gibi “gizli partili”, “kesin taraf” çok sayıda araştırma şirketi var, hatta hiç duyulmamış isimlerle mantar gibi de arttılar. Ayrıca bugün artık bağımsız gazete birkaç tane kaldığına, kalanlar da ağır siyasi baskı altında olduğuna göre onların yaptırdığı anketlere de “güvenilir” denemez ama yıllar boyu “bir partinin üyesi olduğunu saklayan” bir araştırmacının verdiği sonuçlara da aynen onlar gibi güvenilemez.
BENİ SEÇMEDİN, AL SANA!
Şimdi, dinleyenler bu kadar şaşırdığına, “AKP’nin kendi anketleri bile bu rakama çıkamadı” dediğine göre Hakan Bayrakçı seçime 12 gün kala TV’ye çıkmış ve kendisini milletvekili yapmayan partiden anketiyle intikam alıyor ya da belki “başka partilerde şansını deniyor” olmalı. Anketinin sonucu şöyleymiş; AKP: yüzde 50.9, CHP: yüzde 25.7, MHP: yüzde 12.4... Gerçekten de AKP’ye yakın kuruluşlar bile “yüzde 45-47” derken, CHP de anketlerde “yüzde 30 üstü” görünürken dikkat çekici... Bu sonuç hiç mi mümkün değil, bence “yerel seçimlerde olduğu gibi birden ortaya çıkıveren 10 milyon ekstra seçmen”le her şey mümkün, onun için sonradan “bakın bildik” lafları da fark etmez, ben her nedense son yıllara kadar rastlanmayan ama şimdi okul sınavlarından bile eksik olmayan “seçim hileleri”ne inanıyorum, hele verilen yeni bilgilerden sonra (anlatacağım onları da)..
Aslında Bayrakçı’yı yazmamın nedeni insanların “kin tutup tutmamasının yarattığı farka” dikkat çekmek. Onu seçmediler, öfkeyle devam etti. CHP Milletvekili Nur Serter “Baykal’a yakın” milletvekillerindendi, o genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kalınca kendisinin de referandumda “rakip partinin tercihi yönünde” çalıştığını gören ve anlatan partilileri oldu. Kısa süre önce de “21’inci yüzyılda 27 Mayıs darbesinin reklamını yaptığını” duyduk, tabii ki kullanılacak bir sözdü ve partisi aleyhinde kullanıldı da... Peki yapmasa olmaz mıydı, görünüşe bakılırsa bu da bir tür “partiye çaktırmadan zarar verme, intikam alma”dır. Oysa darbeden çok memnunsa kendine saklasın, ben üç darbenin mağduru bir aileden geliyorum ve “bizler” hiç az değiliz bu ülkede!
VE GERÇEK SİYASETÇİ!
Mustafa Sarıgül, genel başkanlığa aday olduğu için çıkarılan olayların arkasından (daha önce birçokları gibi) Baykal nedeniyle, küskün şekilde CHP’den ayrılmıştı. Daha sonra kurduğu Türkiye Değişim Hareketi tam partiye dönüşecekken CHP’deki -genel başkanın değişmesiyle başlayan- değişim hareketine destek vermek için parti kurmaktan vazgeçti. Buna parti içinden farklı nedenler yakıştıranlar olmadı değil, ama içinde doğduğum siyaset hakkında biraz bir şey biliyorsam bence kesinlikle yeni CHP Mustafa Sarıgül’ü değerlendirmeliydi, bunu yapamadılar (aynı hata Yaşar Nuri Öztürk için geçerli..) Ama Sarıgül yine kızıp köpürmedi, tam aksine gerçek bir siyasetçi olduğunu “duygularına kapılmayarak” gösterdi ve “yurtseverlik duygusu ve sorumluluk bilinciyle, oyların bölünmemesi için TDH’nın CHP’yi destekleyeceğini” açıkladı.
Karşılaştırın yukarıdaki üç ismin tepkilerini ve siz söyleyin; Mustafa Sarıgül kutlanmayı hak etmiyor mu? Bence ‘bir partinin yönetim kadrosunda olmak için’ bulunmaz bir isimdir o ama gel de anlat. Türkiye’de neyin takdiri doğru yapılıyor ki?
***
Nazi zulmü gibi!
Bir grup köşe yazarı, tutuklu gazeteci Müyesser Yıldız’ın Sirkeci Adliyesi’ndeki duruşmasındaydık dün. Medyaya dehşet verici bir baskı haline dönüşen soruşturmadaki haksızlık ve hukuksuzluklara tepki olarak da, meslektaşımıza destek vermek üzere de oradaydık. Yıldız’ın getirildiği, pencereleri demirli zırhlı aracı ve etrafını saran, önüne dikilen jandarmaları görünce ister istemez “katilleri, tecavüzcüleri hatta küçücük çocuklara tecavüz eden canavarları”, çocuğunu pencereden atıp yaralayan suçluyu serbest bırakan yargının bir kadın gazeteciye bunu nasıl reva gördüğünü düşündüm ve içimi isyan duygusu kapladı.
Eşi, evladı, tüm ailesi orada ve o “en ağır suçu işlemiş bir mahkum gibi” getiriliyor. Ailesinin ve kendisinin gözleri doluyor, belli etmemeye çalışıyorlar. Tutuklulardan Doğu Perinçek’in “3.5 metrekarelik bir odada, tuvalet de bu metrekareye dahil şekilde yaşamaya mahkum edildiği, ‘ceza aldığı için’ önce eşiyle haftada bir yaptığı telefon görüşmelerinin yasaklandığı, sonra da 4 hafta görüş yasağı getirildiği” anlatılıyor. Zaten en ağır şartlar altında bırakılmış, bir kez cezalandırılmış ama o da yetmemiş, ayrı cezalarla psikolojik baskıyla işkence yapılıyor.
27 NİSAN NE OLDU?
Vallahi Nazilerin acımasızlığından farksız bunlar söyleyeyim, Öcalan’ın şartlarını pek yakından izleyen AB’nin bunları neden görmediğini anlamak imkansız! Bir de, “darbe planlıyorlardı” diye bu tutuklulara her sıkıntı reva görülürken..12 Eylül darbesini sorgulamak daha yeni akla geldi. Orada mesele sorumluları hapsetmek değil, “darbeyi ve yapanları tarih önünde mahkum etmek”tir. Bu arada; 12 Eylül yargılanacaksa, 27 Nisan muhtırası ve onun sorumlusu neden yargılanmıyor? Konuşmalarda unutulmazken neden soruşturmada unutuluyor?
“İhtimal” iddiaları bu kadar ağır cezalandırılırken “gerçekleşmiş darbe-muhtıra” unutulamaz değil mi? Umarım seçim ertesinde 12 Eylül soruşturması rafa kalkmaz ama bu arada 27 Nisan’la ilgili bilgi de verilmelidir.
ÖZÜR!
Sevgili okurlarım, dün bilgisayarımda oluşan ve benim düzeltemediğim, okumayı çok zorlaştıran bir hata nedeniyle yazımda da bazı harf ve noktalama hataları ortaya çıkmıştı. Çok üzgünüm, özürlerimi kabul edin lütfen...
|