Artık hepimiz “resmen” biliyoruz ki Kürt sorununun çözümünde en kilit isim, ömür boyu ağır hapis cezasını İmralı Adası’nda çekmekte olan PKK’nın lideri Abdullah Öcalan. Bölgede ve genelde bilinen lakabıyla Apo.
Kronolojik olarak baktığımızda bu bilgiye “resmen” ulaşmak için hayli zaman yitirdik aslında.
Başbakan önce İmralı’da bazı görüşmeler yapıldığını yalanladı. Hatta öyle ki “İmralı ile görüşmeler yaptığımızı söyleyip de bunu ispat etmeyenler alçaktır” dedi.
Ama hemen ardından “Bizden daha önce görüşüyorlardı” açıklamasıyla yumuşak bir geçiş yapmaya çalıştı, sonunda da “Biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor” dedi.
Doğaldır, kafalar karışıyor; “hükümet görüşmüyor ama devlet görüşüyor” acaba ne anlama gelir?
Başbakan’ın bu konuda olmayacak beyanlarda bulunmasını, içine düştüğü sıkıntılı duruma bağlamak hiç olmazsa vicdani bir tavır olacaktır, geçelim.
Diyelim ki, Apo ile hükümet değil de devlet görüşüyor...
İyi güzel de bu “devlet içinde” kimler var acaba?
Kaç kişiler?
Mevcut görevleri ne?
Apo ile hangi konuları görüşüyorlar?
Aldıkları bilgi ve izlenimleri kime, hangi yollarla veriyorlar?
Karşı teklif götürürken kimden onay alıyorlar?
Bunların hiçbirini kamuoyu bilmiyor.
Bilinen tek şey “devletin” Apo ile görüştüğü.
Oysa, işin Apo tarafından bakıldığında çok daha farklı bir durum çıkıyor ortaya.
Çünkü Apo da “devlet” heyetinin kimliğini söylemiyor ama çok daha ilginç şeyler anlatıyor.
Örneğin “Bu heyetin sorunu çözecek güçte olduğuna inanıyorum” dedi geçen hafta.
“Heyetin hükümetin bile üstünde olduğunu” ima etti.
İşte kafa karıştıran nokta bu. Apo “Hükümetten bile güçlü” iması yaptığına göre, acaba bu “devlet” heyetinin içinde yabancılar da mı var?
Bir gazeteci olmamı bırakın, bir vatandaş olarak seçimlerden önce Apo ile görüşen “devlet” heyetinin kimlerden oluştuğunu, bu görüşmelerde neler konuşulduğunu, hangi taleplerin alındığını, hangilerinin kabul edildiğini, sorunun nerede tıkandığını öğrenmek en doğal hakkım.
*****
Amiral eşinin isyan mektubu
Balyoz ve Kafes davalarında yargılanan Amiral Kadir Sağdıç’ın eşi Selver Sağdıç’tan bir mektup aldım. Olanlara isyan eden Selver Sağdıç’ın mektubunu sizlerle de paylaşıyorum:
“Sayın Ataklı, Ailemizin yaşadığı bu son hukuk depremini çok insan kaldıramayabilir, bugüne kadar hukuk ve adalet inancımı hep korudum, ama boşa kürek çekmişiz, bunu çok üzülerek ifade etmek istiyorum. Hayatımızı bu mesleğe adarken, bu denli vefasızlık ile karşılaşacağımızı hiç düşünemezdim. Biz eşler olarak doğumlarımızı yalnız yaptık, çocuklarımızı yalnız büyüttük, hastalıklarımızı yalnız geçirdik, ailelerimizin içinde çok önemli günlerimizi yalnız yaşadık.
Ama eşimi esir düşüren hükümete hakkımı helâl etmiyorum. Birileri istedikleri gibi senaryolar yazarken ve uygularken ve hiç kimse kılını kıpırdatmazken, biz saf saf bütün iyi niyetimizle hukuk ve adalete inanmaya devam ettik.
18 Mayıs 2011 benim için milat oldu. Eşimin haberlerde, 70 milyona, bir cani gibi gözükmesinin beni ve onu tanıyan herkesi ne kadar üzdüğünü size tarif edemem. Gölcük’ten herkesin yazabileceği ve hazırlayabileceği CD’ler, birkaç satırdan ibaret bir ‘word’ belgesi gibi ‘çöplerle’ eşimin iki kez müebbet hapsi istendi.
Gerçek suçlular ellerini kollarını sallayarak gezerken, biz bunları yaşıyoruz, yazıklar olsun. Peki bunu isteyen savcı ifade aldı mı? Destekleyici delil var mı? İmza, parmak izi, kıl örneği? Diğer dava Kafes’te eşimi davaya tek bağlayan; yazıldığı iddia edilen, bir ‘word’ belgesinde , Emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü’ye atfedilen bir notta geçen ‘uygundur Kadir Paşa koordine etsin’ ifadesi. İstanbul Polis Kriminal dairesi bu yazının Feyyaz Amiral’e ait el ürünü olmadığını kanıtlamıştır.
Peki bu rapor nerede bulundu? 1 yıl sonra Balyoz davası dosyasında. Peki bu sanıkların lehine olan rapor için savcı ve hâkimler bir şey yaptı mı? Hayır.
Yine Balyoz davasında eşim sadece bir belgede ismi geçtiği için, hiç katılmadığı bir seminerde, bir ‘word’ belgesinde ismi geçtiği için, kendini dava içinde buldu. Böylece ismi bütün davalara yapıştırıldı. Son olarak ‘iki kez müebbet’, yazıklar olsun . Bir savcı için bu kararı istemek ne kadar basit değil mi?
Bu yazdıklarıma inanmayanları, mahkemelerdeki duruşmalara katılmaya davet ediyorum. Hukuk katliamlarını görsünler. Bana inanmayıp gene de gelmeyenlere ise bu duyguları tatmalarını diliyorum. Sözün bittiği yerdeyim.
Saygılarımla, Selver Sağdıç.
*****
Tutuklu general ve amirallerin sayısı, Genelkurmay Karargâhı’ndakileri geçmiş. Bu durumda, ünlü “Ülkeyi siviller yönetir, asker kışlasında oturmalı!” sözünün ikinci bölümünü “asker cezaevinde oturmalı!” olarak değiştirebiliriz! (Gani Yıldız)
*****
Suyunu korumak isteyen eşkıya!
Hopa’da AKP mitinginden önce gösteri yapanlar, çevredeki tüm derelere hidroelektrik santralı kurulmasını protesto etmek istiyorlardı. Pankart açınca polisten büyük şiddet gördüler. Sular sıkıldı, gaz bombaları atıldı ve ne yazık ki bir kişi yaşamını yitirdi.
Başbakan da “sularını korumak isteyenleri” eşkıya olarak ilan etti. Niye? Çünkü Başbakan hiçbir eleştiri istemiyor. İnanılır gibi değil.
Polis neden bu kadar sert ve acımasızdı? Tek nedeni var. Korku. Başbakan’dan korku. O gelmeden her şeyi güllük gülistanlık yapma telaşı.
Artvin emniyeti asıl ürkütücü operasyonu gece yaptı. Kentin elektrikleri, telefon ve internet bağlantıları kesildi, birçok evde arama yapıldı.
Ama ne yapsalar yaranamadılar. Başbakan bu kez hesabı sonraya bırakmadı ve Emniyet Müdürü’nü anında görevden aldı.
*****
Sandık başına 95 fazla oy pusulası
Yüksek Seçim Kurulu herhalde hiçbir seçim döneminde bu kadar eleştirilmemiş ve bu kadar kötü duruma düşmemişti. Oysa 2007’ye kadar, eksiklerine rağmen YSK en güvenilen kurumlardan biriydi. Tıpkı ÖSYM gibi YSK da bu iktidar döneminde belli ki çok yıpratıldı. İktidarın “her şey benim olacak” mantığı ile yaptığı ataklar belli ki YSK’yı da “bağımlı” kuruluşlardan biri haline getirdi.
Yakın geçmişteki YSK skandallarını bir kenara bırakalım, seçime çok az kala yaşadığımız bir “garipliğin” üzerine eğilelim.
Seçimde oylar 199 bin 206 sandıkta kullanılacak. YSK skandallarla dolu bir ihale süreci sonunda 11 milyon liraya bastıracağı oy pusulalarını 800 bin liraya bastırıyor biliyorsunuz.
Şimdi bir sorun da oy pusulalarında çıktı. Çünkü 50 milyon seçmen için 69 milyon oy pusulası basılıyor. Yani 19 milyon fazla oy pusulası. Bu da sandık başına 95 fazla oy pusulası demektir. Tabii ki yırtılan, üzerine bir şey dökülen oy pusulası yerine yedeğini de koymak gerek ama, sandık başına 95 fazla oy pusulası biraz abartı değil mi? Çok şaşırtıcı.
Zaten “hile” kuşkuları dağı aşmış, buna bir de oy pusulası fazlası eklemek ne demek oluyor ki
|