Bodrum koyları, hesapsız maviliğiyle insanı her baktığında şaşırtıyor.
Denizin serinliğine zıt acımasızlığıyla güneş ışınları, turistlerin beyaz etlerine saplanıyor. Güneş yükseldikçe beyaz etler önce pembeleşiyor, derken kızarıyor, hatta morarıyor. Dayanıklıysa, pes edip bronz tonlarına dönüyor. Bazen de güneşe çıkamayacak kadar kavrulup alı al, moru mor, beyaz tişört ve şapkaların ardına saklanmaya çalışıyor.
Yaz, tatil demek. Pek çoğumuz içinse tatil, deniz ve güneş demek. Hiçbir şeyin düşünülmeyeceği, sıkıntılara sırt çevirebileceğimiz, kafadaki şalteri indirmeye çalıştığımız çalıntı bir zaman dilimi...
Ancak bedeninizi buz gibi sulara bırakma lüksünüz olsa bile beyniniz, sabah okuduğunuz gazetelerden sizi soyutlayamıyor. İnsanlar neden “ben artık gazete okumuyorum” diyor, anlıyorum. Neden küçük canlarını daha da sıkacak, tepelerini attıracak hikâyeler okusunlar ki? Yok say ki rahat et. Yok say ki tatilin tadını çıkar. Yok say ki kazara vicdanın sızlamasın...
Haber dili ne kadar soğukkanlı olsa, gazete ne kadar “yazlık” neşelere kapılsa da bazen sokak ortasında, bazen çocuklarının gözünün önünde öldürülen kadınların hikâyeleri, deniz kenarındaki çalıntı zamanın da içine ediyor.
Daha iyi bir hayat
Öldürülen kadınlar, seçim döneminde unutulmuştu. Şimdi yine birinci sayfalara çıkmışlar. Hayırdır, seçim bitti de cinayet mevsimi mi başladı?! Aynı gün bir değil, iki kadın cinayeti. Kocasıyla “barışmak” için buluşan Rahime’nin, Ankara TBMM sokağına, üç bıçak darbesiyle düşen cansız bedeni. Bir diğeri, Zonguldaklı Remziye... Boşanma davası açan, iki çocuğunun gözü önünde öldürülen Remziye. Kocası, “Kızımı da öldüreceğim” diye bağırıyor hâlâ. Bağırabiliyor.
Derken, “yabancı medya”dan bir haber: “Daha iyi bir hayat” vaadiyle kandırılan Rus kadınlar, Yunanistan’a götürüleceklerini zannederek bir gemiye bindirilmiş. Yolda 30 tanesi hayvanlar gibi telef olup ölüyor. Bu vartayı atlatan kadınlar ise Türkiye’de “polis formalı” kişilerce günlerce tecavüze uğruyor.
Bitmedi. Ertesi gün bir başka “alıkoyma” öyküsü: Şerefsizin teki, iki Moldovalı kadını tam yedi yıl eve kapatmış. Yedi yıl! Kimsenin nasıl haberi olmaz? Yıllarca tecavüz etmiş, hamile bırakmış... Söyleyin, Avusturya’da kendi kızlarına yıllarca tecavüz eden “asrın sapığı” Joseph Fritzl’dan çok farkı var mı bu adamın?
Peki kimin umurunda? Bırakın Olga’yı, bu devlet ve bu toplum, Remziye’yi de Rahime’yi gözden çıkarmış. Biri gâvurdur, Allah bilir “hak etmiştir”! Diğeri de evlidir, “otursun oturduğu yerde”dir...
Başka şiddet yok
Bu ülkede şiddet deyince, akla sadece terör geliyor. Bu ülkede eşitlik, insan hakları deyince sadece Kürt meselesi konuşuluyor... Konuşulsun tabii, daha da çok konuşulsun!
Ama başta medya ve siyasetçilerin, başka şiddet yokmuş gibi davranmaları, kadın cinayetlerini ikincil bir konu olarak bile görmemeleri, yok saymaları, çığ gibi büyüyen erkek vahşetine hizmet ediyor.
Sonunda hepimiz, kadın veya erkek, bu insanlık rezaletinin bir parçası haline geliyoruz. Buz gibi sulara dalmak, kızaran bedenlere bakmak, şalteri indirmek de işe yaramıyor böyle zamanlarda.
|