Bölgede operasyonların yoğunlaşması ve Kürt siyasetinin önde gelen kadrolarına karşı ardı arkası kesilmeyen gözaltılar ve tutuklamaların yarattığı gerginlik karşısında Başbakan Erdoğan, yavuz hırsız misali, “ev sahibini” suçlayan bir saldırı taktiği geliştiriyor.
Gerçi AKP yandaşı basın ve Başbakanın en yakın adamları, operasyonları, “hükümeti zor durumda bırakmak, hatta hükümeti provoke etmek isteyen askerin operasyonları sürdürmesi” biçiminde propaganda ederek, hükümeti olup bitenin mağduru olarak göstermeye çalışıyor. Dahası Başbakanın yakın çevresi ve AKP propagandası, bölgedeki gerginlikleri artıran operasyonları ve bu operasyonlara tepkileri “PKK ile Ergenekonun derin ittifakı”na bağlayarak, bölgeyi germeyi “hükümete karşı komplo” olarak gösteriliyor. Tıpkı daha yakında İbrahim Tatlıses’e yapılan “suikastın emrinin Kandil’den geldiğine” dair yapılan gürültülü propaganda gibi, AKP propagandası, artan gerginlikten, halkın tepkisinden paniğe kapılarak, o en saçma, en inanılmaz iddiaya, “PKK ile Ergenekon ittifakı” yalanına sarılıyor. Öyle ki Başbakan CHP’nin parti bürosunu açmamasını bile, “esnafın kepenk kapatmasına destek” olarak göstermekte, “Biz kapatmıyoruz büromuzu” diye meydan okumaktadır!
Oysa işin gerçeği konuşulmaya başlanınca, Başbakan, askeri operasyonları da polisin marifetlerini de tüm sonuçlarıyla can siperane savunuyor. Askerin ve yaptığı her şeyin arkasında olduğunu son birkaç gündür açıkça ilan ediyor Başbakan Erdoğan.
Peki asker ve polis hükümetin politikasını izliyorsa (Başbakan bunu söylüyor) o zaman başbakanın kalemşorları; “Ergenekon PKK ittifakının ne ve nasıl olduğunu, hangi operasyonların ve eylemlerin bu ittifakın eseri olduğuna” açık bir bir biçimde yanıt vermek zorundadırlar.
Kuşkusuz Başbakanın bu meydan okuyan tavrı, kendi başına, onun fevriliğinden kaynaklanan bir durum değil. Tersine Kürt sorununun çözümünde geldiği tıkanmanın sonucudur.
Çünkü Başbakana göre artık “Kürt sorun yoktur; Kürt vatandaşların sorunu vardır!”
Çünkü Başbakana (ve hükümetine göre) göre “PKK, BDP gibi direnen, ulusal hak mücadelesi veren Kürt siyasi güçleri tasfiye edilir ve şu ya da bu yolla etkisiz hale getirilirse, geriye bölgede işsizlik, yoksulluk, savaşın yol açtığı tahribatın tamir edilmesi gibi sorunlar kalacaktır!”
Seçimi AKP’nin, BDP’nin Kürt halk yığınları içindeki etkisini kırmak için kullanacağını, az çok siyasi gelişmeleri izleyen herkes bilmektedir. Nitekim seçim startının verilmesine paralel olarak MGK’yı toplayan AKP Hükümeti’nin, camiye, imamlara, tarikatlara ve cemaat çevrelerine, Kürt siyasi güçlerine karşı AKP saflarında seferber olma çağrısı yaptığı dikkate alındığında; AKP’nin elindeki camiden kışlaya, tarikatlardan aşiret güçlerine, Kürt sermaye kesimlerinden devlet güçlerine her yolla saldırısını sürdüreceği apaçıktı. Seçimde bir sonuç almak için camilerde vatandaşı itidale davet ederken bölgeyi çatışmalar ve ölümlerle terörize etmesi de beklenmeyen bir şey değildi.
Bu yüzden de Başbakanın yaygın gözaltı ve tutuklamalarda olduğu gibi askeri operasyonları savunması, bu operasyonları yapan polis ve askerin arkasında, kendi yandaşı liberalleri şaşırtacak bir radikallikle yer alması, aslında Başbakandan beklenmeyen bir şey değildi. Çünkü o, böylece hem Kürtleri terörize etmek ve BDP’yi sindirmek hem de MHP’yi geride bırakan bir milliyetçilikle MHP’yi barajın altında bırakacak bir amaç güdüyor.
Kısacası AKP ve hükümeti; hem BDP’yi etkisizleştirmek hem de MHP’yi parçalamak ve barajın altında bırakmak için Kürtlere saldırıyı artırmayı kullanıyor. Böylece Erdoğan, bir taşla iki kuş birden vurmayı hesaplıyor.
AKP hesaplıyor; elindeki imkanlarla taşı da atıyor. Anca bu taş, “BDP kuşunu” vurur mu, MHP’yi vurursa bile öldürebilir mi bu tartışmalıdır.
Ancak, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin saldırılar karşısında direncinin daha da arttığı dikkate alındığında AKP’nin “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma” ihtimali çok kuvvetlidir.
Bölgede olanlar, bunu çok daha açık gösteriyor.
|