Ceza Muhakemesi Kanunu unutulmuş gibi... Ama herkesçe hatırlanması gerekiyor.
Her şey şunu gösteriyor: Ülkemizde belirli tutuklama kararları, birer ‘yargısız infaz’ aracı haline gelmiştir. Oysa bu konudaki ‘ilke’yi tüm ilgililer bilir. Ceza Muhakemesi Kanunu da ‘açık ve net’ olarak yazar. Ama, ne yazık ki, her seferinde yeniden hatırlanması, hatırlatılması gerekiyor: ‘Tutuklama’, sadece bir ‘tedbir’dir.
O karar ancak, ‘kuvvetli bir suç şüphesinin varlığını göste-ren olguların bulunması halinde’ ve buna ek olarak ‘bir tutuklama nedeninin’ de var olması halinde verilebilir. (CMK-M.100)
O karar, ‘işin önemi’yle, ‘verilmesi beklenen ceza’yla veya ‘güvenlik tedbiri’yle ‘ölçülü olmaması halinde’ verilemez. (CMK-M.100)
Kanun aynı maddede, o tutuklama nedenlerinin ‘varsayılabilmesi’ için gerekli şartları da sıralamıştır.
Birinci nedenin şartı, şüpheli veya sanığın ‘kaçma’sı ‘şüphesinin uyanması’dır. Ama hâkim, o şüphenin uyandığını ‘şüphe uyandı’ diye iki sözcükle ifade edip gerekçelendiremez. O şüpheyi ‘uyandıracak somut olguların’ var olduğunu da somut olarak saptaması gerekir.
İkinci neden, şüphelinin veya sanığın ‘delilleri karartabileceği’ şüphesidir.
Ama tek başına o ‘şüphe’ de hâkime tutuklama kararı alma yetkisini vermez. Hâkim bunun için ‘şüphelinin veya sanığın davranışları’nı göz önünde tutacaktır. O kararı, o davranışlar, ‘Delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme’ veya ‘tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma’ hususlarında ‘kuvvetli şüphe oluşturuyorsa’ verebilecektir.
Yani o şüphe ‘zayıf’ kalıyorsa, tutuklama kararını gene vere-meyecektir.
CMK’nın 100’üncü maddesi-ne bir de ‘katalog fıkrası’ diye anılan bir fıkra eklenmiştir ki, bununla, haklarında belirli ağır cezalı suç iddiaları bulunulan şüphelinin veya sanığın, ‘delilleri kararatma’sı şüphesinin, dolayısıyla tutuklama nedeninin ‘varsayılabileceği’ belirtilmiştir.
Ama tabii, bu, hâkimin takdirine bırakılmış bir haldir. Hâkim isterse o varsayımı yapabilir. Ama kanunun tutuklamanın esasıyla ilgili genel sınırları içinde kalmayı tercih ederse, kaçma şüphesiyle ‘ilgili’ somut olguları ve ‘delilleri karartma’yla ilgili ‘kuvvetli şüphe sebepleri’ni, o ‘katalog’tan bağımsız olarak bizzat saptamalıdır.
***
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamayla ilgili maddesinin esasları bunlar.
Bizdeki belirli soruşturmalardaki ve davalardaki uygulamanın özeti ise şu:
Kaçması veya delil karartması şüphesiyle ilgili ‘somut olgular’ veya ‘kuvvetli şüphe nedenleri’ bulunması bir yana.. Kaçma veya delil karartma ihtimallerinin bulunmadığını kendi davranışlarıyla defalarca kanıtlamış olan (tutuklanıp salıverildikten sonra, tüm sorgulara ve duruşmalara katılan ve her arandıklarında yerlerinde bulunan) sanıklar, bazı savcıların özet gerekçeli taleplerine uyula-rak tutuklanabiliyorlar. Aylarca (bazıları yıllarca) tutuklu olarak kalabiliyorlar.
Aylarca, yıllarca tutuklu kalanların haklarındaki suç iddialarının inandırıcı kanıtlarının hâlâ ortaya çıkmadığı, duruşmaların seyrinden anlaşılıyor.
Özetle: Hukukun çağdaş evrensel ilkelerinin de, bizim Ceza Muhakemesi Kanunumuzun da, sadece belirli şartlar alınabilecek bir ‘tedbir’ olarak düzenlediği ‘tutukluluk’, belirli soruşturmalarda ‘fiili’ bir ‘değişim’ geçirip bir ‘ceza’ uygulaması haline dönüşmüş.
Hatta bazı televizyon tartışmalarında tutuklular için ‘İyi olmuş. Suç işlediği belli zaten. Falanca kişiyle telefon konuşmaları varmış’ gibi ‘kararlı’ değerlendirmeler de yapılıyor. O ‘değişim’ giderek daha da hızlanıyor ve yaygınlaşıyor.
İstanbul’da, Beşiktaş’ta, Silivri’de, Diyarbakır’da, Batman’da, başka yerlerde... Siviller, askerler, rektörler, kuvvet komutanları, gazeteciler, belediye başkanları subaylar, profesörler, yazarlar, işçiler, karacılar, denizciler, havacılar, politikacılar, avukatlar, doktorlar, çiftçiler, esnaf, halkın her kesimnden insanlar,... Haklarındaki iddialarla ilgili duruşmalar sonunda verilecek kararı hapishanelerde bekliyor. Bazıları çok uzun zamandan beri...
Bazıları da hapishanelere yeni giriyorlar. Ama sonuca ulaşmalarının kolay olmadığını biliyorlar.
|