DİYELİM ki...
Seçim gecesi, sandıklar açılmış ve ortaya “AK Parti: Yüzde 50” gibi bir sonuç çıkmış.
CHP’liler ne diyecekler?
“Halkımız makarna-kömüre satıldı” mı diyecekler?
“Göbeğini kaşıyan adamların ülkesi” diye lügat mi paralayacaklar?
“Aziz Nesin’in dediği gibi...” türünden cümleler mi kuracaklar?
“Ah din faktörü ah” diye yakınıp duracaklar mı?
“Tarikatların gücü” türü değerlendirmeler mi yapacaklar?
“Devlet imkânlarını kullandılar” cümlesine mi sığınacaklar?
Açık konuşalım:
Eğer bunlar söylenirse...
BİR: Teşhis yanlış konulmuş olur.
İKİ: Halka ayıp edilmiş olur.
ÜÇ: Bu kafayla sittinsene geçse de iktidar yüzü görmek haram olur.
Diyelim ki seçim gecesi “AK Parti: Yüzde 50” sonucu çıktı.
Bu durumda CHP’liler ne mi demeli?
Şöyle demeliler:
“Yıllarca askere bel bağladık. Yüksek yargıdan medet umduk. Tayyip yasaklansın, AK Parti kapatılsın diye dua ettik. Sahillerimize çekildik. Erzurum’a hiç gitmedik, Batman’ın kapısından geçmedik. Türbanlıyı anlamadık, Kürtlere kulak vermedik. İrtica dedik, laiklik dedik, başka da bir şey demedik. Gelir dağılımındaki eşitsizliği hiç mesele etmedik. Bir gecekonduya gidip bağdaş kurmadık. Sendikalara düşman olduk. Proje üretemedik. Yoksulu düşünmedik”.
Burada bırakmamalılar ve şöyle devam etmeliler:
“Yanlışımızı gördük, altı ay önce yeni bir yola girdik: Yoksullarla tanıştık. Kürtlerle tanıştık. Türbanlılarla tanıştık. İşçilerle tanıştık. İlk defa yoksullar için projeler ürettik. Alternatifler getirdik. Ama yılların algısı, yılların yanlışı, yılların imajı altı ayda değişmez. Hata halkta değil, hata bizim geç kalmışlığımızdadır... Şimdi önümüzde tek yol var: Girdiğimiz yeni çizgiyi halka daha iyi anlatmak için çalışmak. Hem de seçimin ertesi günü başlayarak çalışmak”.
Seçim gecesi sandıktan “AK Parti: Yüzde 50” gibi bir sonuç çıktığında...
Eğer CHP’lilerin ruh halini, bu yaklaşım belirlemezse...
Bundan sonraki bütün seçim gecelerini büyük bir moral bozukluluğuyla geçirmek kaçınılmaz olur.
Henüz hiçbir şey belli değilken ben uyarı görevimi yapayım da, en azından günah benden gitsin.
Akif de ki
BAŞBAKAN Erdoğan diyor ki:
“Hanım kardeşlerimden özür diliyorum. Kendisinden önceki beline hâkim olamadı gitti. Genel başkanlıktan gitti ama şimdi yine milletvekili adayı. Peki diğer taraftaki hanım milletvekili ne oldu? Onu aday yapmadılar. Ne oldu? Suçlu o mu? İkisi de suçlu değil miydi?” (Kastamonu Nutku’ndan)
Akif Beki diyor ki:
“Başbakan Erdoğan’ın, kaset siyasetini mubah görmeyi bırakın, içten içe bile hoş karşılamadığı kanaatindeyim”. (Dünkü yazısından...)
Başbakan Erdoğan diyor ki:
“Ama bu medya, bu siyasiler ne diyorlar biliyor musunuz? ‘İnsanın özeline karışıyorlar’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özeli oluyor? Kendi eşiyle değil, buna nasıl kendi özeli dersiniz? Bu özel değil, özel değil... Bu genel... Bu genel bir ahlaksızlıktır başka bir şey değil”. (Kastamonu Nutku’ndan...)
Akif Beki diyor ki:
“(Başbakan Erdoğan) bugüne kadar (kasetlerle) araya mesafe koymaya özen gösterdi hep. Siyasete malzeme yapmaktan uzak durdu. İstisnaları, kaset skandallarından sorumlu tutulduğu, doğrudan suçlamaya muhatap olduğu zamanlardır”. (Dünkü yazısından...)
Başbakan Erdoğan diyor ki:
“Bahçeli de aynı şeyleri söylüyor. O da insanların özeline giriliyor diyor. Peki özeldi de niye milletvekillerini istifa ettirdin? Niye sahip çıkmadın? Neden? Çünkü başına geleceği biliyor da onun için. Hacı Bektaş-ı Veli’nin dediği gibi eline, diline, beline hâkim olacaksın”.
Akif Beki diyor ki:
“(Başbakan Erdoğan’ın) haksız suçlamalara kendi üslubuyla reaksiyon verdiği kanaatindeyim”.
Merak ettiğim kaset soruları
Ortaya çıkan kasetler, siyasetçilerin hayatını altüst ederken, “Cüppeli Ahmet” gibi bir din adamı, kasedi çıktığı halde nasıl oluyor da bakanlarla ortak organizasyonlara katılabiliyor?
Kasetlerde ortaya çıkan rezilliklere büyük bir iştah ile dikkat çeken Başbakan Erdoğan, neden iştahsız da olsa, gizli kamera fareliği yapanlarla ilgili tek bir kelime etmiyor?
“Adnan Menderes’in özel hayatı” konusunda Başbakan Erdoğan, “Merhum Başbakan’ın özel hayatını gündeme getirmek yakışık almaz” mı diyecek, yoksa “Adam eşiyle birlikte olmamış ki özel hayat olsun” mu diyecek?
Kasedi çıkanların CHP’li ve MHP’li olması, AK Parti’den hiç kimsenin şu ana kadar “kasedinin çıkmaması”, AK Parti mensuplarının “eline, diline, beline” hâkim olmak konusunda üstün vasıflara sahip olduklarının bir kanıtı mıdır?
Cengiz ile Rahşan’dan bir talepte bulunuyorum
BİZİM Cengiz ile bizim Rahşan, Acun’un adasına gitti... Yazdıkları izlenimleri birkaç gündür okuyoruz.
Fakat şöyle bir sorun var:
Hem Cengiz, hem Rahşan, çerçevesi Acun tarafından çizilmiş “şabalak” bir oyunu fazlasıyla “içeriden” yazıyorlar. Verili dili kullanıyorlar. Kullandıkları dil, “Acun’un istediği dil”dir, oyunu ciddiye alan bir dildir, yukarıdan ve dışarıdan bakmamanın dilidir.
Oysa Cengiz, o meşhur “çaktırmadan ti’ye alma yeteneği”ni konuşturmalı. Rahşan o harika üslubuyla hınzırca kafa bulmalı. Hadi arkadaşlar! Yıkın Acun’un dilini...
Sabah’ın Hürriyet kompleksi
SABAH Gazetesi bundan 5.5 sene önce bir haber yapmış: İstanbul’daki bombalı terör sonucu kızını kaybeden bir annenin 48 yaşında anne oluşunun haberi bu...
Hürriyet ise önceki gün hem annenin bugünkü durumunu haberleştirdi, hem de 5.5 yaşına basan çocuğun fotoğraflarını yayınladı. “Bu haberi ilk biz veriyoruz” falan demeden.
Sabah’ın yayın yönetmeni Erdal Şafak, dün “Bu haberi 5.5 sene evvel biz vermiştik, Hürriyet bizi geriden takip ediyor” falan diye yazmış.
Erdal Şafak’a şunları söylemek isterim:
Senin bile tam hatırlayamadığın haberi, Hürriyet neden sana bakarak yapmış olsun ki? Düşün: Ertesi gün değil, ertesi hafta değil, ertesi ay değil, ertesi yıl değil... Tam 5.5 sene geçmiş aradan.
5.5 sene önceki bir olayı, ilk senin vermiş olman, o olayla ilgili gelişmelerin artık senin tekeline girdiği anlamına mı gelir?
Üstelik gündemde Usame Bin Ladin öldürülmesi var ve çocuğunu El Kaide saldırısında kaybeden o anneye ne hissettiği soruluyor. Ayrıca gün, anneler günü ve o haberde anneler gününe de gönderme var.
Erdal Şafak, gazeteni okutamıyorsun, bunu biliyoruz.
Ama okutamamanın acısı, bu tür yollarla çıkmaz ki.
Baskın ile Sırrı Süreyya arasındaki birkaç fark
Baskın Hoca beş yıl öncesinin fenomeniydi... Sırrı Süreyya ise tam da bugünün fenomeni.
Baskın Hoca asık yüzlü, ödünsüz ve esprisizdi... Sırrı Süreyya ise şeker gibi adam... Ama biraz fazla şeker...
Baskın Hoca’yı Radikal İki popüler kılmıştı... Sırrı Süreyya’yı ise Radikal ana gazete.
Baskın Hoca sonuna kadar Ankaralı idi... Sırrı Süreyya ise “ulan İstanbul” ekolünden...
Baskın Hoca antipatik görünmekten çekinmezdi... Sırrı Süreyya ise sempatik görünmek için çırpınıyor.
Baskın Hoca sakaldır. Sırrı Süreyya ise kaytan bıyık...
Baskın Hoca ders verir gibi konuşurdu... Sırrı Süreyya ise fıkra anlatır gibi konuşuyor.
Baskın Hoca dini literatüre vâkıf değildi. Sırrı Süreyya ise tek başına mevlit okur
|