Uzayda hayat olabilir de.. Türkiye'de hukuk var mı?

24 Kasım 2014 Pazartesi, 07:33

Ayşenur Arslan / YURT

Hürriyet Gazetesi dün ilginç bir manşet atmıştı: “Söyle Philae uzayda hayat buldun mu?”

Philae, malum kuyrukluyıldız üzerine inmeyi başaran ve üzerinde \'hayat belirtileri\' arayan uzay aracı.

İlk verilerine göre de manşetteki soruya yanıtı “evet” olabilir. Bulduğu karbon bazlı organik moleküller “hayat belirtisi” zira.

Dünyanın hemen her köşesinde olduğu gibi, Türkiye’de artık sayıları iyiden iyiye azalan bilim insanları çok heyecanlandı. Kim bilir üzerine, nasıl çıkarımlarda bulundu.

Muhtemelen bir kişi hariç: Ünlü astrofizikçi Prof. Rennan Pekünlü.

Eminim bu konudaki haberleri okumuştur. Ancak kendi istikbalini düşünürken heyecanlanmaya fırsatı olmamıştır.

Çünkü Prof. Pekünlü yakında cezaevine girecek. Neden mi?

“Ege Üniversitesi’nde türbanlı bir öğrencinin öğretim özgürlüğünü engellediği” gerekçesiyle yargılandı. 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Gerekçeyi böyle bir cümle ile takdim ettiğinizde, cezalandırılması “anlaşılabilir” gibi, değil mi!

Oysa, meseleyi bir de somut verilerle anlatırsak, bırakın cezayı “makul” görmeyi.. Phileae’ye “TÜRKİYE’DE HUKUK İZİNE RASTLADIN MI?” diye sormak lazım.

Kılı kırk yararak araştıran ve yazan Prof. Emre Kongar’dan kopya da çekerek durumu anlatayım.

***

Prof. Rennan Pekünlü’nün “BU SUÇU İŞLEDİĞİ” iddia edilen dönemde, türban henüz yasaktı.

Ama hepsi bu değil.

Türban yasağı, o dönemde sadece yasal ya da YÖK kararları ile düzenlenmiş değil. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesi, türbanı “dinsel bir simge” olarak gören kararlara imza atmıştı.

Pekünlü, hem bu kararları hem de mevcut yasaları göz önünde tutmuş. Öğrenciye yönelik herhangi bir engelleme girişiminde bulunmamış, ancak durumu bir tutanak ile tespit etmiş.

Bunun en somut göstergesi de, öğrencinin kayıtlarında devamsızlık bulunmaması. Yani, öğrenci üniversiteye türbanıyla gelip derslere öyle girmeye devam etmiş.

Şimdi.. Durum bu kadar net ise.. Bir bilim insanı nasıl olur da yargılanır ve hapse mahkum edilir, değil mi!

Türkiye’de bu sorunun yanıtı, Philae’nin misyonundan çok daha zor artık.

17 / 25 Aralık dosyaları hakkında nasıl takipsizlik kararı verildiyse.. Balyoz ve Ergenekon davalarında nasıl müebbet hapis cezası kararları alındıysa..

Prof. Rennan Pekünlü de hapse mahkûm edilivermiş.

Benim asıl merak ettiğim, bu kararın nasıl alındığı değil aslında.

Türban taktığına göre kendisini Müslüman diye tanımlayan.. Muhtemelen dinin gereklerini yerine getiren.. Yüreğinde “Allah korkusu” taşıdığını düşünen.. Yani, davanın başrolündeki o genç kadın.

Bir bilim insanını, hukuka / Anayasa’ya / gerçeklere aykırı biçimde cezaevine göndermeyi nasıl içine sindiriyor? DAVASI söz konusu olduğunda her yolun mubah sayılmasından.. Hatta karşısındakini İNSAN olarak kabul etmemekten.. Yalanın geçer akçe bilinmesinden olabilir mi acaba?

Ben, bir gazeteci olarak gündemin perde arkasını / haksızlıkları elimden geldiğince anlayıp aktarmaya çalışıyorum. Ama bunun yetmediğini / yetmeyeceğini de biliyorum.

Bu yüzden, eğer önlenemeyecekse, Prof. Rennan Pekünlü’yü cezaevine BİR İSYAN DALGASI ile göndermeyi öneriyorum.

Sayın Haşim Kılıç; Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak en önemli misyonunuz elbette Anayasa’yı korumak. Bunu yapmaktan başka bir suçu olmayan Prof. Pekünlü’yü hiç değilse “uğurlamaya” gelmelisiniz.

Sayın Ahmet Necdet Sezer; Anayasa Mahkemesi başkanlığı ve elbette daha önemlisi Cumhurbaşkanlığı yapmış bir isim olarak Pekünlü’ye açıktan destek vermelisiniz. Ya bir mesajla ya da özel bir ağırlama ile ona sahip çıkmalısınız.

Anayasa profesörleri.. Cübbelerinizi giyip Pekünlü’yü uğurlama konvoyuna katılmalısınız.

Zira, hukukun bittiği yerde hayat izine de rastlanmaz oluyor malum.. Sizler, gencecik insanların özgürlüğünü / çevreyi korumak için verdiği mücadeleyi hukuk için vermezseniz.. Pek yakında varlığımızın “organik moleküllerden ibaret” kalmasından korkarım.

FIKRA DEĞİL GERÇEK

Edirne Valisi Dursun Şahin, restorasyonu yapılan büyük sinagogun sadece “müze” olarak kullanılmasına izin vereceklerini söyledi. Gerekçeyi de şöyle açıkladı:

“Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren o eşkıya kılıklı insanlar Müslümanları katlederken, biz de onların sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak tescil edilecek.”

Neresinden tutulur bu açıklama, bilemedim. Neyse ki tweetler imdadıma yetişti. Hislerime ve tepkime tercüman oldu. Buyurun:

İsrail askeri ile Türk vatandaşı Musevileri karıştıran valilerimiz var bu ülkede. 2071 vizyonuymuş. Pehh! Alphan MANAS.

Irak ve Suriye’de kafa kesen Müslümanlar olduğuna göre ve Edirne Valisi Dursun Şahin de Müslüman olduğuna göre, derhal yargılanmalıdır. Roni MARGULİES.

Çok yanlış. Bu mantıkla Hamas’a kızıp Avrupa’da cami mi kapatsınlar? Mustafa AKYOL.


ÖLÜRAYAK!

Dün, ölüm yıldönümüydü. Sevgi Soysal’ı kaybedeli 38 yıl olmuş. Sevgi o zaman sadece 40 yaşındaymış. Ben de 26. Ama arkadaş olmuşuz. Tedavi için gittiği (ama dönemeyeceğini bildiği) Londra’dan, kendi ifadesiyle ÖLÜRAYAK mektuplar yazmış. ÖLÜRAYAK gittiği oyunları, gördüğü filmleri anlatmış. ÖLÜRAYAK, kemoterapiden artan enerjijsini Demirelli Erbakanlı MC’ye veryansın ederek harcamış. Ve her seferinde güldürmeyi başarmış. Ben de kâh umutlanarak yanıtlar vermişim.. Kâh satır aralarındaki hüznü anlayıp deli gibi ağlayarak.. Yazdığım, ama gönderemediğim son mektubu da Zincirlikuyu’da usulca mezarının içine atmışım.

38 yıl olmuş mu sahiden!

O gencecik.. O güzel.. O delidolu.. 12 Mart faşizmiyle de hastalığıyla da alay eden.. Darbecilere inat, cezaevindeki günlerini mizah gibi anlatan kadın.. Canım Sevgi.. Nasıl da bir yıldız gibi akıp gitmiş bu ülkeden.. Bize nasıl bir ülke, nasıl bir Ankara bırakarak!