Kardeşlik hukuku lâfta kaldı. Eğer bu hukuk gözardı edilmeseydi, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ü devre dışı bırakmak amacıyla AK Parti Olağanüstü Kongresi’ni alelacele 27 Ağustos’ta toplamazdı.
Bir süredir kulislerde, Erdoğan’ın, Köşk’e çıkmadan, yeni genel başkanı belirleyeceği konuşuluyordu. Ama hem kardeşlik hukuku gereği hem de cumhurbaşkanı seçilmiş bir şahsın, parti işleriyle bu kadar ilgilenmeyeceği düşüncesiyle, iddiaya inanmakta zorluk çekiyordum. İşte olmaz dediğimiz oldu… Anayasa’nın açık hükmüne rağmen (Cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisiyle ilişkisi kesilir; TBMM üyeliği sona erer.), Erdoğan, Genel Başkan ve Başbakan sıfatını üzerinde taşıyarak, AK Parti Kongresi’ne gidiyor. Zira, arkadaşlarına da güvenmiyor. “Ben Çankaya’ya çıkarsam, işaret ettiğim kişiyi genel başkan olarak seçmezler” diye düşünüyor. Üstelik, kongre 28 Ağustos’tan sonra toplanırsa, Abdullah Gül’ün karşısına rakip çıkmayacağının farkında. “Anayasayı da çiğnerim, kardeşlik hukukunu da tanımam; emanetçimi tayin ederim” havasında.
Erdoğan’ın böyle davranmasının önemli bir sebebi var: Yolsuzluk dosyaları… Eğer, kendisi ve ailesi ağır ithamlarla karşı karşıya kalmasaydı, Abdullah Gül’ün genel başkanlığına ve başbakanlığına itiraz etmeyecekti. Çankaya’da, daha huzurlu bir ortamda, millete hizmet etmeye devam etmeyi isteyebilirdi. Dolayısıyla onun bu tavrını 15 ve 25 Aralık dosyaları belirliyor. Yargı ve polis üzerindeki baskıyı, (paralel yapıya) operasyonları sürdürmek, Türkiye’nin dört bir yanına sürülen hâkim, savcı ve güvenlik güçlerinin, mahkeme kararıyla görevlerine dönmesini engellemek için, ipleri elinde tutması gerekiyor. Henüz torba yasa da parlamentodan geçmedi. Bu yasada, özellikle yerlerinden edilen memurların tekrar vazifelerinin başına gelmemesini sağlayacak, Anayasa’ya aykırı bir hüküm var. Erdoğansız bir AK Parti, Anayasa’ya aykırı bu maddenin arkasında durur mu? AK Parti grubu ancak “emanetçi başbakan” vasıtasıyla, cumhurbaşkanının nefesini ve gölgesini üzerinde hissederse disiplinini koruyabilir.
Peki Abdullah Gül gelişmelere seyirci mi kalacak? Kulislerde, hemen istifa edebileceğinden söz ediliyor. Çankaya’dan derhal ayrılırsa, 27 Ağustos’taki kongreye, Tayyip Erdoğan katılamaz ama, Abdullah Gül orada yerini alır. Birileri onu aday gösterirse, mutlaka seçilir.
Siyaset böyle bir şey… Vefa yok! Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa, AK Parti grubu, farklı bir hedefe yönelecek; partilerinin ve kendilerinin geleceğini düşünecekler. Amaç, parti dağılmasın, birlik ve bütünlük içinde yoluna devam etsin ve 2015 seçimlerinden başarılı çıksın. Buna en iyi hizmet edecek kişi de Abdullah Gül’dür.
Bu noktada, Gül, gereken cesareti gösterecek mi? Sonuç almaya yönelik böyle bir hamle yapabilecek mi? Bilemiyorum…
Hepimizin AK Parti’nin bugünlere gelmesinde hizmeti var. AK Parti’yi, daha demokratik, daha hoşgörülü bir Türkiye için desteklemiştik. Birçok önemli adımlar da atıldı. Fakat 2011’den sonra her şey tersine döndü. Türkiye, dünyadaki itibarını kaybetti. Artık otoriter ülkeler arasında adı geçiyor. Birçok insan, Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğrayarak bedel ödedi, ödemeye devam ediyor. Abdullah Gül’ün de, bu millete bir borcu var. Demokrasiyi yeniden rayına oturtmak, hoşgörü iklimini hâkim kılmak, mağduriyetleri gidermek, haksızlıkları ortadan kaldırmak, gerginliği sona erdirmek, öfke ve düşmanlığın yerine, kardeşliği hâkim kılmak…
Bakalım, önümüzdeki günler nelere gebe?
İlk darbe
Abdullah Gül’ün önünü kesmek için, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’na bir geçici madde eklenmişti. Bu maddede, “31 Mayıs 2007 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun’un, yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen cumhurbaşkanları 2 DEFA SEÇİLEMEME KURALI DAHİL, Anayasa’nın değişiklik öncesi hükümlerine tâbidir” deniliyordu.
Böylece 7 yıl için seçilen Abdullah Gül’ün, eski kurala tâbi olabileceği için, yeniden aday olması engellenmişti. AK Parti grubu, geçici maddeyle, kendi içlerinden çıkardıkları, partilerinin kurucusu Abdullah Gül hakkında özel bir düzenleme getirmişti. Daha sonraki dönemlerde, Gül, partisinin bu tavrına kırıldığını, rencide olduğunu açıkladı. Bence kardeşlik hukukuna ilk darbe bu geçici maddeydi. 15 Haziran 2012’de, Anayasa Mahkemesi, iptal kararı vermek suretiyle, Gül’ün yeniden seçilmesinin önünü açtı. Plan bozuldu… Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesi’ni eleştirerek, bilinçli bir biçimde Abdullah Gül’ü saf dışı bırakmak istediklerini de ortaya koymuş oldu. Bozdağ, Anayasa Mahkemesi’nin kararını Anayasa’ya aykırı bulduğunu açıkladı.
Plan, ikinci defa Çankaya’ya aday olamayacak Cumhurbaşkanı’nın elinden pazarlık gücünü almaktı. Alamadılar. Ama Gül, Tayyip Erdoğan ile olan kardeşlik hukukunu çiğnememek adına, kanunen hakkı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı yarışına katılmadı. Partisine dönmek istedi. Belli ki, genel başkan ve başbakan sıfatıyla ülkeye hizmet etmek amacını güdüyor. Bu defa da, 27 Ağustos Olağanüstü Kongresi’yle önü kesiliyor.
Salih Kapusuz ve Şamil Tayyar
AK Partili Şamil Tayyar, Abdullah Gül’ün “Partime dönmek istiyorum” sözlerini hedef aldı: \'Aklı esir alan bir hırsı gözler önüne serecek şekilde açıklamalar yapıyor gibi olmak, gerçekten çok üzüntü verici. Keşke böyle olmasaydı.\'
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, öteden beri Abdullah Gül’ün çok yakını. Fazilet Partisi içinde Gül, genel başkan adayıyken, onun yanı başındaydı. Hatta bu kadar tecrübesine rağmen hâlâ bakan yapılmamasının bir sebebi de tahmin ediyorum, onun Gül ile arasındaki samimi ilişkiler.Şamil Tayyar’a da gereken cevabı Kapusuz verdi: “Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün “Görevim bitince kurucusu olduğum partime geri döneceğim” açıklamasından birileri rahatsız olmuş. Doğrusu bu kesimlerin niye rahatsız olduğunu anlamış değilim. Bu partinin kurucusu olan, AK Parti Hükümeti’nin başbakanlığını, bakanlığını yapmış ve Cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiş Abdullah Gül’ün AK Parti’ye dönmesinden daha doğal ne olabilir? Özellikle AK Parti içerisindeki dava arkadaşlarımızın partiye zarar verecek açıklamalardan uzak durması gerekiyor. AK Parti hareketinin ortaya çıkmasında ciddi emek sarf etmiş Abdullah Gül’ün AK Parti’ye döneceğini açıklamasını “Sorumsuzluk” olarak nitelendirenlerin art niyetli olduğunu düşünüyorum. Bu partinin kuruluşunda büyük emekleri geçmiş ve her türlü siyasi riski alarak bu davaya hizmet etmiş Sayın Abdullah Gül’ü hedef alan bu gibi açıklamaları fevkalade yanlış buluyorum. Sayın Gül’e ‘Sorumsuz açıklamalar yapıyor’ suçlamasını yöneltenleri bu hareketin sembol isimlerine karşı siyasi nezakete davet ediyorum. AK PARTİ’DE ŞU AN MİLLETVEKİLLİĞİ YAPMAK BÖYLE HADSİZ VE NEZAKETSİZ AÇIKLAMALAR YAPMA CÜRETİNİ KİMSEYE VERMEZ. Sayın Abdullah Gül’ün bu hareket için hiçbir zaman ‘Bölen’ olmayacağından bilakis ‘Birleştiren’ olacağından hiç şüphem yoktur. Gücünü halktan alan AK Parti, bundan sonra da halkın çizeceği istikamete göre hareket etmeli ve halkta karşılığı olan bir karar vermelidir.”
Salih Kapusuz’un da işaret ettiği gibi süreç doğal mecrasında giderse, Abdullah Gül’ün genel başkan ve başbakan olması doğrudur. Ama birileri çomak sokarsa, günlerin neler getireceği şimdiden kestirilemez.
|