Bu yazı, köprüden önceki son çıkış. Bu güne kadar, Cumhurbaşkanlığı seçimi, ülke siyasetinde, Abdullah Gül’ün ataması da dâhil, çok fazla kıymeti harbiyesi olmayan, bir siyasi bilek güreşiydi. Cumhurbaşkanlığı, sembolik, zaman, zaman da diktatörlüğe heveslenen siyasi liderleri durdurmaktan aciz, ancak yavaşlatan bir makam oldu. Hele hele, Gül dönemi, Erdoğan hükümetinin, teksir makinesi gibiydi Çankaya.
Ama bu sefer başka. Hafta sonu vereceğiniz, merdiven basamağını, ucundan yakalayıp, kaymak üzere, merdivenin korkuluklarına sarılarak, düşmeyi önlemeye çalışan Türkiye’nin kaderini belirleyecek. Bu karara göre ya bundan sonraki, 40-50 sene içinde, yeni bir Ortadoğu Cemahiriyesi olacağız ve bizleri kafası bozulan dövecek. Veya uçurumun kenarından döndük diye sevineceksiniz. Daha doğrusu, bu kez, artık gerçekten uçurumun kenarındasınız. Ya düşecek veya silkelenip yolunuza devam edeceksiniz, karar sizin.
Bu sonuç, Erdoğan, Ekmeleddin veya Demirtaş adına mı? Yok, bırakın isimleri, kendimizi kandırmayalım. Seçim yapacağınız, kafa yapınız. Yani Türküm diye mangalda kül bırakmayıp, kulluk yapmak da ayrı şey. İşte bu hafta sonu, Türk halkı Türk mü kalacak. Ona karar verecek. Yoksa Allahü Ekber diyerek, birbirimizin gırtlağına mı sarılacağız, buna oy vereceğiz. Ama şimdiden bu konuda fazla umutlu olmadığımı da söyleyebilirim.
Sabah Washington, New York, Teksas ve ABD’de, öteki oy verilen yerlerle konuştum. Bana verilen bilgi, oy kullananların, yurt dışında ve ABD’de kayıtlı seçmenlerin, yalnızca yüzde 10’u. Bu oy vermeye gitmeyenler, facebookta, Erdoğan ve AKP aleyhine mesajlar atıp, gazetelerin internet sitelerine yorumlar yazanlar. Ne kadar entel-dantel olduklarını sergileyen bu kişiler, popolarını kaldırıp da, lehte veya aleyhte oy kullanmaya bile gitmemiş.
Buna karşılık, uçakla oy verilecek konsolosluklara gelip, oy kullanıp giden vatandaşlar da varmış. Bu olay, bazı kişilerin ülke hakkında, mangalda kül bırakmadan konuşmalarını da önler. Bundan sonra oy vermeyen, ama yanımda iktidarı eleştiren kişileri dinlemek bile istemiyorum.
Evet, Pazartesinden itibaren, Türkiye, aynı bugünün Pakistan’ı, Filistin’i, Libya’sı, Katar’ı veya Suudi Arabistan’ı, Irak ve Somali’si olmaya yönelebilir. Ondan sonra da Batı tarafından, mıncık, mıncık, mıncıklanıp dayak yedikçe, çıkıp, ben bunu seçtim de, başıma bunlar geldi demeyecek, bana bunu onlar yaptı diye ağlayacak. Batının inşaat sektörü, parasız kalıp iş yapmak isteyince, size bahar getiriyorum diye evlerinizi bombalayacak. Ve o yıkanlar, gelip, yeniden yapmak için seni borçlandıracak. Tıpkı, kardeşinin gırtlağına çökmen için, sana ve ona sattıkları silah gibi, paranızı sağacaklar. Ama bu onların suçu değil. Sen mağara devrini seçmişsen, bu çağı, yalnızca cep telefonu, araba, yat, kat falan olarak görüyorsan. Bu onların suçu değil.
Veya 10 seneden fazla bir süreç içinde, ilk kez, dur yeter beni batılılaştmadan uzaklaştırdın, diyebileceksen, komşularımla aramı açtığın yeter diyebiliyorsan, karşı tarafa oy vereceksin. Erdoğan’ın Arap kardeşleri, Allahü Ekber diye birbirlerinin kafasını keserken, sen sınırlarını onlara kapatacaksın.
Sınır kapatma derken aklıma geldi. Batı Trakyalı hani kendi doktorları boş gezerken dışarıdan doktor ithal etmeye hazırlanan sağlık bakanı var ya. Bu günlerde Türkiye’nin kapısındaki bir felaketten hiç söz etmiyor. Biliyorsunuz sınırlarımızdan kolayca girebilecek bir salgın hastalık için, nedense hiç önlem almıyor, konuşmuyor bile. Belki dışarıdan ithal edeceği sağlık personeli ile durumu kurtarırım hesabında. Afrika ülkelerinde, tedavisi ve aşısı olmayan Ebola virüsü, hızla kıtada yayılıyor. İstanbul sokaklarında ise Erdoğan’ın siyah renkli kardeşleri, kol geziyor. Afrika’ya açılırlarken, Afrika’da çok daha hızla bize açılıyor. Biz onlara, onlar bize vizeyi kaldırıyor.
Hani AKP’nin düzelttiğini ileri sürdüğü, ancak gerçekte içine ettiği sağlık sistemi var ya, değil bu tür bir salgınla, kuş gribi ile mücadele edebilecek yetenekten yoksun. Gördüğünüz gibi, yandaş havuz medyasında da tık yok. Tercih sizin, ya Erdoğan’dan veya Ebola’dan ölebilirsiniz.
|