Casusluk dosyası hakkında itirazlar ve tepkiler sürüyor: MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İran casusu olarak gösteriliyor… Devletin üst kadroları dahil, hatta Başbakan yasa dışı dinlenmiş vs…
Hâlbuki Selam Tevhid Örgütü dosyasında, Hakan Fidan “şüpheli” olarak görülmüyor. Kimse de ona “İran casusu” demiyor. Sadece ismi, şüphelilerin konuşmalarında “Emin” kod adıyla geçiyor. Meselâ, Hakan Fidan, ABD’ye Başbakan ile gidiyor. O arada Devrim Muhafızları Ordusu generali diye anılan İranlı şahıs Mir Vakılı’yla, eski AK Partili milletvekili Faruk Koca arasındaki bir konuşmada, Vakılı, “Emin abi nerede” diye soruyor, Faruk Koca, “Amerika’da olduğunu” söylüyor. Bu yalnızca bir örnek. Ama, Hakan Fidan’ın casusluk faaliyetleri içinde olduğunu gösteren bir örnek değil. Eski yıllardan gelen bir yakınlık, bir tanışıklık söz konusu olabilir. “Emin” kod adı, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Erbil’i ziyareti sırasında da ortaya çıkıyor. Faruk Koca, Mir Vakılı’yı arayarak, Bağdat’ın bu ziyarete engel olmasını önlemeye çalışıyor. Bunu “Emin abinin” talebi olarak iletiyor.
Hakan Fidan’ın ismi “Metin Fidan” olarak, eski Emniyet Müdürü Turan Genç’in MİT ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne 15 Ocak 2001/7585 sayıyla yolladığı bir belgede de yer alıyor. Orada Metin Fidan’dan, “Bilkent Üniversitesi’nde istihbarat ve dış politika başlıklı bir tez hazırladı” diye söz ediliyor. Oysa tezin tarihi 1999… Turan Genç tarafından MİT’e ve TSK’ya gönderildiği söylenilen ve Hizbullah arşivinden çıkan belgenin tarihi ise 1998. (Bu belge, 2000 yılında Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun Beykoz’daki evine yapılan baskında ele geçirilmişti. Üzerine şöyle bir not düşülmüştü: “1998 Aralık’ında gittikleri eski evde unutulan bir defterden, Ahmet Farsça’dan tercüme etti, A. Kerim yazdı.”) Demek ortada bir tarih tutarsızlığı var. Tutarsızlık, tezin hazırlanmasının en az 2-3 yıl sürmesiyle izah edilebilir. (Resmi kabul tarihi 1999 olan bir tezin başlangıcı çok daha eskilere dayanır.) Zaten Genelkurmay ve MİT arşivinde, Turan Genç tarafından 2001’de gönderilen böyle bir belge varsa, buna düzmece gözüyle bakmak mümkün değildir. Böyle bir belge yoksa, ancak o zaman, bu gibi spekülasyonlar gündeme gelebilir.
Başka itirazlar da var… Sözgelimi gazeteci Akif Beki, Selam Tevhid dosyasının, iddia edildiği gibi, 8 Ağustos 2010’da bir ev kadının, kocasını “İran ajanıdır” diye şikâyet etmesi üzerine başlamadığını, soruşturmanın 3 ay önce 14 Mayıs 2010’da açıldığını ileri sürüyor. Oysa 14 Mayıs’ta açılan dosya, sürekli izleme altında olan Selam Tevhid Örgütü üyeleriyle ilgili. Cezaevine girip çıkmışlar; birbiriyle ilişki halindeler. Polis onları takibe devam ediyor. Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun eşi, 8 Ağustos 2010’da Bursa Emniyeti’ne müracaat edip, kocasının münasebetlerini anlatınca, konunun ehemmiyetine binaen dosya İstanbul’a gönderiliyor. Bu dosyanın savcısı, UYAP üzerinden her iki farklı dosyada aynı kişilerin dinlendiğini tespit edince, 2 dosyayı birleştiriyor. Dolayısıyla, Selam Tevhid Örgütü dosyası 14 Mayıs 2010’da açıldı savı doğru değil. O rutin bir takipti. Diğeri, Kamile Yazıcıoğlu’nun şikâyeti üzerine başlatılan bir soruşturma.
Keşke, polisler tutuklanıp, savcılar sürüleceğine, yargılama doğal akışı içinde yürüseydi. Zira, yeni atanan savcı İrfan Fidan’ın takipsizlik kararı, şüpheleri ortadan kaldırmaya yeterli olmuyor. “Dosyanın üzeri mi kapatılıyor” endişesi hâkim.
|