Hâkim İslam Çiçek, polisleri casusluk şüphesi altında bırakan kararında, bazı AK Parti milletvekillerinin dinlenmesini gerekçe olarak gösteriyor. Kim bu milletvekilleri? Faruk Koca, Hayrettin Çakmak ve Seracettin Karayağız… Tevhid Selam dosyasına bakarsanız, zaten Faruk Koca zan altında ve buluşmalar ona ait olan “S’lo Cafe”de gerçekleşiyor. Hayrettin Çakmak ve Seracettin Karayağız’ın, Selam Kudüs Örgütü’nde görev alan ve İran’la ilişkili olduğu belirtilen Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ile 19 Ekim 2010’da Çamlıca’da bir araya geldiği bilgisi mevcut. Yazıcıoğlu, bu 2 milletvekilinden, Erdoğan’ın NATO, Avrupa ve İsrail hakkındaki görüşlerini öğrenmiş ve sonra da not halinde Devrim Muhafızları Ordusu sorumlusu Naser Ghaferi’ye ulaştırmış.
Enerji Bakanı Taner Yıldız meselesinde de şöyle bir gelişme aktarılıyor. 4 Aralık 2012’de, Erbil’deki (Kuzey Irak), Petrol ve Gaz Konferansı’na katılmak isteyen Yıldız’ın uçağı Irak Cumhurbaşkanı Nuri El Maliki tarafından geri çevriliyor. “Emin” kod adlı kişinin görevlendirdiği “Furgan” kod adlı Faruk Koca, konuyu çözmek amacıyla İran Devrim Muhafızı Ordusu Kudüs Gücü Generali Mir Vakılı’yı arıyor; Beşşar Esed ile toplantısı bittikten sonra Mir Vakılı, Koca’ya mesaj atıyor. “Abi ben, Esed abideyim. Bir haber var mı?”
Faruk Koca, 18.29’da dönüş yapıyor: “Taner abi Erbil’e giderken, Nuri beyler (El Maliki) uçağa yol vermemişler geri döndü. Emin abi (Hakan Fidan’ın kod adı olduğu ileri sürülüyor) size söylememi istedi.”
Sonunda, Vakılı aracılığıyla izin çıkıyor.
1 Aralık 2013’te ise, Taner Yıldız, Bağdat’a gidip, dönüşte Kuzey Irak’a uğramak istiyor. Maliki ona da karşı çıkınca Faruk Koca gene Mir Vakılı aracılığıyla devreye giriyor; ona teminat veriyor: “Bizimkiler merkezdekilerin aleyhine olacak bir şeye evet demediler. Ama inat ediyor, oraya geçemezsin diyorlar. Bu kaprisler sıkıntı veriyor. Merkezdekilere sıkıntı verecek bir şeyi biz yapmayız.”
Mir Vakılı: Ona kesin söz veriyorsun değil mi? Tamam… Merkezden geri dönerken Kuzey’e geçecek, onu çözeriz problem değil.
Koca: Biz bu aşamaya zor geldik, sıkıntı olmasın. Nifak ve fitneye sebep olacak hiçbir şeye evet demeyecek… Detayı sonra görüşürüz. Telefonda şey değil.
***
Görülüyor ki, sorunu Türk Hariciyesi yerine Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Generali Mir Vakılı çözmüş. Vakılı, AK Parti hükümetinin yerden yere vurduğu Esed’in de yakını. Meselâ Faruk Koca ile konuşmasında, Vakılı “Biz de kesinlikle destekliyoruz. Hem biz hem Nuri abiler hem de Esed abigiller. Bu konuda biz de elimizden geleni yapmaya hazırız” diyor.
Belki bütün bunlar, siyasetin ve uluslararası ilişkilerin icabı, doğal konuşmalardır. Ama, eğer bir casusluk dosyası açılmışsa ve Vakılı da Türkiye’de İran ajanlarını örgütleyen kişi olarak değerlendiriliyorsa, adli kolluk görevi yapan polisin onları dinlemesinden tabii ne olabilir? Bu temaslar yasal mı, yasadışı mı… Bir gün yargının konusu olursa, öğrenebiliriz.
İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Generali Mir Vakılı
Yüzleri kızarmayanlar
Bülent Arınç, kendi dünya görüşünü yansıtan tavsiyelerde bulundu. “Haya, iffet, namahrem” dedi. “Kadınlar cazibedar olmasın, yüksek sesle kahkaha atmasın” telkinini yaptı.
Bir ülkede, bir toplumda farklı görüşler, değerlendirmeler olabilir. Seküler hayat tarzı sürenler için, kızlı-erkekli ilişkiler, cazibedar olmak, cinselliği ön plana çıkarmak, hayasızlık sayılmıyor. Demek, Arınç’ın değerlendirmeleri, insandan insana ve hayat tarzına göre değişiklik gösterebilen tespitler. Ama bir de evrensel doğrular var. Muhafazakâr, laik, Fransız, İngiliz, Türk, Kürt, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, nereye mensubiyetiniz olursa olsun, hırsızlık ve yolsuzluk yapmak ya da hırsızlık veya yolsuzluğa bile bile göz yummak utanılacak, haya duyulacak bir vaziyet. Hele, suç delilleri ortaya dökülünce, zeytinyağı gibi üstüne çıkıyorsanız, hesap vermek yerine başkalarını hedef gösteriyorsanız, otobüsün tepesinde el ele tutuşup, gülümseyerek halkı selâmlıyorsanız, vatandaşın güvenini istismar edip, onları kandırıyorsanız, sadece “hayasızlık” değil, aynı zamanda “arsızlık”tan da söz edebiliriz. Ve bu toplumdan topluma, dinden dine değişen, farklı yorumlanan bir durum değil. Fransız da olsanız, Amerikalı da, Suriyeli de, Venezüellalı, Çinli, Japon, Iraklı… Herkes ve her din açısından hırsızlık hesabı verilmesi gereken bir suçtur.
Kadınlar yüksek sesle kahkaha atmasın, kendilerine hitap edildiğinde yüzleri kızararak başlarını öne eğsinler… Çok güzel! Ama lütfen hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşanların da yüzleri kızarsın.
Selvi ısrarlı
28 Şubat medyasına askerlerle işbirliği yaptı diye kızıyorduk. Onlar hiç değilse, laikçi ve Kemalist bir tavır içinde, inandıkları bir davayı yürütüyorlardı. Bugün ise, gerçeklerin üzerine örtmeye yönelik bir manipülasyon söz konusu. Star Gazetesi’nin Selam Tevhid Örgütü kapsamında 7 bin kişinin dinlendiğine dair yalan haberini defalarca sergiledim. İşte şimdi gerçek ortaya çıktı. Dosya kapsamında bazı polislere tutuklama kararı veren hâkim İslam Çiçek bile, 234 kişi dinlendi diyor.
Bu durumda, hataya alet olanlar, geri adım atar. Öyle değil mi? Abdülkadir Selvi’nin böyle bir niyeti yok. Yeni Şafak’taki sütununda aynen şöyle yazıyor: “251 kişi için Tevhid Selam Örgütü’nden dinleme kararı alınmış. Sonra örgütün içine doldurmuşlar 2 bin 280 kişiyi; 3 yıl boyunca dinlemişler. 289 kişi için isim vermeye bile gerek duymamışlar; X işaretiyle dinlemişler tastamam.”
Onlarca defa bunun “dolaylı dinlemeler” (yani hedef kişilerle telefonla konuştuklarında dinlemeye takılan şahıslar) olduğu, dolayısıyla, bir ehemmiyet arz etmediği açıklandı. Zaten bu yüzden, birçoğunun ismi de X işaretiyle anılıyor. Adli dinlemelerde tapeler muhafaza ediliyor. Zira, o gün için ehemmiyetli görülmeyen konuşmalar, savcılık iddianamesini yazarken önem kazanabiliyor. İddianame yazıldıktan sonra, tapelerin imha edilip edilmeyeceğini savcı değerlendiriyor. Gerekli görmedikleri dosyaya girmiyor. Burada daha savcının değerlendirmesine imkân kalmadan, Adem Özcan dosyadan uzaklaştırıldı. Olay bundan ibaret.
|