Bir arkadaşım anlatmıştı. Yıllar önce, Emine Erdoğan yüksek bürokrasiden birinin eşi olan arkadaşıma “sizin için çok üzülüyorum” demiş. Arkadaşımın ne kadar şaşırdığını tahmin edersiniz. “Neden” diye sormuş. Emine Erdoğan’ın yanıtı çok daha büyük bir şaşkınlığa yol açmış: “Evliyken şimdiki eşinizle ilişkiye girmiş, bu yüzden boşanmışsınız. Cehenneme gideceğiniz için üzülüyorum.”
Düşünün! Bir başbakanın eşi, onun hakkında araştırma yapıyor. O araştırma sonucuna bakarak, arkadaşımın cehennemlik olduğuna hükmediyor. Ve bunu, en ufak bir ahlaki / sosyal kaygı duymadan yüzüne karşı söyleyebiliyor.
Bu “vakayı” dinledikten sonra, Erdoğan’ın Gezi sırasında “Kızlı erkekli banklarda oturuyorlar. Bu, bize ters” demesine şaşırmadım. Vapurdan inen kızların eteklerini “ahlâka uygunluk” açısından denetlemesine de..
Keza, Bülent Arınç’ın son çıkışı da şaşırtıcı değildi. Arınç “ahlâken geri gittiğimizden” yakınıyordu. Ve ahlâk tanımını da şöyle yapıyordu:
“Kadın iffetli olacak. Mahrem- namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak.\'
EL KAİDE KAFASI
Artık lâmı cimi yok. Bu, bildiğiniz El Kaide kafası. Yüz yıllık laik Türkiye Cumhuriyeti’nde bir BAŞBAKAN YARDIMCISI kadınların herkesin içinde kahkaha atmaması gerektiğini düşünüyorsa… Dahası, bunu ARTIK açıktan ifade edebilecek cürete sahip olmuşsa.. Yarını merak etmez misiniz! Afganistan’da, Pakistan’ın ele geçirdikleri bölgesinde El Kaide ne yapıyor? Bunun birkaç adım sonrasını. Oralarda kadınlara önce gülmek yasaklandı, ardından şarkı söylemek. “Cazibedar” olmamalarının yolu da, malûm onları çarşaflara, burkalara kapatmak oldu.
Kimi kadınlar, aslında çağdaş ülkelerdeki gibi bir tepki göstermiş. Arınç’ın sözlerine kahkahalarla gülmüş.
Kusura bakmasınlar ama, ben gülemiyorum. Gülemeyeceğim. Çünkü, bu sözlerin sahibi kendini bilmez bir cami hocası değil. Bu ülkenin başbakan yardımcısı. İktidardaki partinin kurucusu.
Sadece bu da değil. Türkiye’nin çok önemli bölümünü tam da böyle bir ahlâk anlayışı ile “toplumsal dizayna” tabi tuttuklarını biliyoruz. Görüyoruz. Anadolu’dan gelen görüntüler, sahiden geri gittiğimizi kanıtlıyor. Elbette Arınç’ın kastettiği anlamda değil, ama çağdaşlık / uygarlık anlamında!
HİBRİT YAŞAM
En az 10 12 yıldır “Türkiye İran olmaz” diyenlere, “Belki, ama Türkiye başka bir şey oluyor” diye yanıt veriyordum.
Gele gele buralara geldik.
Artık her açıdan hibrit bir ülke olduk.
Örtülü kızlar, son teknoloji tablet telefonlarda, şu ya da bu tarikatın emirlerini okuyor. Neredeyse tüm okullar imam hatip oldu, öğrenciler siyasi İslam’a “asker” diye yazılıyor. Elin teknolojisi, vatandaşın vergisi ile yapılan yüksek hızlı tren dualarla açılıyor. Demokrasi lafı ağızlardan düşmüyor, ama memleketin yarısı AYNI ZAMANDA “tek adam otoritesine” de inanıyor.
Geleneksel İslâm, bu topraklardan kovulalı çok oldu. Uzunca süredir Siyasi İslâm kendisini adım adım dayattı. Şimdi artık zaferini ilan etmek üzere.
Demokrasiye, laik ve çağdaş yaşama, hukuka inanan bizler artık gettolara sıkışacağız. İstanbul’un bazı semtlerinde, İzmir’de, kıyı kasabalarında otururken Anadolu’nun nasıl ele geçirildiğini görmeyeceğiz.
Biliyorum. Çoğu kişi beni karamsar buluyor. Ancak şu kadarını söyleyeyim; yıllar önce söylediklerim bugün birer “GERÇEK”.
Emine Erdoğan.. Eşi Recep Tayyip Bey.. Bülent Bey ve diğerleri.. Bizlerin şu ya da bu nedenle “cehennemlik” olduğumuzu düşünüyorlar. Peki, sizce neden bizlere “tahammül” ediyorlar?
Demokrasiye inandıkları.. Ya da hep söyledikleri gibi “kimsenin hayat tarzına karışmak niyetinde olmadıkları” için mi!
Yoksa, “davalarında hedefe ulaşıncaya kadar tahammül etmek zorunda olduklarını bildikleri” için mi!
Arınç'ın sözlerine kulak vermek gerekiyor. Zira, hayallerindeki ülkeyi anlatıyor o sözler. Kadınların kahkaha atmadığı / atamadığı.. Cazibedar olmadıkları.. Mahremi – namahremi ve elbette “yerini” bileceği bir ülke..
Başta liberal demokrat meslektaşlarım / entelektüeller olmak üzere, emeği geçen herkese kutlu olsun.
++++++++++++
SAVAŞIN İLK CEPHESİ: ERDOĞAN’IN AMELİYATIYDI
Daha önce yazdım; tekrarlamanın tam sırası. Erdoğan ile Gülen arasındaki savaşın ilk cephesi, MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılmasından önce açıldı. Erdoğan’ın ameliyatı sırasında.
Erdoğan’ın ameliyatı, olağanüstü bir gizlilik perdesi arkasında gerçekleşti. Sadece birkaç kişi biliyordu durumu. Erdoğan’a hastanede refakat edenlerin sayısı da üçü geçmiyordu. Düşünün, korumalar bile atlatılmıştı.
Buna rağmen, daha ameliyat biterken haber sızdı. Medya, böyle bir haberi –hele resmi açıklama yokken- yayınlamakta ciddi tereddütler geçirdi elbette. Bir gün boyunca da yayınlayamadı. Ama sonra, haber dalga dalga yayılmaya başlayınca birkaç satırlık resmi açıklama yapıldı.. Ve böylece haber kanalları saatlerdir bildiklerini “son dakika” diye anlatmaya başladı.
Sonrasında tanık olduklarım, duyduklarım ve bildiklerime dayanarak şunu söyleyebilirim: Erdoğan’ın ameliyatını sızdıran Cemaat mensuplarıydı. Muhtemelen telefon dinlemeleri sırasında öğrenmişlerdi. Çeşitli televizyonlarda bağlantı içinde oldukları muhabirlere de sızdırmışlardı.
Ne var bunda, diyeceksiniz.
“ÖLÜYOR” FISILTISI
Doğrusu ben de ilk önce böyle düşündüm. Üzerinde pek durmadım. Ama daha sonra dikkatimi başka bir şey çekti. Cemaat mensubu olduğunu bildiğim isimler, açıktan olmasa da, kulaktan kulağa “Erdoğan ağır hasta, günleri sayılı” fısıltısını yayıyordu.
Erdoğan yanlılarına göre ise, tam tersiydi durum. “Başbakan turp gibi” idi.
O sırada CNN Türk’te idim. Ve aylar boyunca iki tarafın bu taban tabana zıt “duyumlarını” dinledim. Sonunda vardığım kanaat de şu oldu: Gülen Cemaati Erdoğan’a karşı “karşı / kara propagandaya” kalkıştı. Yakında kıyamet kopacak!
Erdoğan, 2011 sonunda ameliyat olmuştu. Hatırlarsınız belki, 2012 başından itibaren, benim de aralarında olduğum bir grup gazeteci AKP-Cemaat savaşını haber vermeye başladık. O sıralarda iki taraftan da yalanlamalar yağdı. Ama işte, sonuç ortada.
Diyeceğim, şaşıracak bir şey yok! Erdoğan ve ekibinin “Siyasi İslâm” hedefi de, böyle bir kavga da, eğer “belirtilere dikkat ederseniz” açık seçik görünüyor.
++++++++++++++++
IŞİD HATIRASI!
AKP iktidarının yareni IŞİD, bölgede ne bir Türkmen ne de bir Hıristiyan bırakıyor. Ya öldürüyor ya da kovuyor. Fotoğraftakiler, IŞİD’den kaçan, ama Kürt yönetimi tarafından Erbil’e de sokulmayan Türkmenler. Bayramı 50 derece sıcakta, susuz ve yarı aç yarı tok geçirdiler. Bayram hatırası niyetine paylaşayım dedim!
|