Asıl mesele, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olduğu takdirde, kimin AK Parti’nin başına geçeceği hususu. Erdoğan, Mehmet Barlas’ın bu konudaki sorusuna şu cevabı verdi: “10 aylık bir ara dönem var. 10 aylık süreden sonra cumhurbaşkanımız siyasete geri dönme gibi bir arzusunun olması halinde, buna AK Parti içerisinde ‘Niye dönüyorsun, dönme’ kimse demez. Böyle bir şey zaten mümkün değil.”
Barlas, Gül’ün yeni bir parti kurma ihtimali olup olmadığını da öğrenmek istedi. Erdoğan, “Birilerinin tahriki, teşvikiyle Allah muhafaza böyle bir yanlışın içine düşebilir ki, bu çok büyük bir tehlike olur. Bundan parti de kaybeder, ülke de kaybeder” cevabını verdi.
Erdoğan’ın kurduğu denklemi özetlemek gerekirse: “AK Parti kongreye gider; genel başkanını seçer. Genel başkan aynı zamanda başbakan olmalıdır. Başbakan olmak için o kişinin milletvekili de olması gerekir. Abdullah Gül, milletvekili değil. Bu yüzden seçimlere kadar 10 ay beklemeli; sonra siyasette önü açık.”
Bülent Arınç da aynı istikamette konuştu. Anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan, kendisinden sonra ilk kongrede güvendiği bir ismi genel başkan ve başbakan yapmak istiyor. 2015 seçimlerine bu genel başkan ve başbakanla gidilecek. Abdullah Gül, arzu ederse, 2015 seçimlerine katılıp, milletvekili seçilecek. Ancak ondan sonra, genel başkan olabilecek.
Gül, böyle bir denkleme rıza gösterir mi? Eğer, Erdoğan sonrası ilk kongrede adaylığını koymaz ve 2015 seçimleri sonrasını beklerse, genel başkanlığa seçilme şansı olur mu? Ayrıca 2015 seçimlerine emanetçi bir başbakanla katılan AK Parti, tek başına iktidarı sağlayacak oy oranına ulaşır mı?
Abdullah Gül’ün “10 ay köşene çekil, ses çıkarma” dayatmasına razı olacağını sanmıyorum. En azından bu formüle boyun eğerse hem AK Parti’nin bundan olumsuz etkileneceği hem de kendisinin ilelebet saf dışı kalabileceği kanaatini taşıyorum. Bakalım Tayyip Erdoğan partiyi arzu ettiği gibi şekillendirebilecek mi?
Farklı beklentiler de var: Erdoğan sonrası AK Parti büyük kongreye gider, Abdullah Gül genel başkan seçilir; erken seçim kararı alınır ve AK Parti Abdullah Gül’ün genel başkanlığında seçimlere girer ya da erken seçime gitmek istenmiyorsa, Erdoğan’a uygulandığı gibi, bir ara seçim formülüyle, Gül parlamento üyesi olur; başbakanlık koltuğuna oturur.
Bakalım nasıl gelişmelerle karşı karşıya kalacağız?
Arınç, Cemaat ve yolsuzluklar
Bülent Arınç’ın hâlâ yolsuzluk operasyonunun bir Cemaat komplosu olduğunu düşündüğünü şu sözleri ortaya koydu: “AK Parti ile Cemaat arasındaki gelişmeler bir sulhun olmayacağını gösteriyor. İki tarafı da çok iyi biliyorum. İçim yanıyor. Belli yerlerde yuvalanmış insanların artık bu işlerden vazgeçmesi gerekiyor. Bir de tabii, 'Biz bunları yaptık ama bizi affedin' demeleri lazım. Onlar bu işlerinden vazgeçer ve nedamet getirirlerse, bir taraftan da yargı görevini yaparsa, önümüzdeki süreç çok daha barışık olur.”
Keşke, 17 ve 25 Aralık operasyonlarını yürüten Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı’yla Bülent Arınç bir görüşse. Onun Cemaat ile bir ilişkisi var mı yok mu objektif bir biçimde incelese. O zaman görecek ki, her iki operasyonun da Cemaat-iktidar çekişmesiyle bir ilgisi yok.
*17 Aralık operasyon süreci, Rıza Sarraf hakkında gelen bir ihbar neticesi başladı. İlk teknik takip kararı 17 Eylül 2012’de alındı. Sarraf ve ekibinin bürokrat ve siyasetçi bağlantıları Mart 2013’ten itibaren görüldü. Muammer Güler’in oğlu Barış Güler Haziran 2013, Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlan Ağustos 2013’ten itibaren dinlendi.
Eğer “Dershanelerin öcü alındı” diyorsanız, bu iddia doğru değil. Zira soruşturma çok daha önce başladı ve o dönemde siyasetçilerin olayla ilgisi yok.
*25 Aralık dosyasına gelince… O da bir tesadüfi delil sonucunda Mali Şube’ye intikal etti. Jandarma 2011/2323 sayısına istinaden yürütülen hafriyat soruşturması kapsamında ele geçirilen delilleri, ihale yolsuzluğuyla ilgili görüp, başka bir soruşturmanın konusu olduğu için tefrik ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Cumhuriyet Başsavcılığı dinleme tapelerini Mali Şube’ye intikal ettirdi. Ve UYAP’a 2012/656 sayısıyla kaydedilen soruşturma başlamış oldu. O tapelerden, Bosphorus 360 unvanlı bir şirketin kurulduğu, şirketin resmi olarak Cengiz Aktürk ve eşi üzerinde görülmekle birlikte, gizli ortaklarının Yasin El Kadı’ya vekâleten oğlu Muaz Kadı, Usame Kutub, Abdülkerim Çay ve Bilal Erdoğan olduğu, şahısların Ortadoğulu yatırımcılara projeler ayarladıkları, bu projeleri seçerken istedikleri fiyata alabilecekleri ve imar çıkarabilecekleri için devlet arazisini tercih ettikleri anlaşıldı. Projelerden biri de Etiler Polis Okulu arazisinin ucuza kapatılması ve orada inşaat yapılmasıydı.Bülent Arınç, bütün bunları incelese, belki meselenin Cemaat ile değil yolsuzlukla ilgili olduğunu idrak edecektir. Vicdanlı bir kişi Bülent Arınç ve dürüst bir insan. Bu yüzden, söylentilere aldırmayıp, konuyu derinlemesine tetkik etmesini dilerim.
Başbuğ ve Yılmazer
İlker Başbuğ, bıraktığı yerden başlamış görünüyor. Maalesef bu kozu, onun eline kendisini yolsuzluklardan arındırmak isteyen hükümet verdi. Başbuğ, bütün Ergenekon’u ve Balyoz’u Cemaat’in tertibi gibi gösterme peşinde. Sütten çıkmış ak kaşık oldu. Ali Fuat Yılmazer’in ismini, tasfiye edilecek kişiler listesinin başında Erdoğan’a verdiğini hatırlatıyor. Erdoğan, o tarihte bu talebi yerine getirmemiş.
Yılmazer’in Twitter hesabında (@alifuatyilmazer) İlker Başbuğ’a sorduğu bazı sorular var: “Kamuoyuna ‘casusluk ve fuhuş operasyonu’ olarak yansıyan süreçte yapılan çok önemli tespitler vardı. Deniz Kuvvetleri personelinden tutuklanmanın çok olması bundandır. Hiçbir şekilde inkârı mümkün olmayan belge ve görüntüler ele geçirildi. Bu belge ve görüntüler kamuoyuna hiç yansımadı. İlker Başbuğ’un ricası olarak, Başbakan tarafından bizzat şahsıma iletildi. İlker Başbuğ, ‘Bu tespitlerin gereğini biz yapacağız, siz merak etmeyin; sakın kamuoyuna yansımasın’ şeklinde taahhütte bulunmuştu. İki ülke (İsrail-Yunanistan) adına casusluk faaliyeti içerisinde olduklarına dair kesin delilleri Genelkurmay’a teslim edilen görevliler hakkında ne yapıldı? Hiçbir şey. Ordumuzun en gizli bilgilerini yabancı 2 ülkeye sızdıranlar, bizzat İlker Başbuğ tarafından korunup kollandı.”
İlker Başbuğ, acaba bu sorulara cevap veremediği için mi Yılmazer’i hedef aldı? Zamanlaması da pek isabetli!!! Gözaltında olduğu için ona cevap veremeyeceği bir günü bekledi.
|