Türkiye, Türk İslam’ı, Türk dindarlığı ve muhafazakârlığı garip bir süreçten ve değişimden geçiyor.
Değişimin ana aktörü ise dindar ve muhafazakâr bir kimliğe sahip olan siyasal İslamcı bir partinin uzun süre iktidarda olması.
Kimileri yaşanan bu değişimi olumlu bulurken, dindarlık ve muhafazakârlık açısından bakıldığında ise tablonun hiç de iç açıcı olmadığını söylemek mümkün.
Kuralların, esasların, kaidelerin hiçe sayıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Tek kelimeyle bu dönemi “kirlenmişlik” olarak tarif etmek mümkün.
İleride sosyologların, ilahiyatçıların, teologların üzerinde çokça araştırma yapacakları bir zaman dilimi.
Kirlenen ve kirletilen din. Bozulan ahlak. Yitirilen değerler. İktidardaki İslamcı parti eliyle Kur’an’ın ve içindekilerin değersizleştirilmesi. İçinin boşaltılması. Hırsızlığın kutsanması. Rüşvetin babadan oğula, oğuldan anneye, anneden kıza geçmesi. Ailecek yapılan usulsüzlük, yolsuzluk. Kurumsallaşan hırsızlık. Yalanın, riyanın, gösterişin yaşam biçimi hâline gelmesi. Başörtüsüne sığmayan, sığamayacak olan kirlilik. İğdiş edilmiş özel hayatlar. Kirlenmiş, kirletilmiş ruhlar.
Ve en acısı da tüm bu kirliliğin din adına yapılması, dinle izah edilmesi. İslamcı parti ve mensuplarının bu kirlilikte baş aktör olmaları.
Kirliliğin, kirlenmişliğin ortaya çıkmaması için gittikçe devletleşen, dünyevileşen yapı. “Siz onu görmeseniz de o sizi görüyor ya” prensibinden uzaklaşan hayatlar. Ayaklar altına alınan din. Yitirilen ahlak ve daha nicesi...
Bu yazdıklarıma da “kirlenmiş ruhlar” itiraz edeceklerdir. Bu önemli değil. Onlar ne tepki verirse versin, son yıllarda yaşadığımız olaylara baktığımızda, din adına yaşanan çürümeyi ve kokuşmuşluğu görmemek mümkün değil.
Kokuşmuşluğa, kirlenmeye, yalana, riyaya son örnek ise Gazze.
İsrail’in devlet terörü gerçekleştirmekten vazgeçmediği Gazze saldırılarını da yine kendi siyasi emelleri için kullanmaktan vazgeçmediler.
Perde önünde, kalabalıklar karşısında İsrail’i lanetlerken, perde arkasında kişisel ticaretlerini geliştirmekten geri durmadılar. Millete ambargo derken, kendi çocukları eliyle İsrail’le ortak oldular.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan meydanlarda “kahrolsun İsrail” nutukları atarken, kızı Esra İsrail Konsolosluğu önünde İsrail protestolarına katılırken, oğul Ahmet Burak Erdoğan ise babasının “gemicikleriyle” İsrail’le ticaretini büyütüyordu. Milyon dolarlık ticari anlaşmalar yapan “gemicikler”, İsrail, Suriye arasında mekik dokuyordu.
Meydanları “kahrolsun İsrail” diye inleten “uzun adam”, Gazze’den havalanan füzeleri, Malatya’daki radar üstünden anında İsrail’e bildiriyordu.
Meydanlar “ambargo” derken, İsrail’le ticaret dört katı artıyor, tarihin en yüksek seviyesine geliyordu. Kerkük petrolü Hatay üzerinden İsrail’e-Tel Aviv’e akıtılıp, Gazze için havalanan bomba yüklü jetlerin yakıtları dolduruluyor, bombalar Gazze’ye atıldığı esnada, “uzun adam”, Ankara’da Barzani’yle akıtılan bu petrolden kazandıkları parayı bölüşüyordu.
Türkiye’de hiçbir iktidar müsaade etmemesine rağmen 2010 yılında İsrail’in OECD’ye girişine onay veriyordu “uzun adam”. “Yahudi Cesaret Madalyası” alan tek Müslüman da yine kendisiydi. İsrail “katil devletti” ama Suriye sınırındaki mayınlı arazileri 49 yıllığına İsrail’e verince karşı çıkanları “Yahudi düşmanı” ilan etmişti. İsrail’in güvenliğini sağlayan Kürecik Radar Üssü’ne de ev sahipliği yapmıştık.
İsrail, Filistin, Gazze, ölüm, şehit... Aslında hepsi birileri için birer araçtı.
Başta da dediğim gibi bu ülke ve dindarları büyük bir değişim yaşıyor. Değişimin özünü ise “kirlilik” oluşturuyor. Kur’an hayatlardan çıkalı çok oldu. Farkında olmasalar da bazı dindarların artık yeni bir dini ve kitabı var. “Yalan” kitabın ilk cüz’ü.
|