Tayyip Erdoğan, İsrail konusunu iç politikada fena halde istismar ediyor. “Haydi İsrail’i kına” diye ona buna çatıyor. Önce, oklarını muhalefete ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na yöneltti. Ardından Arap dünyasına… Sanki kınayınca iş bitecek. Ayrıca Türkiye’de, İsrail’in bu gaddarlığını kınamayan pek az insan olduğunu düşünüyorum. Ama bu vesileyle eski defterler karıştırılıyor; 2004 yılında Tayyip Erdoğan’a verilen “Yahudi Cesaret Ödülü” hatırlatılıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, “Haydi o ödülü iade et” çağrısını yapıyor. Aslında bu da siyasi istismar. Çünkü o ödül, 2. Dünya Savaşı’nda ülkemizin Yahudiler’e gösterdiği ilgiden dolayı, Türkiye adına Erdoğan’a tevdi edildi. Bir başka ifadeyle ödülü Türkiye aldı. Tabii, şöyle bir soru da sorulabilir: 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, aradan yıllar geçti, neden 2004 ve Tayyip Erdoğan beklenildi?
Ben şahsen, Türkiye’nin bütün ülkelerle kavga ederek, ilişkilerini kopararak değil, aksine dostane münasebetler kurarak etkili olabileceği kanaatindeyim. Bu yüzden, Erdoğan’ın öfkeli dilini onaylamıyorum. Nitekim geldiğimiz nokta ortada. Gazze’de canlar katlediliyor ve biz bağırmaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Dizi pusulası
Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde, kendini bilen hiç kimse, bunca ciddi yolsuzluk iddiasını “Darbe var” diye örtmeye kalkışmaz. Ama maalesef Türkiye’de koskoca bir partiyi buna alet ediyorlar. Parlamento yara alıyor. Son olarak, 4 bakan hakkında hazırlanan fezlekeler “Dizi pusulasının olmaması” gerekçesiyle savcıya iade edildi. Şimdi anlaşıldı ki, meğer dizi pusulası varmış!!!
Ey AKP’li Hakkı Köylü… Kim bilir hangi dünya nimeti için buna katlanıyorsunuz? Değer mi?
İşte fezlekedeki dizi pusulası
Zorunlu bir cevap
Türkiye’nin bu kadar önemli meselesi varken, ayrıca Ortadoğu birbirine girmiş, İsrail Gazze’ye kara harekâtı başlatmışken, Nedim Şener’in safsatalarına yer ayırmak istemiyorum. Bir televizyon kanalında karşıma çıkmaya cesaret etsin, kitabındaki yanlışları yüzüne karşı söyleyeyim. O da özür dileme nezaketini göstersin.
15 Temmuz 2014 tarihli makalemde, eski yazılarımdan örnekler vererek (4 Mart-7 Mart-9 Mart-28 Haziran-30 Ağustos 2011 ve 12 Ocak 2012) o tarihte de gazetecilerin tutuksuz yargılanmalarını savunduğumu ayrıca Oda TV davasını Ergenekon ile ilişkili bulmadığımı açıklamıştım. Nedim Şener yeni iddialar ortaya attı.
İşte cevaplarım:
1) Benim Oda TV’den davacı olmamın sebebi, Soner Yalçın’ın not defterinde geçmişe dair çirkin bir iftiranın bulunmasıydı. Bunun dava ile hiçbir ilgisi yoktu. Nitekim Oda TV davasında ismimi şikâyetçi konumunda görünce, derhal savcılığa gittim ve şikâyetimi geri çektim.
2) “Savcılığın, kitabı sansür etmek peşinde olduğunu sanmıyorum” diye yazmış ve Ergenekon davasının safsatadan ibaret olmadığını 26 ve 28 Mart 2011 tarihli yazılarımda belirtmiştim. Ama o yazıların devamı var… Devamında, neden sansür amaçlı olmadığını şu şekilde izah ediyorum: “Amaç, Gülen aleyhindeki bir kitabı sansür etmek olamaz. Zira piyasada bu kitaplardan bol miktarda var. En meşhurları Zübeyir Kındıra’nın yazdığı ‘Fethullah’ın Copları’ ve Saygı Öztürk’ün kaleme aldığı ‘Okyanus Ötesindeki Vaiz…’ Savcılık, Oda TV ile Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın ilişkisini araştırıyor… Tekrar edelim buradan yola çıkarak, Ahmet Şık’ı ya da Oda TV’yi Ergenekonculuk’la suçlamıyorum. Operasyonun yürütülüş biçimini de özensiz buluyorum…”
3) Aksiyon Dergisi’ndeki söyleşide, “Gazeteciler tutuksuz yargılanmalı” cümlem yer alıyor. Hem bunu söyleyip hem de aynı söyleşide “Nedim Şener tutuklu yargılanmalı” diyebilir miyim? Ben sadece, o görüşlerime ilave olarak, Ahmet Şık’ın Ergenekon’dan yargılanmasını yadırgandığımı zira onun Ergenekon aleyhinde bir kitabı bulunduğunu hatırlattım. Zaten, gazetecilerin ve genelde sanıkların tutuksuz yargılanmaları gerektiğine çeşitli yorumlarımda (28 Haziran 2011, 30 Ağustos 2011 ve 12 Ocak 2012) yer vermiştim.
4) İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in Yasin Hayal’in amcası Osman Hayal hakkında hiçbir çalışma yapmadığı ama Dink cinayetinden sonra, eski tarihli bir rapor düzenleyerek, yetkilileri kandırmaya çalıştığı ortaya çıktı. Bana inanmıyorsa Şener, Dink’in avukatı Fehriye Çetin’e sorabilir. Aynı bunun gibi, Ahmet İlhan Güler telefonları da izlememiş ama izlemiş gibi bilgisayar çıktıları göstermiştir. “Ramazan Akyürek log kayıtlarını sildi” iddiası 2009’la ve bir başka dönemle ilgilidir. (Avukatları bunu açıkladı) Hrant Dink hakkındaki ihbar ve onun bir cinayete kurban gitmesi ise 2006-2007 yıllarındadır. O tarihteki log kayıtlarının silinmediği Mülkiye Başmüfettişleri Mehmet Canoğlu ve Mustafa Üçkaya’nın görevlendirdiği bilirkişiler tarafından tespit edilip, rapora bağlanmıştır.
5) Şener “İstihbarat Yalanları” kitabında, ağırlıklı bir biçimde ve öncelikle, Ergenekon davasını ciddiyetle takip eden polis müdürü Ali Fuat Yılmazer’i hedef almıştı; Dink cinayetinde onu baş sorumlu gösteriyordu. Oysa AİHM kararında da Hrant Dink ailesinin suç duyurusunda da Yılmazer’in ismi geçmiyor. Şener, AİHM kararında Ali Fuat Yılmazer’in suçlanmamasını, Yılmazer hakkındaki Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunun AİHM’e müracaattan sonra yayınlanmasına bağlıyor. Bu da doğru değil. Zira AİHM, 11 Ocak 2007, 18 Aralık 2007, 21 Mayıs 2008, 27 Kasım 2008 ve 22 Aralık 2008 tarihlerindeki 5 başvuruyu birleştirmiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunun tarihi ise 2 Aralık 2008’dir. Zaten bu tarihten sonra, Mülkiye Başmüfettişleri soruşturma başlatmış ve 9 Kasım 2009 tarihli raporla da Ali Fuat Yılmazer’in Dink cinayetinde hiçbir kusuru olmadığını belirlemiştir.
Tayyip Erdoğan, televizyonda farklı düşünenlerin karşısına çıkamıyor. Çünkü söylediklerinden emin değil. Nedim Şener de aynı istikamette yoluna devam ediyor. Haklı olduğunu düşünse “Bir televizyon programında tartışalım” teklifimi kabul ederdi.
|