Selahattin Demirtaş, her kesimden büyük ilgi topluyor. Bu ilgi, ileride Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) Güneydoğu’nun dışında kalan bölgelere açılmasına zemin hazırlayabilir. Zaten BDP yerine HDP kurulurken amaç Türkiye’nin partisi haline gelmekti.
Barajın %10 olması, bu hedefe ulaşmayı zorlaştırıyor. Zira BDP/HDP adayları, bağımsız olarak seçimlere katılıyor; bu yüzden de, başka bölgelerde seçimleri kazanmaları mümkün olamıyor.
Türkiye bölünür korkusu var ya, aslında demokratikleştikçe bölünme ihtimali azalır. Mesela baraj %5’e indirilebilse ya da her seçim çevresinden tek adayın çıktığı iki turlu dar bölge seçim sistemine geçilebilse, o kadar farklı bir Türkiye ile karşı karşıya kalırız ki! Bunun yanı sıra partiler arası ittifak da yasallaşmalı. Geçmişte zaman zaman partiler ittifak yaparak seçime girdiler ama bu birlikteliği kendi kimliklerini terk ederek ancak sağlayabildiler. Sözgelimi 1991’de Refah Partisi’nin çatısı altında, Islahatçı Demokrasi Partisi ve Milliyetçi Çalışma Partisi birleşti. Gene 1991’de HEP adayları SHP ile seçimlere katıldı. Oysa yasal imkân bulunsaydı, hiçbir parti bir diğerinin kanatları altına girme mecburiyetinde kalmayacak, süreç daha sağlıklı işleyecekti.
Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri, Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nun antidemokratik hükümleri. Sözde demokratikleşme adımları atılıyor, hak ve özgürlükler dilden düşmüyor fakat ne baraj indirildi ne ittifak imkânı sağlandı ne de aday belirlemede lider sultasından kurtulabildik.
Selahattin Demirtaş, HEP, HADEP, BDP, HDP gibi partileri engelleyen %10 oranını, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşabilirse, demokratik hayatımızda yeni bir ufuk doğacaktır. HDP, Türkiye’nin partisi olabileceğini görürse, belki 2015 seçimlerine bağımsız adaylarla değil, kendi kimliğiyle katılır. Eski Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, biraz da lâtife yaparak “Ben Çeşme’nin belediye başkanı olmak isterim” diyordu. Bodrum’da Selahattin Demirtaş’a duyulan sempatiye şahit oldukça, günün birinde bütün bu hayallerin gerçekleşebileceğini düşünmeye başladım.
İsrail’i kınamak
Tayyip Erdoğan, sık sık “Sıkıysa İsrail’i kına” diyor hem Kılıçdaroğlu’na hem de Ekmeleddin İhsanoğlu’na hitaben. Sanki herkes satılmış, herkes Siyonist, ABD uşağı; sanki Gazze’de yaşanan dram, Erdoğan’dan başka kimsenin yüreğini yakmıyor…
Burada sorulacak başka sorular var: Türkiye neden Gazze’deki zulüm karşısında eli kolu bağlı hale geldi? Niçin sözünün ağırlığı kalmadı? Uluslararası politikada önemli olan esip gürlemek mi? Yoksa sonuç almak mı? İsrail ile Suriye ve Hamas arasında arabuluculuk yapacak kadar itibarlıyken, Türkiye, dünyada neden bu kadar yalnız kaldı?
Ekmeleddin İhsanoğlu haklı olarak soruyor: “IŞİD niçin sadece Türk diplomatlarını ve TIR şoförlerini kaçırdı? Neden yalnız bizim pilotlarımız rehin alındı? Uçağımız düşürüldü?”
İsrail’i kınamakla, dış politika rayına girse ne âlâ… Ama bütün bu esip gürlemeler, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde göz boyama gibi görünüyor bana.
İsrail’le ticaret
Pelin Batu anlamlı bir tweet attı. Diyor ki: “İsrail ile ticaretimiz gizli gizli tarihin en yüksek seviyesine gelmiş. Hani ilişkiler bitmişti? Bu da mı montaj Usta?”
Peki rakamlar ne? İsrail’den ithalatımız 2007’de 1 milyar 195 milyon dolar, bu ülkeye ihracatımız 1 milyar 605 milyon dolardı. 2013’te, ithalat 2 milyar 500 milyon dolara, ihracat ise 2 milyar 350 milyon dolara çıktı. Üstelik Türkiye'de yayın yapan Musevi cemaatinin Şalom Gazetesi, İsrail'in Yedioth Ahoronot gazetesine dayandırdığı haberinde, Burak Erdoğan’ın Safran isimli gemisiyle hem İsrail’e hem Mısır’a kargo taşımacılığı yaptığını ileri sürüyor. Madem ilkeli davranacağız, o zaman hiç değilse oğlumuzun sert bir dille kınadığımız bu ülkelerle ticari ilişkisini kesmesi gerekmez mi?
“Ticaret başka, siyaset başka” dediğiniz takdirde, “Haydi İsrail’i kınayın” diye meydan okumak biraz yersiz kaçmıyor mu?
Vahdettin Köşkü
Rahmetli Turgut Özal, Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nı Devlet Konukevi yapacaktı; kıyamet koptu. Vazgeçmek zorunda kaldı. Onun hayalini Tayyip Erdoğan gerçekleştiriyor. Vahdettin Köşkü’nü kamulaştırdı; Boğaziçi İmar Yasası’na aykırı biçimde yanına 4 bina daha inşa etti. Cumhurbaşkanı seçilirse, herhalde İstanbul’a geldiğinde Vahdettin Köşkü’nde ikamet edecek. Yandaki binaları artık kimlere tahsis edecek bilemiyorum. Üstelik rahatı kaçmasın diye komşu evler hakkında yıkım kararı alındı.
“Müslüman adam” deyince, dünya malında gözü olmayan, mütevazı bir şahsiyet aklıma gelirdi. Maalesef, Tayyip Erdoğan bu tariften uzak düştü. Diğer cumhurbaşkanı adaylarına bir tavsiyem olacak: “Biz” desinler “Vahdettin Köşkü’nde oturmayacağız; kamunun malını halka açacağız.”
Türkiye sathında bunun tesiri olur mu bilemem fakat Çengelköy’de büyük prim toplarlar.
Hakan Şükür
Tayyip Erdoğan’ın Sakarya mitinginde Hakan Şükür’lü bir pankart dikkat çekti. Şükür’ün ağzından bir de cümle yazmışlar: “Ağabey ben Sakaryalılar’ın yüzüne nasıl bakarım?”
Bunca ciddi hırsızlık delillerine rağmen, “Darbe yapıldı” diye ortaya çıkanların, Hakan Şükür’e laf atmasına şaşırmamak mümkün değil. O da cevap vermiş: “Hırsızlık, arsızlık yapmadım ki, hemşerilerimin yüzüne bakamamayım.”
Siyasi hayatımızda arsızlık zirve yaparken, iğneyi kendilerine batırmayanlar, bir de başkalarından hesap sormaya kalkmaz mı!!!
|