“Sayın Doğan Heper, Siz cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda günlerden beri CHP ve MHP’nin gösterdiği adayın yanlış olduğunu vurguluyor ancak doğrusunun ne olduğundan bahsetmiyorsunuz. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kötüleyip durmakla Recep Tayyip Erdoğan’a yardım ettiğinizin farkında mısınız?
Saygılar”
Bir okuyucumdan aldığım mektup aynen bu.
Birçok okuruma da tercüman olduğunu zannettiğim için bu samimi mektuba samimi bir cevap yazmayı görev bildim.
Ben CHP ve MHP’nin, özellikle de CHP’nin kendi düşüncesine, ideolojisine aykırı bir kimseyi Çankaya için aday göstermesine karşıyım.
Bunu birkaç kez yazdım.
CHP bu seçimi kaybedecekse kaybetsin, amiyane tabirle “Erkekçe kaybetsin” ama hiç olmazsa kendi şahsiyetini ispat ederek kaybetsin, kimliğinden ödün vermesin...
Kendi ideolojisine, dünya görüşüne aykırı bir kişiyi destekleyerek değil.
Bu sözlerimden İhsanoğlu aleyhine anlam çıkartılmasın.
O “adam gibi adam” olabilir, zaten de öyledir ama CHP’nin manevi varlığını temsil edemez.
Ben bunun için, yani CHP’nin adayı olduğu için İhsanoğlu’na karşıyım. Yoksa İhsanoğlu’na İhsanoğlu olduğu için değil.
***
Eleştirilerden İhsanoğlu’nun rakibi Tayyip Erdoğan yararlanırmış.
Evet yararlanabilir.
Ama bunu İhsanoğlu’nu CHP’nin cumhurbaşkanı adayı yapan CHP’nin yöneticileri ve en başta Kılıçdaroğlu düşünsün, onlar sonuçtan sorumlu değil mi?
Eğer İhsanoğlu bu seçimde Tayyip Erdoğan’a yenilirse Kılıçdaroğlu ne diyecek? CHP’yi bu durumlara düşürdüğü için istifa etmeyecek mi?
O yanlış yaptıysa, ben, onun bu yanlışını mı, yani Kılıçdaroğlu’nun yanlışını mı destekleyeceğim?
Hayır.
Biz inandığımızı söylemeliyiz.
Hatırlarsanız günler önce herkes gibi bende CHP’ye bir aday yakıştırdım, Kemal Derviş, ama o kadar.
***
Bakın hafta içinde TV’lerden birindeki tartışmada bir araştırma şirketi anketini açıkladı:
“Baykal çatı adayı olsaydı, Erdoğan’la arasında yarım puan fark olurdu.”
Tabii, “Onun adaylığını MHP kabul etmezdi” diyeceksiniz. O doğru. Ama netice de ilginç.
O veya bu, CHP felsefesine uygun bir kişi aday ilan edilebilirdi.
***
TV’deki tartışmalardan birinde de, CHP ve MHP yöneticilerine, “İhsanoğlu’nu aday göstermekle iki partinin de tabanında heyecanı yok ettiniz” denildi.
***
“Kılıçdaroğlu’nun partide başa gelmesi ile beraber CHP kimlikten yoksunlaştı” diyenler haksız mı?
Çankaya için bir CHP’li aday bulunmaması da bunu gösteriyor. Ve bunu Kılıçdaroğlu başardı!..
Sonuç Erdoğan’a yarayacaksa bunun sorumlusu da Kılıçdaroğlu’dur.
ERDOĞAN
Ben yaptım oldu...
26 Kasım 1990’da bu köşe şöyle başlamış; “Özal’ın önemi Türkiye’nin gündemine hâkim olması, olayları yaratması ve istediği yöne götürebilmesidir.
Ve şimdi kimsenin aklından geçmeyen başkanlık tartışmalarını da o başlattı...”
İşte o tarihten 24 yıl sonra bugünlerde “başkanlık” tartışması yine ortaya çıktı.
Ve bu kez Tayyip Erdoğan için.
***
Başkanlık sisteminde “yasama” ve “yürütme” kuvvetleri, hem organ hem de fonksiyon yönünden birbirinden bağımsız olmakla birlikte, kuvvetler arasında kontrol ve dengeye dayalı bir kuvvetler birliği vardır. Ancak, kontrol ve denge mekanizmaları oldukça zayıf olup, fiilen “yürütme” kuvvetli, yani “başkan” üstündür. Bakanlar, başkanın sekreteridir.
“Başkanlık rejimi”nin tip uygulaması ABD’dedir. ABD’de “yasama” organı iki meclisli Kongre’dir. Başkan “yürütme” organını tek başına temsil eder. O, ne parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanı ne de başbakandır. Bu ikisinin yetkilerini toplayan biridir ve halkın oyuyla işbaşına gelir. Dolayısıyla yetkilerinin kaynağını doğrudan halktan alır. Parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu yoktur.
Yasama fonksiyonu “Senato” ve “Temsilciler Meclisi”nden oluşan “Kongre” de “başkan”a karşı bağımsızdır. Bu özellik “başkanlık rejimi”ni, “parlamenterler rejimi”nden ayıran en önemli özelliktir.
***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Başkanlık’tan hakanlık, sultanlık anlayışı çıkmamalı” dedi.
Yani Gül, başkanlık sistemine mesafeli durdu.
***
Ben bize en uygun rejimin, başkanlık rejiminin ve parlamenter rejimin iyi taraflarını alan “yarı başkanlık” rejimi olduğunu belirttim.
***
Ama bunun için de anayasa değişikliği gerektiği unutulmamalı.
Yoksa, Tayyip Erdoğan gibi “Ben yaptım oldu” dense de olmaz...
MEDYA
Doğruluk meselesi
İnandığını söylemek, yazmak Türkiye’de bugün çok önemli.
Çünkü “yandaş basın” var, “çıkarcılar” var, “dönekler” var, havuz medyası var...
Bunların çoğu doğru bildiklerini ve inandıklarını yazmıyorlar.
***
Oysa şimdi TV’ler var, dünyanın her yerindeki olayları bir açıdan değil birçok açıdan anında izlemek mümkün. TV’lerde her akşam tartışmalar var. Türkiye sorunları hakkında kanaat sahibi olmak istiyorsak bu lehte ve aleyhte görüşleri de mutlaka ve devamlı dinlemek gerek. Çalıştığımız gazetenin her günkü yazı işleri toplantılarının da ihmal edilemez bir münazara alanı olduğu unutulmamalı.
Doğru karara günümüzde ancak böyle varılabilir.
***
Öyleyse yazar, ülkesi için faydalı gördüğünü, doğru bildiğini, inandığını savunacak, particilik ve bilgisizce ukalalık yapmayacak.
O zaman gazetenin de gazetecinin de halk nazarında prestiji artar, saygınlığı olur.
Ama bugün pek böyle değil, işte ben buna üzülüyorum.
|