Geçtiğimiz cuma, AKP iktidarının ağustos ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimindeki adayı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, vizyonunun ana hatlarını ortaya koyan iki saatlik bir konuşma yaptı.
Yükselen ve güçlü bir “yeni” Türkiye’den dem vurdu ve yeni bir hükümetin odaklanması gerektiğini savunduğu hedef mahiyetinde, 2023 için yol haritasını sundu.
Devam etmeden önce, olası bir yanlış anlaşılmayı gidermeme izin verin. Bu yazının başlığı, temel olarak, Erdoğan’ın gelecek vizyonunu sunmasına ve/veya cuma günkü konuşmasının içeriğine karşı olduğum izlenimine yol açabilir. Konu bu değil. Önde gelen bir Türk siyasetçisi tarafından belli bir süreyi öngörerek ortaya koyulan her planı memnuniyetle karşılarım, zira, potansiyel olarak, böylesine cesur bir hamle, haberleri hakimiyeti altına alan rutin politik tartışmanın ötesine geçmemize imkân verir. Bizzat Erdoğan’ın vizyonuyla ilgili olarak da şunu söylemek isterim: Vizyonun, yeni bir anayasa ihtiyacı, Kürt sorununa yönelik genişletilmiş bir uzlaşma süreci ve Türkiye’yi müreffeh bir ülke ve önde gelen bir bölgesel aktör haline getirme arzusu gibi birçok noktasında hemfikirim. Bütün samimiyetimle şunu eklemeyi de isterim: Detayları çok da belli olmayan, epey geniş bir alanda tanımlanmış olan bu hedeflere kim karşı olabilir ki? Benim sorunum iki yönlü: Birincisi, bence, mevcut parlamenter sistem içinde, geleceğe dair büyük projeleri sunmak cumhurbaşkanlığı adaylarına kalan bir iş değil; ikincisi, geçmişte Erdoğan’ın vermiş olduğu çok sayıda söz mevzu bahis olduğunda, güvenilirliğini tümüyle kaybettiğine inanıyorum. Bu iki itirazın birleşimi Erdoğan’ın cuma günkü konuşmasını katıksız bir kurgu çalışması haline getiriyor: seçilse bile, mevcut yasalarla fikirlerini hayata geçirme yetkisine sahip olmayacak, hepsinin üzerinde, birkaç konuyla ilgili düşünceleri, iktidarda olduğu yıllardaki gerçeklikle tamamıyla çelişiyor.
Bu bir cumhurbaşkanının Türkiye’ye dair bir vizyonu olmaması gerektiği anlamına mı gelir? Mesele bu değil. Bir vizyonu olabilir, ama seçime aday olmuşken, seçildiği takdirde bu vizyonu uygulayacak bir pozisyonda olacağını öne sürmemeli. Mevcut anayasaya göre, cumhurbaşkanının ülkeyi yönetme yetkisi yok. O yetki, başbakana ve onun Meclis çoğunluğuna dayanan hükümetine bağlanmış durumda. Bu yüzden, Erdoğan’ın konuşmasında yaptığı üzere, Türkiye çoktan AKP liderinin tercih ettiği türden bir başkanlık sistemine geçiş yapmış gibi davranmak doğru değil. Geçmedi. Erdoğan’ın ülkenin günlük idaresinde kendisine daha fazla söz hakkı verecek olan mevcut tüm anayasa maddelerinin azami kullanımını arzuladığını biliyoruz.
Ama o zaman bile Erdoğan, sözgelimi yeni bir anayasa talimatı vermek gibi bir yetkiye sahip olmayacak. Mevcut yasalara göre, böyle bir kararı alması gereken yeni seçilmiş Meclis olacak. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Cengiz Aktar’ın doğru teşhisiyle, Erdoğan’ın bildiğimiz, alıştığımız türde bir cumhurbaşkanlığına hazırlanmadığı açık. Aktar’a göre Başbakan, “Tamamen yeni bir Putin-tarzı başkanlık için hazırlanıyor”. Bu durumda manzara şu: Erdoğan’ın istekleri bir tarafta, mevcut anayasal kurallar diğer tarafta. Sadece Meclis’in rolünü azaltan, cumhurbaşkanınkini artıran yeni bir anayasa Erdoğan’ın dilediğini yapmasına izin verecektir.
Erdoğan’ın güvenilirliğini yitirmesine dair de şu: Bilerek ve devamlı olarak her daim sadece nüfusun kendisini destekleyen yüzde 50’sine bel bağlamış, diğer yarısını tamamen hiçe saymış bir politikacı, nasıl kendisini tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak sunabilir? Onunla farklı düşüncede olmaya cüret etmiş herkese karşı cadı avını körüklemeye devam etmiş bir başbakan nasıl kapsayıcı bir cumhurbaşkanı gibi davranabilir? Önceki siyasi yaşamında, Twitter’ı kapatmış, eleştirel köşe yazarlarının işten çıkarılmalarını çok yakından idare etmiş ve bağımsız yargıyı güvenilir olmaktan çıkarmış bir cumhurbaşkanı adayı, ülkede demokrasiden ve özgürlükten yana yeni bir hayat ilan ettiğinde nasıl ciddiye alınabilir?
Maalesef, Türkiye’de, Erdoğan çoğu Türk’ün normalde prensip olarak destekleyeceği işler yapmayı vaat ettiğinde bile, insanların en az yüzde 50’sinin artık ona zerre kadar güvenmediği bir noktaya geldik. Bu uyumsuzluk ağustostaki seçimi kazanması en muhtemel cumhurbaşkanı adayının yıllardır süren kutuplaştırıcı politikalarının ve söyleminin bir sonucu. Yeni Meclis bileşiminin, mevcut parlamenter sistemin hayatta kalmasını garanti edeceği ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıracak olan topyekûn başkanlık sistemine doğru giden bu koşturmacayı durduracağı umut edilebilir ancak.
|