Mudanya Ateşkesi’nden 6 gün sonra, 17 Ekim 1922’de, Mustafa Kemal Paşa, Bursa’ya geldi.
Savaş bitmişti. Şimdi Başkomutan, “Yeni Türkiye” vizyonunu açıklayacaktı.
Minarelerden okunan kasideler ve yol boyu çalan bando eşliğinde Belediye’ye geldi ve orada toplananlara şöyle dedi:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının süngüleri zaferi kazanmıştır. Onun üzerinde hiçbir güç yoktur, olamaz.”
Kast ettiği, Saltanat’tı; ki 2 hafta sonra kaldıracaktı.
Yeni devlet, Meclis’in üzerinde hiçbir kudret tanımayacaktı.
***
Sonra Gazi, yeni devletin dayanaklarını ortaya koydu:
“3.5 yıl süren bu savaştan sonra bilim, eğitim ve ekonomi savaşımımızı sürdüreceğiz.”
Listede bilim ve eğitim, en baştaydı.
Nitekim Kemal Paşa o gezide İstanbul’dan gelen 250 kadın ve 230 erkek öğretmenle buluştu.
Gece Şark Tiyatrosu’nda toplandılar. Bu, Bursa’da kadın-erkeğin bir arada olduğu ilk toplantı olarak kayda geçti.
Gazi onlara, “Öğretmenler” diye hitap etti ve ekledi:
“Belki size ‘Muallim, muallime’ demediğim için beni ayıplıyorsunuzdur. Bence, dilimizde dişiliği belirten yabancı ekler kullanmanın gereği yoktur.”
Sonra, o güne dek Türkiye’nin “cemaat” halinde yaşadığını, bundan böyle “ulus” olacağını söyledi. Zararlı görenek ve geleneklerin ilerleyişi engellediğinden bahsetti. Ve bir asker olarak dedi ki:
“Düşmanı yenen zaferimizin sırrı nerededir bilir misiniz:
Orduların yönetiminde çağdaş bilgi kurallarını kılavuz yapmaktadır. Ordumuzun zaferi, sizin eğitim ordunuza yol hazırladı. Gerçek zaferi, siz kazanacaksınız.”
***
3 ay sonra yine Bursa’da ve yine aynı Şark Tiyatrosu salonunda halka “barış süreci”ni ve yeni dönemin niteliklerini anlattı Gazi Paşa… Orada -muhtemelen danışıklı olarak- kendisine anıtları soran bir Bursalıya şu cevabı verdi:
“Uygarlaşmak isteyen her ulus, kuşkusuz heykel yapacak, heykeltıraş yetiştirecektir. Peygamber Hazretleri, 1300 yıl önce insanların kalp ve vicdanlarından o putları çıkarmak zorundaydı. Ama İslamın gerçekleri tümüyle anlaşıldıktan sonra birtakım aydın insanların taşa tapındıklarını varsaymak, İslam âlemini aşağılamak demektir. Aydın ve dindar olan ulusumuz, heykeltıraşlığı en yüksek derecede ilerletecektir.”
Nitekim Cumhuriyet ilan edildikten sonra, derhal arkeolojik kazılar başlatılıp ülkenin anıt hazinesi ortaya çıkarılacak, ardından da dışarıya öğrenciler gönderilip dışarıdan heykeltıraşlar getirtilerek heykel sanatı adeta inşa edilecektir.
***
Siverek’teki parkta, başına türban takılıp beline şal dolanan kız heykelini görünce anımsatmak istedim bunları…
Ondan bir gün önce de Ordu’da kadın heykellerinin üzerine “Edep yahu” yazılınca, bazı heykeller siyah örtüyle örtülüp kaldırılmış, Belediye Başkanı da, “Heykellerin tahrik konusu olmasına müsaade etmeyiz. Anket yapıp sonuca göre kaldıracağız” demişti.
Geçen bir asırda, gericiliğin heykel nefreti dinmemiştir.
Diyeceksiniz ki, bir ülkenin başkentini heykele tükürmesiyle nam salan bir belediye başkanı yönetiyorsa, bir heykeli “ucube” diye yıktıran bir başbakan, başkan olmaya hazırlanıyorsa, elbette heykel can çekişir.
Ancak dünle bugünü kıyasladığınızda açıkça görebileceğiniz gibi yıkılan, sadece heykel değildir.
Yıkılan, kadınla erkeği eşit ve bir arada görmeyi amaçlayan, hurafeler karşısında sanatı, bilimi, eğitimi öne alan, Meclis’i her türden saltanatın üzerinde tutan, dindarlığı aydınlıkla birlikte anan bir devlet ve toplum özlemidir.
Yani şimdilerde “Yeni Türkiye” denilen ülke, aslında yenik Türkiye’dir.
|