Yazılarını zevkle okuduğum Ezgi Başaran’ın Ruşen Çakır ile söyleşisi sanıyorum son damla oldu.
Tweetle
Bir zamanlar saygı duyduğum Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu gibi gazetecilerin akıl tutulmasını, yolsuzluğu meşrulaştırmalarını kaygı ile izliyordum. Hayal kırıklığımı “özel” buluyor, yozlaşan basının kayıplar listesinde sayıyordum. Radikal Gazetesi ise önemli, zira Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti mücadelesi veren kurum sayısı giderek azalıyor. Algı savaşında “yolsuzluk yok, darbe var” tezinin Radikal’in sayfalarını süslemesi kaygı verici.
Bakın yolsuzluk yok, darbe var tezini ilk günden savunan Oral Çalışlar ne diyor: “..yargı ve güvenlik güçleri içinde, bürokrasi içinde belli bir hedefe kilitlenmiş ve her türlü kavgayı göze almış bir örgütlenmeden söz ediyoruz” ve “Hanefi Avcı’yı dinliyorum” diye devam ediyor ve ekliyor Çalışlar. “Çözüm, bu yapıyı besleyen maddi zemini ortadan kaldırmaktan geçiyor.” ‘Paralel Yapı’yı besleyen maddi kaynakları mı merak ediyorsunuz? Onu da söylüyor. “Başta Kürt sorunu ve Alevi sorunu .... yolsuzluk, kent yağması, mantık dışı kent planlaması....”. Yarın Çalışlar Hrant’ın katilleri, çılgın projeler, Gezi’nin Paralel Yapı işi olduğunu savunursa şaşırmayın. (Radikal 7/7/2014)
Çakır ile söyleşi sadece “bermuda şeytan üçgeni” gibi terimler ve cadı avı dili ile sürmüyor. Ezgi Başaran’ın “Somut delil olmadan konuşmak başka bir haksızlık olacak endişesini çok taşıyorum, rahatsızım. Siz değil misiniz?” sorusuna bakın Çakır ne diyor: “Hayır değilim, sen de olma, içini ferah tut. Her şey ortada Ezgi, saf olmaya gerek yok… Hanefi Avcı’yı içeri atan polisleri, savcıları, hâkimleri, soruştur... Ergenekon ve Balyoz ile ilgili Taraf ve Zaman’ın yayınlarına bak, al sana delil... Neyin vicdanını yapıyorsun Allah’ını seversen...” Söyleşi Başbakan’ın altı aydır sürdürdüğü, “yolsuzluk yok darbe var” söylemini belgeler nitelikte. (Radikal 30/6/2014)
Zira sadece “tapeler” ve “darbe” konuşuluyor mülakatta. Sürmekte olan yolsuzluk soruşturmaları, para sayma makineleri, kutulardaki veya “sıfırlanamayan” milyonlar konuşulmuyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Kanunu ile yargı bağımsızlığının askıya alınması, Twitter yasağı, internet yasası, MİT Yasası konuşulmuyor. Binlerce görevden alınan, bir kısmı YARSAV üyesi olan hâkim ve savcılar veya kim olduklarını bilmediğimiz “Haşhaşi” damgası yiyen polisler konuşulmuyor. Hani bunlar “darbeci” idi, niçin hâlâ görevdeler? Yoksa sadece yolsuzluk soruşturmalarını kontrol edebilmek için mi görev yerleri değişti? “Kumpas” var, darbe planları, AKP’yi yasaklama girişimi, Gül’ün seçimini engellemek için muhtıra, 367 kararı, yolsuzluk yok, öyle mi Sayın Çakır?
Sürmekte olan ve Türkiye tarihinde örneğine az rastlanır gazetecilere ve basına yönelik baskılar konuşulmuyor. Hasan Cemal, Nazlı Ilıcak gibi gazetecilerin marjinalleştirildiği, işlerinden atıldığı, gazete patronlarının Maliye’nin kıskacında olduğu, ihalelerden yüklü paraların basını yönetmek için aktarıldığı, gazetecilerin mahkemeler önünde sürünmeye devam ettiği Türkiye, “kırmızılı kadın” veya “danışman tekmesi” konuşulmuyor. Çakır’dan Başbakan’ın “Bazı kitaplar bombadan tehlikelidir” açıklamasının sebebinin “kucağında bomba bulmasından ileri” geldiğini öğreniyoruz. Yani mazlum, “Haşhaşiler” yüzünden söylemek zorunda kalmış... Çalışlar, Başbakan’ı kimin dinlediğini de biliyor; hâkimler savcılar şüpheli, paralel. Her neyse, artık altı aydır süren cadı avı sayesinde Cemaat’e yakın durmak “şeytanın” yanında olmak gibi bir şey. Böylece Başbakan’ın kucağında “bomba” kalmadı umarız. Ruşen Çakır rahat uyuyabilir. Ben ise çok kaygılıyım. Zira bir kez daha Türkiye’nin demokrasi sürecinden çıktığını, Gezi ve Soma’da izlediğimiz gibi devletin tanıdığımız baskıcı yüzü ile karşı karşıya kaldığımızı, AB sürecinin tıkandığını, basın özgürlüğünün ayaklar atında olduğunu izliyorum. Kaygılıyım, kötümser olduğumu söyleyemem. Yolsuzluğun suç, mahkemelerin bağımsız, hukukun üstün olduğu, Kürt meselesinin yeni bir anayasa ile çözüldüğü bir Türkiye rüyasını görüyorum.
|