Olup bitenlere bakınca, ülkenin bu olup bitenlerin müsebbiplerince hiç mi hiç önemsenmediğini düşünüyorum.
Kesinlikle kanaat getirdim ki, bu ülke, bu Türkiye, bunların hiç mi hiç umurlarında değil.
Umurlarında olsa eğer, gidişata şöyle bir bakarlar, bu eylem ve söylemler neticesinde \'bu ülke yaşanmaz hale gelirse bu ülkede hiç kimsenin huzuru kalmaz ise elde ettiklerimiz de bizi kurtarmaz\' diye düşünürler ve azıcık da olsa ellerine, bellerine, dillerine sahip olurlardı.
Ama yok...
Otobanda en hızlı ve güçlü arabaya sahip olmanın verdiği duygu ile son sürat sürüyorlar.
Ne kırmızı ışık, ne sarı ışık ne de öndeki araçlar.
Vur geç.
Polis gelirse?
-Meclis'te gücümüz var yasaları değiştiririz.
-Olmadı İçişleri Bakanı bizden nasıl olsa polisi süreriz.
-Beceremez mahkemelik olursak savcıları hakimleri haşhaşı fazla kaçırmışlar diye suçlarız.
-Olmadı, HSYK elimizde, hakime soruşturma açarız, olmadı Fizan'a süreriz. Olmadı meslekten ihraç ederiz.
Türkiye'de bugüne kadar hiç bu kadar kuralsız, ilkesiz, kanunsuz bir yönetim görmedim.
Ülkeyi tam bir cangıl haline getirdiler.
Böyle bir sürüş tarzının otomobil ne kadar güçlü, sağlam, hızlı olursa olsun mutlaka;
-Bir duvara toslaması, duvar yoksa,
-Bir uçuruma yuvarlaması, uçurum yoksa,
-Refüjlere çarpması, refüjler de yoksa,
-Şarampole yuvarlanması kaçınılmaz.
Hiç şüphem yok.
70 km. hızla gidilmesi gereken yolda 300 km. hızla hem de çevredeki her şeyi yok sayarak araç sürmenin sonu felakettir.
İşte bu yüzden söylüyorum, Türkiye bunların hiç umurlarında değil diye.
Bu durum alkollüyken araba süren, her şeyi çift paralel gören bir şoförün durumundan farklı değil.
Alkol almıyorlar belki ama bu arabayı süren haşhaşı fazla kaçırmış olmalı.
Değilse, başka açıklaması yok.
Gerçekten yok.
Normal bir durum değil karşı karşıya olduğumuz.
Dillerinden nefret akıyor!
Vallahi bu durum normal değil.
-Ayrımcı, provokatif, ırkçı söylemlerle toplumu birbirine karşı kışkırtmak...
-Önyargıları her gün her fırsatta bağıra bağıra ifade etmek...
-Tahammülsüzlüğü yaşam biçimi haline getirmek...
-Abartma, yükleme, çarpıtma, küfür, hakaret, aşağılama, düşmanlık, savaş söylemi, simgeleştirme...
Her şey var bunlarda ve bunlar, medeni dünya için normal kabul edilen davranışlar değil.
Her şeyi paralel görmek sarhoşluk alameti değilse nedir?
Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim...
Seçim ortamlarındaki gerilime alışkınız. Meydanlarda birçok söz söylenir, ağır cümleler kurulur, sözler sarf edilir. Ancak seçim atmosferi geçtikten sonra unutulur gider, kimse de oraya geri dönmez.
Lakin şimdilerde durum öyle değil.
Hükümet medyası tam gaz paralel edebiyatına sardırmış, vazgeçecek gibi de gözükmüyor.
Yalanın bini bir para...
Masumiyet karinesinin esamisi yok.
Hakim konumda olduklarını düşündükleri için de bu medyanın iddialarını ispat etmek, delillendirmek gibi bir kaygıları da yok.
Bu olağan bir durum değil.
Bugüne kadar yaşanmış bir örneği de yok.
\'Milli iradeye darbe\' ile başlayan bu \'asimetrik savaş\', \'paralel yapılanma\', \'paralel devlet\', \'devleti ele geçirmişler\' paranoyasıyla artarak sürüyor.
Her gün bu cepheye yeni isimler katılıyor, her gün eski, soğuk savaş mantalitesine uygun iddialar yeniden ortaya atılıyor.
Topyekûn bir savaş ilanı söz konusu.
Bunlar iyi hareketler değil.
Hizmet Hareketi'ni hedefe alan bu itibarsızlaştırma kampanyası adalet, ahlak, ilke, kural, merhamet, vefa, kardeşlik, dostluk, kavramlarından uzak minvalde farklı cephelerde sürecek gibi gözüküyor.
Toplum ve medya ikiye bölünmüş durumda. Öteden beri Hizmet Hareketi ve gönüllüleri oluşumuna karşı içinde bir şeyler biriktirenler günü fırsat bilerek yazıyorlar, çiziyorlar, konuşuyorlar.
Yıllarca göz önünde olan ve herkesin takdirini toplayan bir hareket bugün, bir anda, hedef haline getiriliyor ve dahası, vatana ihanet gibi ağır ithamlara hedef oluyor.
Medyada yazarlar, muhabirler, yayıncılar kendilerini bir tarafta pozisyonlandırmak zorunda hissediyor.
Taraftarlık veya karşıtlıkta sınır tanınmıyor, iftiranın, hakaretin ve övgünün sınırları aşılıyor.
Kur'an'ın ifadesiyle \'Sınırları, hadleri aşan bir toplum\' haline getirildik.
Vallahi korkuyorum.
Bu insanlar hadlerini aşıyorlar.
Bu iyi bir ruh haline işaret değil.
Başa gelecek bir bela kimseyi ayırt etmeyecek, topyekûn hepimize gelecek.
Bugünler elbette geçecek.
Lakin bugünlerden yarınlara derin izler kalacak.
Gelecek nesiller bu yaralı zihinle duruma vaziyet edecekler.
Ergenekoncular Başbakan'dan niçin garanti ister ki?
Ergenekon sanıkları sıraya girdiler. \'Başbakan garanti versin Cemaat'i bitirmek için yardım edelim\' diyorlar.
Ergenekon ile ittifak bu AKP'ye yakışır.
Bence hiç durmasınlar.
Ergenekon'a şimdiye kadar vermedilerse eğer, hemen bir garanti versinler. Her türlü hukuksuzluklarına perde olsunlar.
Aslında, böyle bir garanti istemek hukuk dışılığın ilanıdır.
Eğer hukuk içinde kalınırsa bu ülkede herkesin birbirine yardım etmesinin önünde bir engel var mı?
Yok.
O halde hukuk dışına çıkılarak yapılacak bir kısım yardımlardan söz ediyor olmalılar ki, bunun karşılığında garanti istiyorlar.
Bu ülkede AKP'nin uygulamalarına bakıldığında Ergenekon sanıklarına AKP bu garantiyi rahatlıkla verebilir.
AKP ile Ergenekon birlikte çullansınlar Cemaat'in üstüne.Yurtdışındaki okullarına, yurtiçindeki yurtlarına.
Sabah, Akşam, Akit, Star, Yeni Şafak sıraya girsinler Ergenekon sanıklarının Cemaat aleyhine söyleyecekleri sözleri manşete çekmek için.
Bunların mukabili televizyonlar her gün her gün çıkarsınlar ekrana bunları.
Cemaat'e küfretsinler, hakaret etsinler.
Hükümete, Başbakan'a övgüler düzsünler. Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya'da nasıl büyük bir ülke olduğunu anlatsınlar.
Ne diyor adam:
\'Başbakan garanti versin\' diyor.
Tabii haklı bir talep bu.
Çünkü ülkede hak, hukuk, adalet ve benzeri her şey hükümet, her şey başbakan oldu.
Dolayısıyla siz de garantiyi Başbakan'dan istersiniz!
Çünkü tam da istediğiniz gibi bir başbakanı var bu ülkenin.
Günün tweeti
Yaralarınızı dostlarınıza bile göstermeyin. Çünkü size saldıranlar en önce size oralardan vurur.\'
|