Artık dikiş tutmayan siyasal İslam son dönemde artan söküklerini sosyal medyadaki linç kampanyalarıyla yamamaya çabalıyor. Hayır, çöküşünü haber veren yalnızca siyaset lobilerinde, büyükelçiliklerde itibar kaybetmesi değil, basbayağı Türkiye halkının gözünde giderek daha da teşhir olmasıdır. Ve fakat bu dinci siyasetin asıl büyük şansı, seçimde görünen şaibeli halk desteğinden ziyade, bu toplumsal tepkiyi iktidara taşıması gereken muhalefetteki ilke, kişilik ve omurga erozyonudur. En son Barış Atay'a yönelik linç kampanyasında \'muhalefet\' adına dökülenler, bu erozyonun ne denli ağır olduğunu ortaya koyuyor.
Mesele, \'kadının tek kariyeri annelik olmalı\' diyerek kadınları açıkça aşağı gören bir Sağlık Bakanı'na Barış Atay'dan gelen basit bir nükte, bir dokundurma. Atay, yılın ilk annesi olarak sunulan çarşaflı bir hanımefendi fotoğrafını \'anneyi bulunuz\' diye yayınlamış. Atay, sırf bu dokundurma üzerine, AKP destekçisi hesaplardan \'kadını aşağıladığı\' için açıkça tehdit edilmiş durumda.
Sicili ve notu belli hükümet yanlısı muhbir medyanın linç kampanyasına tabii kimse şaşmıyor. Ama hâlâ dinsel örtünmeyi \'özgürlük\' ve \'tercih\' diye savunan bir kısım liberal ya da \'sol\' kılıklı zevatın Barış Atay aleyhine çıkışması artık ortada ciddi bir normsuzluk, ölçütsüzlük olduğunu ortaya koyuyor.
Öyleyse bu vesileyle ve linç ortamına rağmen normları, omurgayı anımsatmak kaçınılmaz oluyor.
KADININ KAPATILMASI (TESETTÜR) BİR ÖZGÜRLÜK VE TERCİH DEĞİLDİR
Birincisi, tesettür, özgürlükle asla bağdaşmaz. Çarşaf olsun türban olsun, dinsel örtünme bir özgürlük değil, YASAK'tır. Bilge hocalarımızdan Taner Timur'un özlü deyişiyle, \'kadının saçını gösterme yasağıdır\'.
Nitekim, kadının tesettürden çıkma \'özgürlüğü\' yoktur. Denize girecekse bile haşema gibi kıyafetler icat edilir de kadın saçının telini gösteremez!
Gerekçesi de basittir. Zamanında Refah Partili milletvekili Şevki Yılmaz erkek dinleyicilerinin tezahüratları arasında bunu Bilallere anlatır gibi anlatmıştı: \'Mektup açık olursa herkes okur. Kapalı olursa sadece sen okursun.\'
İslamcı, kendisine \'ait\' mektupta tam tasarruf hakkına sahip olmak için zarfa gerek duymaktadır. Dinsel örtünme de erkeğin kadın üzerindeki bu tasarruf hakkının bayrağıdır.
Tesettürün özgürlükle ne denli bağdaşmadığını devamla izleyebiliriz: Burada tesettüre gerekçe olarak sunulan \'mahremiyet\' karşılıklı da değildir, doğası gereği eşitsizdir. Mahrem, sakınılan demektir ve \'namahrem\' karşısında saçının telini sakınma yükümlülüğü kadındadır.
Nitekim muhafazakar yazar Nuh Gönültaş'ın \'Mahremiyet Okulu\' yazısında ortaya koyduğu gerçek bunu çarpıcı biçimde gösteriyor: Günümüzde \'dindar erkekler\' AKP'nin inşaat furyasıyla kurulan sitelerde, kapalı perdeler ardında ikinci ve üçüncü \'mektuplarını okuyarak\' gönül eğlendirebiliyorlar. Bu durum Şevki Yılmaz'ın konuşmasından taşan \'ahlakla\' tutarsız da sayılamaz, çünkü bu zihniyete göre erkeğin ahlakı, fıtrat itibariyle kadınlarla aynı zeminde ele alınamaz.
Dolayısıyla, \'liberal\' ya da \'sol liberal\' ya da \'feminist\' cilalı gericilerimiz, Barış Atay'ı eleştirirken özgürlük adına kadına yönelik apaçık bir yasağı savunacak denli gülünç duruma düşmüşlerdir. En yasakçı bakışı özgürlükçülük diye savunanların zeka düzeyleri ile sahip oldukları şöhretin bu kadar orantısız olması, ülkemiz adına düşündürücü.
İkincisi, ortada bir tercihten de söz edilemez. Tercihin asgari göstergesi, toplumsal olarak bir alternatifin, yani başka seçeneğin güvence altında olmasıdır. Oysa hükümetin anaokulu yaşındaki çocuklara \'dini telkin\' emirleri yağdırdığı bir dönemde, internetteki bir nükteye karşı İslamcıların tehdit ve lince girişmesi, tam da ortada kimse için bir tercihin olmadığını gösteriyor.
Bu zihniyetin ellerine doğmuş kız çocuklarına yaşamlarının herhangi bir anında dinsel tercih hürriyeti tanıdıklarını düşünebilmek için artık gözünün önündeki gerçeklerden bütünüyle kopmuş olmak gerekiyor ki, bu da şöhret budalalarının genel hastalığıdır.
Dolayısıyla, hangi ülkede yaşadığının farkında olmayan cilalı gericilerimiz, böyle ucuz özgürlükçülük gösterişi yapacaklarına, bugün tekstil atölyesinde son ütücü olabilmek için türbana girmek zorunda olan kadınların, eşi hükümet ihalesinden pay kapsın diye türbana giren \'hanımların\' izlerini sürmelidir.
Kadının kapanmasını bir \'özgürlük\' ve \'tercih\' meselesi olarak tartışabilmek için üç koşul zorunludur. 1) Dinsel akımların bir siyasal tehdit olmaktan çıkarılması; yani bütün topluma kendini dayatan bir kamusal varlık olmalarının sona ermesi. 2) Dinsel akımların ekonomik güç odakları olmaktan, ekonomik çıkar şebekeleri olmaktan çıkarılmaları 3) Çocukların tercih yapabilecek çağa gelene dek din bakımından \'nötr\' bir eğitime tabi tutulmaları.
Ancak laikliğin bu asgari koşulları sağlandığında, bir kadının çarşafa ya da türbana girmek istemesini, bir erkeğin mektuplarından biri olma arzusu duymasını \'kişisel\' bir tercih olarak tartışmak mümkündür. Bunlar yoksa, tercih ya da özgürlük, bir şeriatçının dilinde \'demagoji\'; liberal, sağcı, solcu ya da feminist bir cilalı gericinin dilinde sorumsuzluk, belki de ihanet göstergesinden öteye gitmez. Bu koşullar sağlanmadan, kadının tesettürü \'kabul etmesi\' kişisel tercih olarak görülemez, çünkü vicdan hürriyetinden söz edilemez.
Zaten, AKP faşizminin ivme kazandığı şu günlerde laikliğin önemini artık bir dönemin \'türbana özgürlükçüleri\' bile kabul ediyor. Barış Atay'a saldıran geç kalmış \'özgürlükçülerin\' talihsizliğine bakın ki, bunlara türbandan bile ağır, \'çarşafa saygı\' savunuculuğu kaldı.
İlginçtir, \'türbana özgürlük\'çü ağabey ve ablalar kendilerine artık \'kullanışlı aptal\' diyorlar. Ama \'çarşafa saygı\'cı cilalı gericilere onu da diyemiyoruz, çünkü artık kimsenin, iktidarın bile işine yaramıyorlar. Tek işlevleri, muhalefetin görüşünü kapatan zihin bulaşıklığını göstermeleridir. Muhalefette bir dönemin bulaşıklarını yıkama vakti geldi de geçiyor.
|