Mahçupyan’ın “mahcup” çıkışı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun danışmanı Etyen Mançupyan, bazı “mahcup” çıkışlar sergiliyor. Aslında, biraz çekingen davransa dahi, tespitleri yerinde. Mesela diyor ki: “İslami kesimin en az yarısı yolsuzluk olduğunu düşünüyor, bundan hoşlanmıyor; rahatsız. Bu AK Parti’ye yakışmıyor.”
Mahçupyan, AlJazeera’ya bir demeç verdi. Başbakan Davutoğlu’nu, İslami gençliğe ulaşma açısından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan daha avantajlı gördüğünü söyledi. Bence hem yolsuzluklardan bahsetmesi hem de Davutoğlu’nun yaşı ve tahsili itibariyle AK Parti gençliği ile daha kolay diyalog kurabileceğini ihsas etmesi, Erdoğan’ın canını sıkmıştır.
Mahçupyan, G-20 zirvesinde de bir başka mahcup çıkış yaptı. Bazı gazetelerin toplantıya alınmamasını, “Ben sizlerden yanayım” cümlesiyle dolaylı bir şekilde eleştirdi.
Fakat sonuç değişmiyor. Yolsuzluk yapanlar hesap vermiyor. Gazeteciler arasında ayırımcılık ve akreditasyon uygulaması devam ediyor. Umut edelim ki, zaman içinde, damlaya damlaya göl olur ve çekingen bile olsa, gene de doğru yolu gösteren cümleler zihinlerde bir birikim yaratır.
Tuvalette teslim edilen kâğıt
Rıza Sarraf’ın kuryesi Muhammed Sadık, Soruşturma Komisyonu’na ifade verdi. Çok defalar Ankara’ya para götürdüğünü kabul etti. Bunu kabul etmek zorundaydı. Zira bir seferinde polisler, havaalanında çantayı açıp, parayı görüntülemişlerdi. Yolsuzluk dosyasında o fotoğraflar mevcut ama kurye Sadık, 2 milyon euro, 2 milyon dolar ve 1.5 milyon TL’nin Kaan Çağlayan’a verilip verilmediğini hatırlamadığını belirtti: “Bahsedilen tarihlerde -30 Ağustos 2013- Ankara’ya para götürmemiz söylendi. Ancak bu parayı kime verdiğimi hatırlamıyorum.”
Şimdi, bu hayatın olağan akışına uygun mu? Bu kadar büyük miktardaki bir parayı ismini dahi hatırlamadığın birisine vereceksin!
Fezlekede, paranın Ankara Royal’da Kaan Çağlayan’a teslim edildiği belirtiliyor.
Farklı zamanlarda başka teslimat da var. Bunların hepsinin izini polis sürmüş ve şimdi bu “kusurlarından” dolayı onlar hapiste.
***
Rıza Sarraf’a çeşitli kolaylıklar sağlanıyor. Bunlardan biri, önemli bir “kâğıt.” O kadar önemli ki, başka kimseye itimat edilemiyor; o kâğıdı teslim almak üzere kurye Muhammed Sadık özellikle Ankara’ya gidiyor.
İşte Rıza Sarraf ile Muhammed Sadık’ın aralarındaki konuşmalar:
Rıza Sarraf: Sadıkcan, sana bir zahmetim var. O 25’li dostumuzla konuş. Bir tane sağlam, selâmetli adam yolla. Bir kâğıt verecek onu getirsin.
Muhammed Sadık: Kendim gitmeyeyim mi?
Sarraf: İstersen kendin git uçakla. Ankara’da kâğıt alınacak kardeşim. Bugün git al. Emin adamın varsa, ayrı adam da yollayabilirsin.
Sadık: Yok kendim gideyim.
Rıza Sarraf bu arada özel bir hattan (Kaan Çağlayan’da bulunan 25 numaralı hattan), Kaan Çağlayan’a mesaj gönderiyor. Aldığı mesajı kurye Sadık’a iletiyor:
Sarraf: Yazmış ki, 45 dakika sonra Gordion AVM’de ol. Alışveriş merkezi Gordion. Gordion alışveriş merkezine gel, orada tuvalette filan görelim birbirimizi.
Sadık: Oralarda yakındayım. Oradan sizi ararım. Siz mesaj yazın ona ki, orada olduğumu söyleyin.
Rıza Sarraf, Gordion’da hangi tuvalette buluşulacağını gene mesaj sayesinde tespit edip, kurye Sadık’a bildiriyor.
Sarraf: Bodyshop’un yanındaki tuvalette. Orada hazır olalım ki, 2 dakikaya kadar oradayım diyor. Bir tane kâğıt verecek al onu.
Tuvalette buluşuyorlar. Sadık kâğıdı teslim alıyor ve Rıza Sarraf’ı arıyor:
Sadık: Rıza Bey, şimdi elimdedir o belge.
Sarraf: Dursun o, yarın lazım olacak.
***
Şimdi merak ettiniz değil mi, o kâğıt ya da belge neymiş diye! Kaan Çağlayan savcılık sorgusunda bunu açıklıyor: “Gordion AVM’de Sadık isimli şahısla hatırladığım kadarıyla görüştüm. Bu şahsa bir kâğıt verdim. Bu kâğıtta benim ev ve işyerime ait açık adres ve telefon bilgilerim ile mail adreslerim yer alıyordu. Bu bilgileri normalde telefonla da verebilirdim ancak bu şekilde vermemi Rıza Sarraf istedi. Belgeyi alışveriş merkezinin tuvaletinde vermem için özel bir sebebim yok. Sadece o an tuvalette bulunmam sebebiyle orada verdim.”
Okurlarım, Kaan Çağlayan’ın bu açıklamasını bilmem inandırıcı buldular mı? Ama savcı inandırıcı bulmuş olacak ki, takipsizlik kararı verdi.
Vah zavallı Rıza Sarraf, bir telefon numarası ve bir e-mail adresi için ne çile çektin!!! Özel kuryeni Ankara’ya yolladın, başkalarının dinlemeyeceğini düşündüğün 25 nolu hattan Kaan’ı arayıp, tuvalette gizli randevu ayarladın…
Mızrak çuvala sığmıyor ama aşırı iyi niyetli olunca, her şeye… Hatta dünyanın bir tepsi gibi düz ve ineğin boynuzunda durduğuna bile inanmak mümkün.
Ankara’ya milyonlarca lirayı çantalarda götüren 2 kurye, Murat Öziş ve Muhammed Sadık.
Adalet mi eziyet mi?
Darbe iddiasıyla tutuklanan polisler, Metris’ten Silivri’ye taşındıktan sonra, çeşitli zorluklarla karşılaşmaya başladılar. Mesela Ali Fuat Yılmazer, bu konuda Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe yazdı. Diyor ki:
“1- Eşimin hafta sonu çocuklarımla birlikte gelmesini talep ediyorum. Öğrenim görmekte olan 2 kızım ile 9 yaşındaki oğlumun da eşimin refakatinde ziyaretime gelmeleri için müracaatta bulundum. Cezaevi idaresi eşimin refakatçiliğini kabul etmedi. Zaten ablaları da geleceği için, ayrı bir refakatçiye izin vermediler. Yani eşim pazartesi günü, çocuklarım da cumartesi günü ayrı ayrı gelebilecekler. Eşimin ayrı, çocuklarımın ayrı bir günde Silivri’ye gelmeleri imkânlarımız açısından mümkün değil.
2- Ziyaret konusunda olduğu gibi, haftada bir kez telefon hakkımız var. Metris’te telefon günüm pazar günüydü; ailemin bütün fertleriyle görüşebiliyordum. Silivri’de telefon günüm perşembe olarak belirlendi. Dilekçe verdim: Ya hafta içi 18’den sonra bir saatte ya da hafta sonu bir gün görüşeyim, dedim. Çünkü çocuklar okulda. Cezaevi idaresi, görüşmemde bir değişiklik yapılamayacağını belirtti.”
Ali Fuat Yılmazer, dilekçesini şöyle tamamlıyor: “Beni sindirmek, biada zorlamak için çocuklarımın üzerinden bir hesaba girişmişler. Bütün hayatım şahittir ki, asla bir zalimin karşısında eğilmem. Bana hayat arkadaşlığı yapan eşim ve çocuklarım da Allah’ın izniyle bu zulme göğüs gerecek asalet ve dirayettedir.”
Adalet Bakanlığı’nın bu dilekçe üzerine gerekeni yapacağını umut ediyorum. Neden aileye hep bir arada hafta sonu tek bir ziyaret hakkı verilmiyor ya da telefon görüşmesi anne ve çocukların bir arada olduğu pazar günü yapılamıyor? Maksat adalet değil eziyetse onu da bilelim.
|