Her gün yeni bir şey keşfeden “İsviçreli bilim adamları” bile açıklayamaz bu durumu. Stockholm sendromu mu deseler, mazoşizmin son evresi mi, yoksa Ön-Asya’da ortaya çıkan yeni bir uygarlık mı? Teşhisi koyana kadar, dumanlar çıkar ısınan kafalarından...
Geçtik yüksek siyasete dair mevzuları; gözlerinin önüne serilen, taşımakla bitmeyen balya balya paralar da ikna edemedi yüzde kırk küsuru... Ya da “Sen çal, biz oynarız” dediler, “balkonun altında...” Bu, hipotez olarak dini bütün ve muhtemelen “Cuma”ları kaçırmayan kırk küsur, İslâm’ın kutsallarıyla eğlendiğini, tahkir ve tezyife kalkıştığını kulaklarıyla duydukları, üstelik yaptığını inkâr etmeyen adamın da balkonda olmasına aldırış etmeden, “Hüloooğğğ” dediler coşkuyla. Ustabaşı da, “yedirmeme” merakından sineye çekti, “dinine dahleden” şımarık herifin bininci vukuatını.
Aslında, dindarlık anlayışı açısından şaşılacak bir durum yok ortada. Geçen hafta Antalya’da, hac başvuru kuyruğunda kavga çıktı. Sebep; hacı adaylarından bir kısmının, saatlerdir bekleyen diğerlerinin hakkına “kaynak yaparak” tecavüz girişiminde bulunması. Dindar profilimiz de bize özgü. Şimdi bu “kaynakçı” vatandaşlar oy verirken, “hırsızlık” tercih kriterleri arasında olabilir mi? Olamaz, olmadı da nitekim...
Aydınlık’ın, 4 eski bakanın fezleke oylamasına gönderme yapan, 20 Mart’taki sürmanşeti şöyleydi: “Hırsızlığa Meclis’ten 259 ortak” O “ortaklar”, vekildi; Pazar günü, asıllar sahneye çıktı. Şu ya da bu gerekçeyle, vekillerinin yüzünü kara çıkartmayan asılların sayısı 20 milyonu aştı.
Kendi cumhuriyetinin, kendi ülkesinin, bin bir emekle, özenle, dişle-tırnakla bir asra yakındır biriktirdiklerini hiç umursamayan, çöpe gitmesine aldırmayan 20 küsur milyon insan... Hakkıyla, hukukuyla, özgürlüğüyle, doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, demokrasisiyle, laikliğiyle derdi olmadığını deklare eden milyonlar... Hırsızlıktan, yolsuzluktan, yalandan, talandan, peşkeşten, adaletsizlikten, sömürüden, işsizlikten, baskıdan, şiddetten, gazdan, coptan, mermiden şikayeti olmayan, beklenti eşiği yerle bir milyonlar...
Esas endişe verici olan, ülkenin başını, içte ve dışta topyekûn derde sokabilecek tercihler yapabilme potansiyelini, bir kez daha göstermiş olmaları. Millet değil ümmet olmak için can atan, “Dik dur eğilme”ci fanatiklerin yanı sıra; “öncekiler de çalıyordu zaten”ciler, “başkası gelse çalmayacak mı?”cılar gibi sempatizan kitlenin sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Normal bir demokraside, rehabilite amaçlı sosyal karantina uygulanır, sayıları ancak bir avuç olabilecek bu insanlara; burada hepimizin “kader”ini belirliyorlar.
Bir son dönem araştırması, yolsuzluğa inananların oranını, yüzde 70 olarak veriyordu. Düz mantıkla, bu 70’teki en az yüzde 15, var olduğuna inandıkları yolsuzluğu desteklemiş oluyor iki gün önce. Yozlaşmanın, çürümüşlüğün taze delili! Evet, halkı suçlamak en ucuz yol ve ilkesel olarak da yanlış fakat halk da, “kabahatin çoğu senin” dedirtmeyecek Nazım misali... Bu işlerde, çok sayıda parametrenin söz konusu olduğunun ayırdındayım. Sosyoloji falan benim konum değil, siyasi veya bilimsel analiz yapmak da...
Belleğimde bir görüntü var: Gözlerinde maske, sırtında dolu bir torbayla siyahlar giyinmiş uzun boylu bir adam, parmak uçlarına basarak evden sıvışmaya çalışırken, ışıklar yanıveriyor. Vee, karşısındaki soyulan evin sahipleri çılgınca alkışlıyor adamı!.. Ben sadece bu fotoğrafın bana hissettirdiklerini paylaşmak istedim bugün.
Bunun için bula bula spor sayfasını mı buldun, diye soranlarınız olabilir. Haklısınız. Seçim yazısından, spora bir kement atarak, zorlama bir bağlantıyla noktalayayım. 3 İstanbul kulübünün evleri sayılabilecek; Fenerbahçe’nin Kadıköy ilçesi, Beşiktaş’ın Beşiktaş ilçesi, Galatasaray’ın Bakırköy ilçesindeki belediye seçimlerini CHP, Trabzonspor’un ve Bursaspor’un kentlerindekini ise AKP büyük farklarla kazandı.
Şimdi spor yazısına benzedi işte!
|