CNNTürk’te Cüneyt Özdemir soruyor, AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım’a soruyor: Oğlunuzun 30 gemisi var mı?
Eski Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım gayet rahat cevap veriyor: Ben siyasete girmeden önce de gemim vardı. Oğullarıma devrettim. Oğullarımın dokunulmazlığı yok, isteyen gidip hesap sorsun.
Sanki adam Sağlık Bakanlığ yapmış, oğulları onunla hiç ilgisi olmayan denizcilik alanında faaliyet göstermiş.
Bildiğin geyik muhabbetti.
Daha doğrusu milleti aptal yerine koyma tavrı.
Yıllar önce Süleyman Demirel, 20 Ekim 1991 seçimlerinden sonra SHP ile kurduğu koalisyon hükümetinde en büyük finansörü Cavit Çağlar’ı kamu bankalarından sorumlu devlet bakanı yaptığında Sabah gazetesi olarak kıyamet koparmıştık. Çünkü Çağlar’ın başta Ziraat Bankası olmak üzere, kamu bankalarına 100 milyonlarca dolar borcu vardı.
Demirel, Sabah'a kızdı, Çağlar mesajlar yolladı ama SABAH yayını kesmedi. (Ne yazık ki o Sabah aradan belli bir süre geçtikten sonra, yolsuzlukla suçladığı Çağlar’la ortak banka alma yoluna gidip pisliğe bulandı. Sabah da kirlendi ve battı).
Çağlar, kamu bankalarından sorumlu Devlet Bakanı olmayı kendi açısından çok güzel kullandı. Yanlış hatırlamıyorsam, bakanlığının daha ikinci ayında kamu bankalarına olan borç durumunu gayet güzel ayarladı.
Gayriahlaki bir tutumdu.
Süleyman Demirel bunu biliyordu ve göz yumuyordu.
Çünkü, Çağlar en zor döneminde ona ve parti teşkilatına sahip çıkmıştı, şimdi devlet hazinesinden istediğini alabilirdi.
Çünkü bu ülkede biz hazineyi kendi kasası zanneden başbakanlar seçiyorduk.
Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti, değişen bir şey yok.
Özel hastane sahibi olan Sağlık Bakanımız, oğulları gemi sayısını 10 yılda 30’a çıkaran, Türkiye’nin en büyüğü olduğu iddia edilen tersanenin sahibi olduğu söylenen bir Ulaştrıma ve Denizcilik Bakanımız var.
Bu Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı’nın eniştesi, İzmir Limanı’nda yapılacak her işi tarifeye bağlamakla suçlanıyor.
Ama adam rahat.
Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı’nın çocuklarının, bakanın sorumluluk alanı olan bir ticarette hızla zenginleşmesini, iş yapmasını garip karşılamıyor, bizden de normal karşılamamızı bekliyor.
Bir roman yazsak, \'Zamanların en ahlaksızıydı\'diye başlamamız gerekirdi herhalde.
Utanma duygusunun ortadan kalktığı, doların tapılacak hâle geldiği bir dönemde yaşıyoruz.
Polis bunları yakalıyor, savcılar iddianame hazırlıyor, ama Başbakan devreye girip polisleri açığa alıyor, savcıları farklı yerlere sürüyor. Böylesi tezgâhlanmış bir hukuk düzeninin zanlılıları da ortaya çıkıp ‘‘Verilemeyecek hesabım yok\' diyor.
Benin memurum işini bilir döneminden, benim bakanım işini bilir dönemine geldik.
Anladığımız şu; bunlar açılım sürecinden yeni banka hesapları açılmasını anlamış. Kimi oğullarına gemi aldırmış, iddialara bakılırsa kimi Rıza Sarraf’tan rüşvet. Kimi de Sarraf'ın önüne yatmış dolarlar için, kimi müteahhitlerin.
Paranın kölesi olmuş bir güruhla karşı karşıyayız ne yazık ki.
O yüzden Erdoğan, havuz probleminin çözümü için bu arkadaşı seçmiş. Müteahhitlerle, armatörlerle ilişkilerini iyi bildiğinden Sabah'ı almasına yardımcı olacağını isabetle tahmin etmiş.
Sabah'a verdikleri 100’er milyon dolar sayesinde İstanbul’a yeni havaaalanı, İstanbul-Ankara hızlı tren yolu gibi neması bol, hesabı kıt projeleri alan müteahhitler de şükranlarını hem havuza para koyarak, hem de seçim öncesi televizyonlara-gazetelere verdikleri örtük AKP ilanlarıyla dile getirmiş.
Conflict of interest diye İngilizce bir deyim vardır. Çıkar çatışması yani…
Bir avukat, bir şirketi bir davada savunup diğer bir davada suçlayamaz mesela. Veya, banka sahibi olan biri Hazine Bakanı olamaz.
Hukuktan çok ahlakı ilgilendiren kurallardır bunlar.
Türkiye’de ne ahlak, ne kural bıraktılar.
O yüzden, eski Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı televizyonda halkın gözünün içine baka baka, oğullarının kendi sorumluluğu, denetimi altında olan bir alanda iş yapmasını, 10 yıl içinde bu işi kat kat büyütmesini normal bir olay gibi anlatabiliyor.
Türkiye’nin asıl sıkıntısı bu. Askeri vesayet döneminde, askerlerin seçilmişlere verdiği tek izin yolsuzluktu. AKP, askeri vesayeti tasfiye etti, ama sivillerin bu ayrıcalığına dokunmadığı gibi, daha da güçlendirdi.
Sıkıntı, gelecek olanın da bu geleneği sürdürecek olmasında. Kurallar sağlama bağlanmadıkça, daha çok yetenekli bakan çocukları görürüz diye düşünüyorum.
|