İki komşu ülke arasında çeşitli nedenlerle gerilim olabilir. Bu gerilim bazen askeri sürtüşmelere kadar da tırmanabilir. Bazen sınır, hava sahası ihlali gibi gerekçelerle bu sürtüşmeler, uçak düşürmeye, helikopter düşürmeye,… kadar da varabilir. Ama ülkeleri yönetenler, bu sürtüşmeleri, çatışma girişimlerini bir “kaza”, “İstenmeyen bir hal”, “Bir daha olmasını dilemedikleri bir durum” olarak görürlerse, bu çatışmalar, barışa giden yolda adımların önemini de hatırlatan, ders çıkarılması gereken vakalar olurlar. Ama tersi olursa, halkı yatıştırmak yerine galeyana getiren, bu sürtüşme bir kahramanlık, karşı tarafa verilen zarar ülkenin büyük bir kazanımıymış gibi sunulursa, basit sürtüşmeler bile diğer halklara karşı düşmanlığın bir vesilesine dönüşür.
Önceki gün düşürülen Suriye savaş uçağı olayını Başbakan Erdoğan ve Hükümeti sanki Suriye uçağını düşürmek, gerilimi tırmandırmak büyük bir marifetmiş gibi sunmuş, meydanlara topladığı, zaten en geri duyguları okşanıp saptırılmış kalabalıkların bir de “şoven milliyetçi” duygularını okşayarak, tabanını kemikleştirme çabalarına savaş kışkırtıcılığını da eklemiştir. Böylece Erdoğan ve Hükümeti yolsuzluk, rüşvet “Twitter yasağı” üstünden hükümete yönelik eleştirileri, dış düşmanlarla savaşa girmiş hükümetin arkadan hançerlenmesi olarak göstermek için “inandırıcı bir malzeme” bulmayı ummuştur!
Peki, gerçek nedir?
Gerçek şudur ki; son günlerde el Kaide bağlantılı IŞİD’in Suriye’deki Süleyman Şah’ın türbesindeki askerlerin (Türkiye toprağı sayılmaktadır bu 17 dönümlük arazi) geri çekilmesini istemesiyle Suriye krizi yeniden gündemin ön sırasına tırmandırılmış, sanki Suriye rejimi bunu istiyormuş gibi bir hava da estirilerek, bunun Suriye’ye askeri bir müdahaleyi gerektirebileceği konuşulmaya başlanmıştı. Bu ortamda “Türkiye hava sahasını 1 kilometre kadar ihlal ettiği” iddia edilen bir Suriye savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi, Suriye-Türkiye ilişkilerini daha da germiştir. Dahası Suriye Hükümeti, uçaklarının Türkiye hava sahasını ihlal etmediğini savunmaktadır.
Bu da durumu daha da vahimleştirmekte, Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşı körükleyen, muhalifleri eğitip donatan savaş kışkırtıcılığı imajını güçlendirmektedir.
Ne var ki, “dış dünya” ve “imaj” gibi sorunları artık umursamadığını seçim meydanlarından ilan eden Başbakan, bu askeri sürtüşmeyi iç politikada bir seçim malzemesine dönüştürmeyi amaçlayan bir tutumu benimsemiştir.
Öte yandan, 20 Mart günü Niğde’nin Ulukışla ilçesinde, bir rastlantı (Rutin yol kontrolüne rast gelmesi) sonucu, pasaportlarıyla ve silahlı olarak sınırdan geçen (Geçirilen demek daha doğru) üç el Kaide militanının güvenlik güçleriyle çatışmaya girmesiyle el Kaide’nin Avrupa-Suriye bağlantı yolunun Türkiye üstünden geçtiği de ortaya çıkmıştır. Böyle vahim bir olayın üstünden geçen dört gün içinde yetkililerin ağızlarını açmaması da göstermektedir ki, Türkiye’nin Suriye politikasının iler tutar yanı kalmamıştır.
Ancak Türkiye’nin Suriye’ye bir savaş açması da, “Yukarıdan onay gelmeden” söz konusu değildir.
Ama savaş açmadan savaş açmış gibi, şoven milliyetçi duyguları kışkırtarak, bu duyguların etkisindeki kesimleri yedeklemek, ülkede bir savaş hali varmış gibi özgürlüklere, demokratik kazanımlara vurulan darbelere meşruiyet zemini oluşturmak, artık AKP Hükümeti için “yılana sarılmak” gibi de olsa tutmamaktadır. Yani hükümet, böyle değerlendiriyor görünmektedir.
Oysa AKP Hükümetinin bu iflas etmiş Suriye politikasını değiştirmek yerine her vesileyle, yeniden, yeniden savaş kışkırtıcılığına soyunması, şeriatçı güçlerle iş birliğini yenilemeye kalkması, kendisini içine düştüğü bataklığın daha derinlerine çekmesi anlamına gelmektir.
Hükümet de bunun farkındadır ama günü kurtarmaya çalışmaktadır. “Hele bir 30 Mart’ı geçelim, sonrası Allah kerim!” diye, din, mezhep ayrımcılığı, milliyetçilik istismarı, yalan, demagoji, savaş kışkırtıcılığı,… her imkanı kendi tabanını kemikleştirmek için kullanıyor. Çünkü 30 Mart seçimini “Bir ölüm kalım meselesi” olarak görüyor AKP Hükümeti ve onun Başbakanı.
Ama gerçekler o kadar büyüdü ki, Zemzem suyunda yıkanmış olsa da hiçbir örtü, hiçbir bahane, savaş kışkırtıcılığı bile hırsızlık, yolsuzluk ve özgürlük düşmanlığının üstünü örtemeyecek görünüyor.
|