Bir süre önce Star Gazetesi Selam Örgütü'yle ilgili olarak \'7 bin kişiyi dinlediler\' diye manşet atmıştı. Adnan Çimen ve Adem Özcan isimli savcıların elinden alınan bu dosyanın, İran Devrim Muhafızları Ordusu ile temasta olan kişileri hedef aldığı zaman içinde ortaya çıktı. Dinlenenlerin sayısının da 7 bin değil, 3 yıl boyunca, farklı zaman ve sürelerde 234 kişi olduğu anlaşıldı. İstanbul Başsavcısı'nın verdiği 2 bin 280 rakamı, aynı kişinin birçok şahısla konuşmalarını kapsıyordu. Bir başka ifadeyle bu rakamın içinde, doğrudan değil, dolaylı dinlenenler de vardı. Ama işin en önemli yanı, dinlemeler değil, İran için casusluk yaptıkları isnadıyla karşı karşıya bulunanların isimleriydi.
Twitter'da Acem Uşakları hesabından (@ACEMUSAKLARI) bu konuda birçok bilgi veriliyor: \'İrancılığın zirvede olduğu 1990-2000 arası, İran için parlak, Türkiye için karanlık günlerdir. Siyasal İslâmcılar, İran benzeri bir yönetimin hayalini kurmakta, birçok radikal unsur, şiddet eylemlerini yüceltmektedir. Selam Tevhit Örgütü, aydınları katlederken (Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy 1990'da, Uğur Mumcu 1993'te bu örgüt tarafından öldürüldü) Hizbullah, görülmedik vahşetlere imza atmaktadır. Karanlık dönemin terör gerçeği, Beykoz ve Umut operasyonlarıyla anlaşılır. 17 Ocak 2000 günü, Beykoz'daki Hizbullah terör örgütünün arşivinin bulunduğu hücre evine operasyon gerçekleşir. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun ölü olarak ele geçirildiği operasyonda, emniyet, örgütün ana arşivini bulur. Arşivde yer alan belgeler arasında, İran Devrim Muhafızları Ordusu ajanlarıyla görüşen Hizbullahçılar'ın, Hüseyin Velioğlu için hazırladıkları raporlar da vardır. Bu raporlardan biri emniyetin dikkatini çeker. Aralık 1998'de, İran ajanlarının Hizbullahçılar'la görüştüğü bir evde unuttukları defterde yer alan 2 sayfalık Farsça metin, 22 Mayıs 1999'da 2 Hizbullahçı tarafından tercüme edilerek örgüt yönetimine rapor edilmiştir. Hizbullah belgesinde, İran ajanlarının irtibatlı olduğu Türk vatandaşları bulunmaktadır. Raporda, bazılarının devlet görevlisi olduğu belirtilen şahıslar, dönemin Emniyet Genel Müdürü Turan Genç imzalı 15.5.2001-7585 sayılı yazıyla MİT ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bildirilir. O dönem, rutin bir yazışma olarak devlet arşivlerinde yerini bulan bu rapor, 2011'de başlatılan Selam Tevhit Örgütü soruşmasıyla birlikte, Türk siyasi tarihinde iz bırakacak bir belgeye dönüşür.\'
İran ajanları olarak ismi geçenler arasında \'Metin Fidan\' ismine rastlanıyor. Metin Fidan isminin karşısında şu bilgiler yer alıyor: \'Almanya'daki NATO Askeri Üniversitesi mezunu; 28 yaşında, Türkiye ile dünya istihbaratı dalında İngilizce bir tez hazırlamış. Şimdi Genelkurmay'da bilgisayar bölümünde çalışıyor. Evli ve 2 çocuğu var. İsmail Ünal vasıtasıyla irtibat kurulabilir. Uzun zaman içinde bu arkadaşlar vasıtasıyla ordu içinde bir şebeke kurabiliriz. Dindar ve İslâm ahkâmına bağlıdır.\'
Acem Uşakları Twitter hesabında, ailesi ve yakın çevresinin Hakan Fidan'a \'Metin\' olarak hitap ettiği de belirtiliyor.
Bu iddiaların gerçeklere uyup uymadığı ancak yargıda anlaşılır. Ama biz ne yaptık! Birçok aydına suikastla adını duyuran Selam Örgütü davasını, \'7 bin kişi dinlendi\' diye boğuntuya getirdik; dosyayı soruşturmayı yürüten savcıların elinden aldık.
İran'la ilişkili casusluk hikâyelerini ciddiye almayanlar çıkabilir ama unutmayalım ki, bakanları ve bakan çocuklarını bozan Rıza Sarraf da İranlı.
YSK devrede
Televizyonlara sürekli yayın durdurma cezaları geliyor. En uzun cezayı Cem TV almıştı; 2 programına toplam 9 kez yayın durdurma verilmişti. Samanyolu televizyonu rekoru kırdı. 7 programına, 20 defa yayın durdurma cezası aldı. RTÜK rapor hazırlıyor, kararı Yüksek Seçim Kurulu (YSK) veriyor. Bari \'taraflı yayın\' denilmese... Çünkü bu kadar kutuplaşmanın olduğu Türkiye'de, yakınlığına göre her kanal taraflı yayın yapıyor. Biraz daha hoşgörü ve anlayış gerekiyor. Bu arada hâlâ yönetimi TMSF'de kalan Digitürk, BUGÜN televizyonunu 33'üncü kanaldan 48'e attı. YSK, Digitürk'e de acaba bir ceza mı verse!
Azarlama ve sansür devri
Ortaya çıkan tapeler Erdoğan'ın medya ilişkilerindeki yönlendirici, bazen tahakküm edici ve azarlayıcı tavrını gözler önüne seriyor. Meselâ Star Gazetesi Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu'na Hidayet Şefkatli Tuksal'ın bir yazısı yüzünden müthiş öfkeleniyor. Karaalioğlu \'İhmal ettik\' diye alttan aldıkça, o daha beter bastırıyor: \'Nasıl ihmal oldu ya! Siz bu gazeteye bakmıyorsunuz arkadaş; yazıları gözden geçirmiyorsunuz? Bu ilk değil canım, her zaman yaptığı şey. Televizyonlarda da aynı şeyi yapıyor.\'
Karaalioğlu, Mehmet Altan konusunda da azar işitiyor. Her gece heyecanlı bir dizi seyreder gibi YouTube videolarını ve tapeleri izliyoruz. Son bir \'Alo Fatih\' var ki, evlere şenlik... 17 Aralık günü, Habertürk televizyonunun, olayı \'Yolsuzluk operasyonu\' diye duyurması, Erdoğan'ı müthiş sinirlendiriyor. Azarın dozu yüksek; Fatih Saraç ezildikçe eziliyor.
Abdülhamit dönemi sansürünü geçmişiz. O devirde vatan, anayasa, tahttan indirme, hürriyet gibi kelimelerin yanı sıra padişahı çağrıştırdığı için \'burun\' bile denemezmiş. Günümüzde de yolsuzluk demeyeceksin, ayakkabı kutusundan hiç söz etmeyeceksin, Cemaat yerine mutlaka örgüt veya çete sözünü kullanacaksın, Gezi'yi kötüleyeceksin, her şeyin sorumlusu olarak \'paralel devleti\' göstereceksin, Rıza Sarraf'ın hayırsever bir vatandaş olduğuna inanacaksın... Kısacası ya dilini yutacaksın ya aklını emanete bırakıp kullanmayacaksın. Erdoğan'ın her sözüne inanan saf, dolayısıyla makbul bir vatandaş olacaksın.
|