İddiaya göre DHKP-C, Okmeydanı’nda Burak Can adlı gencin öldürülmesi olayını bir açıklama ile üstlenmiş.
Başbakan öyle dedi.
Ardından Recep bey Berkin Elvan adlı çocuğun cinayetini üstlendi.
Ya çok cesur bu adam.
Ya çok çaresiz.
Bir insanın, hele ki ülkeyi yöneten birinin böylesine açık cinayeti üstlenmesi, savunması için ya ağır işkenceye tabi tutulması, falakaya yatırılması, elektrik akımı verilmesi, bayağı dövülmesi filan gerekir.
Onun için cesur diyorum.
Gaziantep’te miting meydanında Berkin için, “O zaten teröristti” dedi. “Terör örgütlerinin içine aldığı, yüzü poşulu, elinde sapan, cebinde demir bilyeler olan birisi. Ekmek alıyormuş. Ne ekmek alması? Ne alakası var? Polis orada yüzü poşulu çocuğun kaç yaşında olduğunu nereden anlayacak? Polisin böyle toplumsal olaylarda biber gazı sıkması hakkıdır...”
Yani?
Yani, o çocuk öldürülmeyi hak etti. Gereği yapıldı, diyerek suçu, cinayeti üstleniyor. Emri altındaki polisler yapılması gerekeni yapmış oluyor.
“Polis kaç yaşında olduğunu nereden bilecek” derken, demek çocuk yaşta olmasa öldürülmesi için bir sakınca yok!
Aslında Başbakan bu açıklamasından bir gün önce de Berkin’in cenazesi yüz binlerce insan tarafından toprağa verildiği sırada, Siirt’te demişti ki: “Adam mı öldürdüm, bir şey mi çaldım…”
Bu cümle zaten “sanığın” itiraflara başlaması anlamına gelir. Cinayet filmlerinde de çokça görülür. Katiller suç mahalline dönerler. Sözünü ettiği de “çalmak ve öldürmek.” Türkiye’nin gündemi zaten aylardır bu. Belgeler, telefon dinlemelerine takılanlar bu suç iddiaları.
DHKP-C’nin cinayeti üstlenmesinin karanlık tarafları var. Son haftalarda polislerin, TOMA’ların eksik olmadığı Okmeydanı’ndaki cinayet mahallinde, olay sırasında ortalıkta dolaşan hiç polis yok. Aynı anda mahallenin elektrikleri kesiliyor. Gencecik Burak Can’ın öldürülmesinin ardından hemen ışıklar yanıyor. Elektrik idaresi kısa süreli arıza olduğunu, sonra sorunun giderildiğini açıklıyor.
Burada karanlık noktalar var.
Ancak Berkin’in öldürülmesi sürecinde iktidarın olayı üstlenmesi, sahiplenmesi çok net; “terör örgütü elemanıydı, elinde sapan, cebinde bilyeler, yüzü de poşuluydu. Yaşını bilemezdik, polisimiz görevini yaptı.”
Berkin, taş atsa, bilye atsa, polise küfür etse “bile” ne olur? Polisin ateş etmesi, öldürmesi ne haddine ve hangi hakla? Bu ağır suçtur.
Gerçi bu olay, iktidarın ilk kez cinayeti üstlenmesi değil.
Roboski’de de bombalanarak öldürülen çoğu genç 34 kişinin dosyasını kapatan da aynı makam ve kişi.
Ali İsmail Korkmaz başta olmak üzere 7 gezi eylemcisi gencin cinayetlerini işleyen polisler için de başbakan, “kahraman” ve “destan yarattılar” diye savunmuş, sahiplenmişti.
Tayyip bey işlenen ve biriken suç iddialarının ağırlığı altında eziliyor. Hırçınlığı bundan.
Meydanlarda Bayrak şiirleri okuyor, Cebrail diyor, Azrail diyor, Said-i Nursi diyor.
Bunlar artık yalama olan nutuklar.
Bir de “biz çocuklarımızın eline sapan değil, tablet veriyoruz” diyor.
Bu halk senin eline verecek.
Hem de bayağı okkalı verecek.
Neyi mi?
Teskereyi, teskereyi.
ALEVİ OLMAK...
Mezhepçiliği sevmem, o konuları kaşıyanları da ciddiye almam.
Hem Gezi eylemlerinde öldürülen gençlerin hem Berkin’in Alevi oluşuna kimileri, “her taşın altından bu Aleviler çıkıyor, rahat durmuyorlar” gibi sözler ediyor.
Oysa bu gençler, (sadece) Alevi oldukları için değil, demokrat oldukları, haksızlığa, baskılara itiraz ettikleri, diktatörlere boyun eğmedikleri için saldırıya uğradılar, öldürüldüler, yaralandılar.
Beril Karaorman’ın Facebook’ta yazdığı yazı bu konuda çok etkili geldi bana. Şöyle yazmış:
“6-7 yaşlarında Alevi kelimesinin gizli bir şeymiş gibi kulaktan kulağa söylendiğini ilk duyduğumda anneme gittim. “Anne Alevi ne demek?” diye. “Mezhep” dedi. “Kim onlar?” dedim. “Nazik, terbiyeli, güzel Türkçe konuşan, Atatürkçü düşünen, ülkesini seven insanlar” dedi. “Biz Alevi miyiz?” dedim. “Hayır” dedi. Üzüldüm...”
|