Bir akşam anne, dinlemezsem sözünü gecenin bir yarısı, çıkarsam sokaklara gençliğime güvenip, yürürsem kaderimin peşinden, vurulursam başımdan, karar vermişlerse kanımı içmeye, ahlâksız hesaplarına kurban seçmişlerse beni, kanımla besleneceklerse, kanımla büyüyeceklerse ve kanımla temizleneceklerse eğer, son giden can benim canım, son akan kan benim kanım olsun anne...
Kanla tarttıkları terâzilerinin diğer kefesine beni koyacaklarsa eğer bir başka vatan evlâdının karşısına, toprağa evlât vermenin dünyanın bütün dinlerinde, dünyanın bütün dillerinde, dünyanın bütün ülkelerinde, aynı acıya, ‘evlât acısı’na tekâbül ettiğini bilmiyorlarsa eğer, anlat onlara anne, dünyanın bütün anneleri adına anlat...
Belki “şehit” derler cenâzemin ardından, belki “faşist” derler, belki bir cana karşılık bir can alındığını, belki bir cana karşılık bir can verildiğini söylerler, belki benim canıma karşılık binlerce cana kast ederler kendi ikbâllleri için... Belki kendi istikbâllerine siper ederler cansız bedenimi, canın yanmasın anne...
Belki yine darağacında bitecek bir hikâyenin girizgâhıdır benim kaderim... Belki seneler sonra bilançosu ortaya çıkacak bir savaşın fitilidir benim kaderim... Belki muktedirin çocuklarının hayalleri, benim ulaşma imkânını ile’lebed kaybettiğim hayallerimden daha kıymetlidir...
İzin verme anne!..
Ne kadar kana susamışsa da meydanlarda iç savaş çığırtkanlığı yapanlar, gencecik vatan evlâtlarının cansız bedenlerini bile bölenler, bir annenin daha evlâdından ayrılmasına, bir annenin daha evlâdının mezarı başında sabahlamasına, bir annenin daha umutlarını toprağın altına koymasına izin verme...
***
Bir sabah anne, çıkarsam evden sabahın ayazında ekmek almaya, kinin, nefretin, savaşın, kavganın düşersem içine, vurulursam bir gaz fişeğiyle ensemden, duyarsan düştüğünü evlâdının boylu boyunca uzandığını toprağa üzülme sakın...
Konuşamazsam bir daha, duyamazsan sesimi, duyuramazsam ne çok sevdiğimi seni, alamazsam kokunu bir daha, sarılamazsam sana, “anne” diyemezsem, suçlama kimseyi...
Aylarca bir hastane odasında başımda bekletirsem seni ve tüketirsem gün be gün, ân be ân yegân yegân umudunu, eriyip bitersem yavaşça gözlerinin önünde, kalkamazsam ayağa bir daha, tutunamazsam hayata, hakkını ödeyeceğim yıllarımı aldılarsa elimden, hakkını helâl et anne...
Ömrünce hiç görmek istemeyeceğin bir vaziyette bulursan beni, bir ayakkabı kutusuna sığacak kadar küçülmüşsem eğer, bir ülkenin tükenmemiş merhametini sırtıma alacak kadar büyümüşsem eğer, yâhut bir ülkenin vicdânı eriyip tükenmiş bedenimin karşısında havada kalıyorsa adâlet terâzisinde ve bir devlet küçülüyorsa hasta yatağımdaki vücûdum kadar, bana değil, benden sonra kıyılacak canlara üzül anne...
Sakla resimlerimi anne...
Varsın devletin vicdânında yer bulmasın ölümüm, varsın devletin adâletinde tartılmasın ölümüm, varsın devletin dillinde bilyelerim ve sapanımla anılsın ve varsın devletin bir tâziye mesajında geçmesin adım, ama anne, ekmek almaya çıkıp geri gelmeyen küçük oğlun, hastanenin morgundan meydanlara, milletin vicdânına yükseldiyse eğer, ekmek almaya çıkıp geri gelmeyen küçük oğlunun ölümü milletin tertemiz sînesinde yer bulduysa, üzülme anne, sakla resimlerimi elimde sapanımla; elimde kan yok ya anne!
Bir çocuğun daha ölümle anılmasına, bir çocuğun daha karanlığa gömülmesine, bir çocuğun daha hayallerinin tükenmesine, bir çocuğun daha cenâzesinin yüz binlerce insan tarafından taşınmasına, bir çocuğun daha isminin tarihin mazlumlar sayfasına yazılmasına sebep olacaksa eğer...
Ne karanfil bırak mezarıma, ne de bilye!..
Ağlama anne.. üzülme.
|