Sena Kaleli'nin neden Ekmeleddin İhsanoğlu seçilmeli konusunda verdiği röportajı mutlaka okumalısınız !!!
CHP BURSA MİLLETVEKİLİ VE PARTİ MECLİSİ ÜYESİ SENA KALELİ’DEN ÇARPICI TESPİTLER…
Bu yazıyı okumadan oy vermeyin…
CHP ÖRGÜTÜNÜN BİLE ÇEKİNCELERİNİ GİZLEMEDİĞİ EKMELEDDİN İHSANOĞLU SİZCE DOĞRU BİR TERCİH Mİ?
Öncelikle ithal bir aday olduğu noktasında kafalarda soru işareti oluşturulmaya çalışılıyor. Ancak bu tamamen suni bir gündem oluşturma çabası.
Ekmeleddin İhsanoğlu belki halkın tüm kesiminin tanımadığı bir isim. Ama başarılı özgeçmişi ile bugün karşısında duranların bile geçmişte ödüllendirdiği ve övgü ile söz ettiği bir isim. Bu yönü ile doğru ve uzlaşılabilir bir aday olduğunu düşünüyorum.
SİZ MESELA… TANIYOR MUYDUNUZ?
Ben sadece ismini duymuştum. Çok yakından izlediğim, tanıdığım bir kişi değildi. Ancak şimdi daha çok anlıyorum ve öğreniyorum. 1991 yılında Anayasa’yı yeniden daha demokratik hale getirebilmek için, çok farklı görüştekilerle yaptığı anayasa çalışmasındaki uyumlu, olumlu, laik ve özgürlükçü duruşu biliniyor. IRCICA (İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi), Atatürk Enstitüsü gibi farklı birçok bilim ve kültür platformundaki etkin, özgürlükçü çalışmaları ortada. Kendisi de 28 Şubat mağduru.
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, Mehmet Akif Ersoy öğretileri ile dergâhta yetişmiş. Mısır gibi, farklı kimliklerin ve dini algının çok yüksek olduğu bir ülkede, Nasır’ın darbelerini görmüş. Farklı ülkeden gelen bir insan olarak bu sıkıntıları yaşayarak büyümüş. Ortadoğu’yu yakinen tanımış, oradaki halkların tepki ve davranış biçimlerini çok iyi gözlemlemiş bir isim. Bölgede yaşanan sıkıntıların Türkiye’de var olan Cumhuriyet değerlerinin olmayışından kaynaklandığını görmüş. Laikliğin bir ülkeye, özellikle de bir İslam ülkesine nasıl katkı sağladığını görmüş.
Biliyorsunuz, tarihte bir Ali Kemal olayı var. Ali Kemal, İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmış gazeteci. Mustafa Kemal ve milli mücadeleye karşı düşmanca tutumu nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak damgalanmıştı. İşte bu adamın oğlu büyümüş, siyaset bilimi okumuş. Çok iyi bir hariciye elemanı olabilecek yeteneklere sahip olmuş. Başvurmuş Hariciye’ye. Fakat Dış İşleri almak istememiş. İsmet İnönü’ye sormuşlar. O da “Yeteneğinden emin misiniz?” demiş. “Eminiz, ama babası geçmişte haindi” demişler. Bunun üzerine İnönü, “Kimseyi babası yüzünden yargılayamazsınız” yanıtını vermiş.
ADAYINIZA DA BABADAN OĞULA GEÇMESİ İSTENİLEN BİR BEDEL ÖDETİLMEYE Mİ ÇALIŞILIYOR?
Böyle bir bedel ödetme yok. Çok eleştirdikleri İsmet İnönü bile böyle bir şey yapmamış. Babasının devrimi benimsememiş olması ve Mısır’a gitmiş olmasından dolayı CHP aleyhine aday üzerinden bir algı yaratılmaya çalışılıyor.
Tıpkı Ali Kemal olayındaki gibi herkes babasının anlayışı ile büyümüyor. Mısır’a gidişi Türkiye ile Mısır ve Ortadoğu ülkelerinin kıyaslanabileceği bir ortam oluşturmuş kendisine. Bu kıyaslama sonucunda da kendi ülkesinin daha özgür olduğunu, laikliğin pek çok şey kattığını ve buradan bir barışın doğduğunu görmüş.
Atatürk’ün, Misak-ı Milli sınırlarını belirlenmesinin, ülkeler arasındaki savaşların engeli olduğunu düşünmüş. Bu sınırlarda barış içerisinde yaşanmanın da farklı kimlikleri, hakları ve özgürlükleri tanımaktan geçtiğini, bu özgürlüklere sahip çıkmak gerektiğini, Cumhuriyet’in demokrasi ile birlikte, laik düzende ülkelere hem kadın hakları konusunda, hem bilimin, eğitimin gelişmesi konusunda farklı bir yöne doğru götürdüğünü kavrayabilmiş.
Keşke herkes, Sayın İhsanoğlu gibi Ortadoğu ülkelerinde eksik olan laikliğin, buralara nasıl savaş getirdiğini, bilimin ve aklın nasıl ötelendiğini görecek göz ve gönle sahip olabilse.
Gittiği bütün ülkelerde en çok öncelediği konu, kadın ve çocuk hakları ile sağlığı olmuş. Uzlaşan bir Ortadoğu’nun mücadelesini vermiş. Bunları yaparken, milli ve manevi değerleri hiçbir zaman unutmamış. Cumhuriyet’in getirdiği değerler ile milli ve manevi değerlerin bütünleşebileceği, bu bütünleşmenin de insanların uzlaşması ile olabileceği görüşüne varmış.
Nitekim biz de görüyoruz ki, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile Parlamento dışında kalan partileri de bu isim üzerinde uzlaştırabilmiş. Çünkü Parlamento içinde ve dışında kalan liderler, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Ortadoğu’da barışa ve uzlaşmaya katkılarını gözlemlemiş insanlar. Aslında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu çok ciddi bir siyasi manevra yaptı. Bu çok ciddi bir taktiktir. Bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nin üzerinde yaratılmış olan algıya karşı risk alarak farklı partilerle uzlaşıyor. Çünkü herkes gibi kendisi de ülkede toplumsal uzlaşı ihtiyacı olduğunu gördü.
EKMELEDDİN İHSANOĞLU’NUN ADAY GÖSTERİLMESİ İLE BU YANLIŞ ALGIDA BİR DÜZELTME Mİ YAPILMIŞ OLUYOR?
Elbette. Aday tercihi, geçmişte devrimlerle barışamamış insanların bile gerçekleri gördüğünü, bizim de o insanların değerlerinin ve hassasiyetlerinin önemini kavradığımızı gösterir.
SİYASİ TAKTİK İŞE YARADI MI? DAHA AÇIK BİR DEYİŞLE, ÇATI ADAYI MÜTEDEYYİN KESİMİN GÖZÜNDE OLUMLU BİR BAKIŞ AÇISI OLUŞTURDU MU?
Kesinlikle oluşturdu. Partimiz iktidar olduğunda görülecektir ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin halkın değerleri ile bir sorunu yoktur. Kürtlerin hak ve özgürlükleri konusunda olduğu gibi, bazı arkadaşlarımızın çıkardığı seslerle Cumhuriyet Halk Partisi değerlendirilemez.
Belki AKP’nin içinde de çıkan pek çok ses var. Ama onlar içeride kalıyor, dışarı yansıtılmıyor. Dışarı çıkmıyor diye, tam bir uzlaşı kültürü var diyebilirsiniz. Peki gerçekten çok mu mutlular? Tüm politikaları onaylıyorlar mı? Bence değil.
Dışarı karşı bütünlük görüntüsü veriyorlar o kadar. Bana sorarsanız gerçek demokrasilerde doğru olan seslerin yükselebilmesidir. Liderin söylemi değil demokrasinin gerektirdiği öncelik olmalıdır.
FANİLERDEN TAPINILACAK VARLIKLAR YARATMA DÖNEMİNİN BİTMİŞ OLMASI GEREKİYOR.
Kesinlikle. Lideri yönetecek, yönlendirecek olan tabandır. Lider gayet tabi dönüşmede önemli rol oynar ama eğer tabandan bu onay ve baskı gelmezse, liderlerin dönüştüren özelliklerinin hiçbir önemi kalmaz. Baskı ve korkuya dönük ‘nasıl buyurursanız’ şekline döner. Liderlerin söylediklerinin ezbercisi ve takipçisi olmayı ne yazık ki bu dönemde de sürdürüyoruz. Lider kültü yaratıyoruz.
Kısıtlı bütçe ve kıt olanaklara rağmen başarılı olacağız
CHP AÇISINDAN BAKACAK OLURSAK, EKMELEDDİN İNSANOĞLU, TABANA VE SEÇMENE YAPILMIŞ BİR EMRİVAKİ DEĞİL Mİ?
Böyle bir şey söz konusu değil. Halka kendi istediğimiz adayı empoze etmedik. Daraltılmış bir bütçe ve çok kısa bir zaman dilimine karşı yarışıyoruz.
AKP yine büyük hesaplarla Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve iki turlu seçim ile ilgili bir yasa belirledi. Yurt dışında, iki buçuk milyon gurbetçiden en az bir buçuk milyonunun oyunu alırız gibi yanıldığı bazı şeyler vardı.
Halbuki gurbetçiler tatile geldi ve AKP’nin umduğu kadar oy kullanımı olmadı. Demek ki her zaman hesap tutmuyor. 17 Aralık sonrası yurt dışındaki vatandaşlarımız sandıkların Türkiye’ye kapalı gelmesi nedeni ile güven duymadı.
Biz bu kadar kısıtlı bütçeyle, kıt olanaklarla adayımızın toplumsal uzlaşma ile belirlenmesini istedik. Parlamento içi ve dışında tüm partilerin, aday üzerinde uzlaşmasını talep ettik. Biz de, Milliyetçi Hareket Partisi de, aday çıkarabilecek yeterlilikte. Burada dikkat etmemiz gereken şey il başkanı ya da genel başkan seçmediğimizdir.
Belediye başkanı da illa bizim tabanımızın adayı olmayacağı için onu da farklı kimliklerden ve düşüncelerden seçebiliyoruz.
O zaman Sayın İhsanoğlu’nu da, uzlaşma fikrini harekete geçirecek, Cumhuriyet’in temel değerlerini ve parlamenter demokrasiyi sürdürebilecek, daha iyi işlemesini sağlayacak, milleti koruyacak ve kollayacak, hiçbir şekilde ayırt etmeyecek bir isim olarak görmek gerekiyor.
EKMELEDDİN İHSANOĞLU’NUN BU NOKTADAKİ DOĞRU TERCİH OLDUĞUNDAN KESİNLİKLE EMİNSİNİZ YANİ?
Evet. Ekmeleddin İhsanoğlu bu noktadaki en doğru tercih. 20 milletvekilinin imzası ile bir aday belirlenebiliyor. Dışarıdaki partilerin böyle bir şansı yok. Doğal olarak dışarıdaki partilerin belirleyeceğimiz adayı destekleyip desteklemeyeceği belli değildi. Bizim partiden her yirmi milletvekili farklı bir aday gösterseydi, partide üçer dörder aday çıkacak ve bunlar da bir bölünmüşlük hissi yaratacaktı. Belki kendi aramızda da bir aday üzerinde uzlaşamayacaktık.
Bu yüzden geniş katılımlı büyük bir uzlaşıyı tercih ettik. Keşke halktan toplanan yüz bin, iki yüz bin kişinin imzası ile aday belirlenip, sunulabilseydi. Yine burada halkın onayına sunulan adaylar, partilerin kendi aralarında uzlaştığı ve yirmi milletvekilinin imzası ile belirlenmiş aday olacak. Sonuçta halk oylamasına sunulsa da Cumhurbaşkanı adayını Meclis seçti.
YARIŞMAK YARIŞTIRMAK AKP’NİN FITRATINDA VAR
Bir de İstiklal Marşı meselesi var. Çatı adayı İstiklal Marşı’nı biliyordu, bilmiyordu derken, Recep Tayyip Erdoğan çıktı ve İstanbul mitinginde marşın tamamını okuyarak nazire yaptı.
Çok enteresan. Nazire yapmak, yarışmak galiba AKP’nin fıtratında var. Biz burada Ekmeleddin İhsanoğlu için on bin kişilik iftar veriyoruz. Belki Türkiye tarihinde ilk kez on bin kişilik bir iftara on üç bin kişi katılıyor. Başarı ile bu organizasyonu gerçekleştiriyoruz. Tuhaf olan, bu iftarın olduğu gün Valilik de bir iftar düzenliyor. Bakın bu gerçekten çok enteresan. Böyle bir yarışma ve yarıştırma AKP’nin fıtratında var olan bir şey.
İstiklal Marşı’nın bu kadar gündeme getirilmesini başka bir şey bulamamalarına bağlıyorum. Çatı adayının ahlaki açıdan herhangi olumsuz bir durumu mu olmuş? Yolsuzluk mu yapmış? Rüşvet mi almış? Ülkesi ile ilgili casusluk mu yapmış?
ADAYINIZ İÇİN HAZIRLANAN KAMPANYA VE “EKMEK İÇİN EKMELEDDİN” SLOGANI DA CİDDİ ELEŞTİRİ KONUSU OLDU.
Sloganımız yüzde yüz doğru
Çünkü herkes ekmeğinin mücadelesini veriyor...
Başta ben de yadırgadım. Ancak sonra, tıpkı toplum gibi, tıpkı Anadolu insanının kabullendiği ve benimsediği gibi çok yerinde ve anlamlı buldum. Düşünün, buğdayımızı kendimiz ekmiyoruz, hibrit tohuma muhtacız. İsrail’den alıyoruz bu tohumları.
Türkiye aslında artık GDO’lu ürünlerle, kendi tohumunu ekip biçemeyen, kendi ekmeğini üreteceği tahılı bile ithal edecek hale gelmiş bir toplum. Aslında herkesin bir ekmek kavgası var. Herkesin ekmeğine sahip çıkmak için mücadelesi var. Maden ocaklarında ekmekle ölüm arasında tercih var. Dışarıdan gelen Suriyeli vatandaşların zor durumu karşısında bile toplumda kendi ekmeklerinin ellerinden gideceği endişesi var. Benim işimi elimden alırsa, ucuza ürün satarsa gibi bir endişe var.
Toplum için ekmeğini kazanmak, ona sahip çıkmak çok önemli. Ben Anadolu’da kadınların pazarlarını gezerken o kadınların, “Biz ekmeğimize sahip çıkıyoruz. Ekmek için Ekmeleddin” dediklerine şahit oldum. “Biz ekiyoruz, ektiğimizi biçiyoruz, ekmeğimize sahip çıkıyoruz ve ekmek kavgamızı burada kendimiz yapıyoruz” diyen kadınlarla karşılaştım.
Basite indirgenilmeye çalışılan ekmek kavgası, aslında hayatın en önemli mücadelesi. Herkes bir lokma için ekmek için çalışıyor. “Bir lokma, bir hırka” felsefesinin esas alındığı bir toplumuz. Gerçeğimiz buyken, tepeden bakan, samimiyetsiz bir söyleme ihtiyacımız yok. Bu noktada sloganımızın yüzde yüz doğru olduğuna inanıyorum.
İktidar Türkiye’de sürekli olarak vizyondan söz ediyor ama gerçekte küresel iklimi bile hesap edebilecek vizyonumuz yok. Fırtınalar, tufanlar kopuyor.
Birçok AVM yapıyoruz ama bu AVM’lerin altyapımızı nasıl tıkayacağına dair fikrimiz yok. Akıl üretemiyoruz. Bilim üreten üniversitemiz yok.
Bütçede AR-GE’ye maalesef yeterince pay ayıramıyoruz. Marmaray’ı yaparken, köprüyü yaparken, demiryollarını yaparken kendi üretimimiz yok. Üniversitelerimizle işbirliği yapmaya çalışan iş dünyası üniversitelerimizden teknoloji alamıyor.
Biz tüm bunları yurt dışından ithal ediyoruz. Maalesef seçim kampanyalarına yetiştireceğiz diye pek çok ölüme sebebiyet veriyoruz. Köprü ve Marmaray inşaatlarında kazalar ve ölümler gerçekleşiyor. Türkiye’de henüz bilim, teknoloji ve üretim doğru politika ile yönetilmiyor.
“Duble yok yaptık” deyip çöken yollarla, “sağlıkta dönüşüm yaptık” deyip yetersiz yoğun bakım üniteleri nedeniyle ambulanslarda can verdiren acı gerçeğimizle övünüyoruz. Bir bebek babasının sırtında ölü olarak çuvalda taşınabiliyor. Hani bizim ambulans helikopterlerimiz? Hani bizim sağlıklı, ilgili personellerimiz? Nerede övünüle övünüle bitirilemeyen sağlıktaki dönüşümlerimiz? Hala milletvekili olarak, sosyal olamayan devletimiz yüzünden vatandaşlarımız için, hastanelerden yatak bulabilmek ve ameliyat günü bulabilmek için aracılık yapıyoruz. O zaman nasıl bir dönüşümdür bu? Belki hastanelerde rehin kalmıyorlar ama eczanelerde rehin kalıyor insanlarımız.
Tüm bunlar henüz yerli yerine oturmamışken, Türkiye nasıl vizyoner bir ülke oluyor bunu anlamakta zorlanıyorum. Üretim dışa bağımlıysa, biz kamyon kamyon, tır tır, televizyon, buzdolabı üretip başka ülkelere ihraç etsek ne yazar?
Yazılımda geliştik mi? Küçük bir çip ile dünyayı yerinden oynatır Amerika. Artık Amerika’da televizyon üretimine öncelik verilmiyor. Tayvan’da kaç tane dünya markası var? Biz nasıl bir dünya markası çıkardık ortaya?
Biz sadece madenleri, doğayı ve sularımızı kirletme pahasına çıkarıyoruz ve onları işleyecek teknolojimiz bile yok. Ham haliyle ihraç ediyoruz.
İstikrar var deniyor, en az 10 kere mali af çıkartılıyor. Herkes borçlu, herkes işsiz. Halk iktidar tarafından lütfedilene rıza gösteriyor. Bunları halka nasıl anlatıyorlar? Anlamakta zorlanıyorum.
HER ŞEY DEVLET SIRRI
Şimdi bir de Devlet Sırrı Yasa Tasarısı var ki, 75 yıl tüm sırlar gizli kalacak gibi bir madde geçecek. Türkiye’yi düşünün. Nasıl engelleyebiliriz? Her şey sır. İşte Hatay’a giden MİT TIR’ı sır. Neden insani yardım MİT tırı ile gider sorgulanmaz? Niye o güzergâhtadır sorgulanmaz. Böyle hiçbir şeyin sorgulanamadığı bir ülkede veryansın gidiyoruz. İnsani yardım Türkmenlere gidiyordu diyorlar. Hele Davutoğlu’nun, IŞİD’in içinde Sünni Türkmenler var deyip, ardından Kanal 7 deki programda Türkmenler’e giden yardım TIR’larının durdurulması mücadeleyi geciktirdi derken, bir anlamda TIR’da insani yardım olmadığını itiraf ederken, yardım Türkmenler’e gidiyordu açıklamasının aslında IŞİD’de ki Sünni Türkmenler aracılığıyla IŞİD’e mühimmat gittiğini de itiraf etmiş oldu. Çok tehlikeli bir boyuttayız. Bu Sünni bir imparatorluk kurma anlayışı!
Başbakan; Türkmen, Uygur Türkleri ve İŞİD elindeki rehineler konusunda konuşmayı yasakladı. Davutoğlu’nun açıklamaları bunun nedenini ortaya koydu. Ayrıca neden aynı suskunluk hassasiyetini , İsrail’e veryansın ile Gazze’dekiler için göstermiyor. Savundukları anlayış ile İsrail’in Gazze’yi daha çok vurmasına neden oluyor o zaman…
Cumhurbaşkanı’nın yetki ve görevlerinin arttırılması ve daha da önemlisi yanlış kullanılmasına ilişkin endişeler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
TÜRKİYE’NİN BAŞKANLIK SİSTEMİNE İHTİYACI YOK AMA RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN KENDİSİNİ KURTARACAK ZEMİNE, BAŞKANLIK SİSTEMİNE İHTİYACI VAR.
Keşke o endişe hepimizde olsa. Cumhurbaşkanı’nın elinde bütün yargı organları ile ilgili atama yetkisi var. HSYK’dan Danıştay’a, Sayıştay’dan Anayasa Mahkemesi’ne kadar tüm organlara atama yapabilme yetkisine sahip.
Sulh Ceza Mahkemelerinde; yetkileri genişletilmiş hâkimlerle ilgili sorun varken, kendine uydurulmuş yasalar çıkarken, kendini kurtaracak yasaları çıkartırken, arkasından bu sıkıntıları izole etmek yerine hukuksuzluğu, hak ihlallerini daha da genişletirken, hâkimleri, savcıları, polisleri yerlerinden oynatırken, her türlü usulsüzlüğü başlatmış, gizli tanıkla gizli dinlemeleri başlatmışken, yasama organında çoğunluğu elde etmiş bir AKP; Cumhurbaşkanlığı ile hükümete de başkanlık yapacaksa ve yasama, yargı ve yürütmenin tek elden yönetme anlayışı karşımıza çıkarsa, bütün güçler tek elde temerküz edilirse bu ülkede denetlemeyi kim yapacaktır?
Denetleme Kurulu’nun da Cumhurbaşkanı’nı bağlı olduğu bir yerde kim neyi nasıl denetleyebilecektir? Hele Sayıştay raporları olmadan bütçe geçtiği düşünülürse…
KALDI Kİ, TAYYİP ERDOĞAN DA SEÇİLMESİ HALİNDE PASİF BİR CUMHURBAŞKANI OLMAYACAĞINA VURGU YAPIYOR.
Biliyorsunuz Burhan Kuzu, “Obama’ya acıyorum. Başkan ama yetkileri çok kısıtlı” demişti. Ben de bunu görüyorum. Obama 2013 yılında Obamacare diye sağlık yasası çıkarmak istemişti. Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçiler, Senato’da da Demokratlar çoğunlukta. Bunun bütçesini Temsilciler Meclisi tıkamış önce yasa, sonra bütçeyle ilgili sorun çıkmıştı. Ardından Amerika’da çok ciddi bir sıkıntı baş göstermiş, ekonomi ile ilgili bir panik başlamıştı. Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun belli konularda tıkayabilme ve olaya el koyabilme hakkı var. Son günlerde de bu yasa çıktıktan sonra Obama yetkilerini aştığı gerekçesi ile sorgulama başlatıldı. Belki de bir ülkenin başındayken Obama yargılanacak.
Bizde ise her şey iktidarın istediği gibi olmaya zorlanıyor. Yüksek hızlı treninin açılışını Cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla Başbakan yapıyor. TRT’de muhalefet partisinin lideri konuşurken birden yayın kesiliyor. TRT Başbakan’ın tüm miting programlarına saatler ayırmışken, diğer adaylara kısıtlama getiriyor. Tüm bunlar haksız rekabet.
Yüksek Seçim Kurulu, RTÜK ve diğer tüm kurullar zaten ellerinde. Başbakan sahte plaka kullanıyor, devlet olanaklarını kullanıyor, yasada dini, milli semboller kullanılamaz diyor, o broşür için geçerli yorumuyla tanıtım filminde kullanıyorlar, YSK olmaz dese de takmıyorlar. Yasal broşür dağıtan, poster asana emniyet güçleriyle YSK talimatı ile engel getiriyorlar. Çıkan yasalar anayasaya aykırı olabiliyor. Hiç kimse, hiçbir şey yapamıyor bu ülkede.
Herkes maddi, hukuki anlamda infaza uğruyor. Savcı, gazeteci, medya, polis... Son dönem operasyonları var. Son dönem operasyonlarını sorgulama konusunda vatandaşımız çok zayıf kalıyor. Diyelim ki bir paralel yapı var. Diyelim ki polisler, askerler, savcılar bu paralel yapı tarafından alınmış.
Peki, bu yasaları kim çıkardı? Polisi, savcıyı, hâkimi atayan üçlü kararnameyi, referandumu kim belirledi? Meclis’te çoğunluğu olan bu iktidar dinlemelerin yolunu açtı. TİB’i de MİT’e bağladı. Şimdi tek elden her şey yapılır hale geldi. Bu anlayış normalleştirilmeye çalışılıyor. Denetimden uzaklaştırılıyor. Bu iktidarı nasıl kontrol edeceğiz, nasıl denetleyeceğiz?”
MİLLETVEKİLİ OLAN SİZSİNİZ. NASIL DENETLENMESİ GEREKTİĞİNİN YANITINI DA SİZ VERİN.
Bu şartlarda denetlemek mümkün mü? Sulh ceza hâkimi dinleme emrini veriyor ve aynı sulh ceza hâkimi dinleme emrini verdiği polislerle ilgili sorgulama, yargılamayı yönetiyor. Burada çapraz kontrol olabilir mi? Bu baştan sona hukuksuz.
Hadi diyelim ki paralel yapı var. Ben 2009’da da 2010’da da bunu her yerde söyledim. Şimdi AKP kendi derinliğini kendisi yaratıyor. Bu derinliği ve böyle bir yerleşmenin olduğunu çıplak gözle bakan herkes gördü. AKP onlara “Kahraman” dedi. “Destan yazdılar” dedi. Gezi’de insanların üzerine gaz sıkanlar, yaralayanlar, öldürenler bunlar değil miydi? Bu çok ciddi bir çifte standart değil mi? Kendisi için bir şey yapıyorken hukuka aykırı da olsa geçerlidir deyip, bunu yaparken olayın kendisine dayandığını gördüğü anda duracaksın anlayışındalar.
Önce tapeler montaj diyor, sonra “beni dinlemişler, aynen yayınlayıp casusluk yapmışlar” diyor Başbakan. Montaj mı, gerçek mi? Şimdi suç işleyen ve işleten siyasi sorumlu, halk inandı, seçti diye, paralel yapı hukuksuz dinledi şüphesiyle, suç ve günahtan muaf mı tutulacak? Halk muhalefeti sevmiyor, paralel var bahaneleriyle, ilke, değer ve insani ölçülerini unutup suçu meşrulaştıracak mı?
İktidar, hiçbir konuda siyasi sorumluluk almıyor, güç ve yetki temerküzü, ranta tahakkümü marifet sayıyor. Açık kapatan gazeteciler de ayrı enteresan bir durumdalar. Milli irade aklama merkezi konumuyla keyfiliğe göz yumuyor. Artık herkes kendi suçuna meşru bir zemin bulabilir.
TEZİNİZE GÖRE, İKTİDAR PARALEL YAPI’YI KULLANDI VE NE ZAMAN BU YAPI BİR BUMERANGA DÖNÜŞTÜ, O ZAMAN İŞİN RENGİ DEĞİŞTİ?
Bir kere usulsüzlüğe kapı açtıysanız, o kapı genişler. Tıpkı Susurluk Çetesi’nde olduğu gibi. Siz bir çete yaratıyorsunuz ve bu çete başka usulsüzlükler yapıyor. Yapar! Bu usulsüzlüğün olabileceğini onlara duyumsatmışsınız. Onlar canları pahasına, sizden ödül alma pahasına bir şeyler yapmış ve ondan sonra siz dur diyorsunuz. Size dokunduğu anda durmuyor onlar da. Bir usulsüzlük yapılırken başka yerlere gittiğinde, o arkadaşlar dilsiz şeytan gibi sussalar bu doğru bir şey mi?
Kendi sınırlarını vurma talimatını verdiğin duyulduğunda ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Bunun duyurulmaması mı gerekiyor? Bu devlet sırrı oluyor ve kendi kendimize savaş açıyoruz! Bunları duymayalım mı? Kutuları görmeyelim mi? Milli Eğitim’e talimat veren Bilal’i, paraları sıfırlayan Bilal’i duymayalım mı?
Böyle bir şey olabilir mi? Şu anda kumpas dediklerini hala kendilerini kurtarmak için yapıyorlar. AKP vesayete karşı değildi, bunları derin devlet yaptı. Ya da vesayete karşıydı, bunlar kendisine dayanınca vesayet ile iş birliği yapmayı tercih etti. Bu kadar çelişkiyi görmezden gelmek çok enteresan ve beni rahatsız etmeye başladı. Paralel devlet olsun, demiyorum. Böyle bir anlayışı elbette savunmuyorum.
Montaj diyorsanız neden montajla suçluyorsunuz, casusluksa bunun belgeleri nerede? Selam Tevhit Örgütü var. Bu örgüt dinlensin diye talimat veriyorsunuz Şimdi kime uzanıyorsa takipsizlik kararı verildi. Sizin bakanlarınıza ve çocuklarınıza iş ulaşıyor. Delilleri, log kayıtlarını paralel silmiş deyip, kendiniz siliyorsunuz. Gizli arşivde olduğunuz söyleyenler mi, siz mi doğrusunuz?
Kara para aklama operasyonlarında Zencani İran’ın parasını Türkiye’de aklıyorsa ve bu İran tarafından suç olarak görülüp cezalandırılıyorsa, bunun Türkiye ayağındaki suçları nasıl görmezden geliyorsun? Bu nasıl bir anlayıştır?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemde kullandığı üslup da tartışma konusu. En çok da Cumhurbaşkanı adaylarını etnik ve mezhepsel kökenine göre kategorize etmesi toplumu endişelendiriyor.
Ekmeleddin İhsanoğlu’ndaki ısrarımız budur. Böyle bir ayrıştırmayı yapmayacak Cumhurbaşkanına bu ülkenin acilen ihtiyacı var. Eğer bir cumhurbaşkanı adayı, ülkesinde ölen insanları, bu Sünni’ydi, Alevi’ydi diye ayırıyorsa, sonra ben kimseyi ayrıştırmadım dediğinde kim inanır?
BELKİ DE BAŞBAKAN, “NASIL OLSA BALKON KONUŞMASINDA HERKESİ KUCAKLARIM” DİYE DÜŞÜNÜYORDUR.
Herkes çok iyi biliyor ki Alevilerden nefret ediyor. Cem evine bölünürüz diye dini alan statüsü vermeyen hangi özgürlüğü verir? Özgürlük sadece din için mi geçerli?
Yapılan çalıştay Aleviler’i ayrıştırmaya yaradı ki bunu bilerek yaptılar. İfadeye bakın, “Sen Zaza’sın! Sen Alevi’sin!” Bu hiç de iyi niyetli bir söylem değil.
Hafifletmeye çalışanları anlamakta mümkün değil. Bu aslında bir hedef göstermek. Bir insanın kimliğini itiraf etmeye zorlanması, çok baskıcı, dayatmacı. Birilerine de bunun için bundan vazgeçin demeye yöneliktir. Bu bir hatırlatmadır. Bu Alevi’dir, sakın oyları vermeyin gibi. Nitekim meydanlarda Kemal Kılıçdaroğlu’nu, cenazeleri yuhalattı. Bu çok tehlikeli. Reyhanlı’da ölen Sünni, Gezi’de ölen Alevi gibi söylemleri oldu. Yahudi diasporası çıkar grubu, faiz lobisi söylemleri anti semitizmi yaygınlaştırıyor, geçen gün canlı yayında Ermeniler için söylediği “Affedersiniz” söylemi var.
IŞİD’e terörist diyemeyen bir anlayışın Meclis içerisinde yumruk yumruğa giden anlayışla aynı olduğuna inanıyorum. Başbakan “Merdi Kıpti Şecaat Arz ederken Sirkatin Söyler” sözünü çok kullanıyor. Kendileri de şecaati böyle arz ediyor. Bu yaklaşımları çok hatalı ve tehlikeli görüyorum. Aslında hep birlikte, farklı kimliklerle, onların özgürlüklerini tanıdığımızda bu ülkede barış olacağına inanıyorum.
Çok sıkıntılı bir dil kullanıyor Başbakan. Bu, barışı bozan ciddi bir risktir. Bu, Zaza’ya, Kürt’e oy vermeyin anlayışıdır ki Ahmet Davutoğlu’nun başka mezheplerin iktidar olamaması nedeniyle IŞİD’i Suriye ve Irak’ta haklı görmesiyle çelişiyor.
Teröre haklılık arayan Davutoğlu, niye özgürlüğünü isteyen, doğaya sahip çıkan, baskı hisseden gençlere Gezi’de yapılan muameleye karşı çıkmadı? İkisi de aynı tekçi anlayış. Kendilerinin, tekçi anlayış konusunda Esad ve Maliki’yi uyardıklarını, dinlemediklerini söylüyor.
Diğer yanda, Mısır’da İhvan-ı Müslim’in dışında farklı kimlik ve anlayışların anayasa yaparken dikkate alması, koalisyon kurması için Mursi’yi darbe endişesiyle ilgili uyaran Ekmeleddin İhsanoğlu’nu darbeyi onaylamakla suçluyor.
AYNI BAŞBAKAN BARIŞ SÜRECİNİ DE YÜRÜTÜYOR.
Aslında Başbakan’ın Kürtlerle bir takım anlaşmalara gitmesinin sebebini sadece Sünni bir birliktelikte buluşmak olarak görüyorum. Bunu Sünni anlayışın bir araya getirilmesindeki barış olarak görüyorum. Yoksa farklı kimliklerin barışması ve samimi bir barış değil. HDP’nin ve BDP’nin sol kimliğine bir saygı da değil. Solcu düşmanlığı olan bir Başbakan’ın amacı sadece Sünnilikte barışmak. Tutkal gibi Sünniliğe tutunuyor. Biz din kardeşiyiz anlayışı ile barış süreci olmaz. Zaten barış, toplumsal uzlaşmaya gidilmeden, şeffaflık olmadan dayatılacak bir şey değil.
İhsanoğlu Ortadoğu’daki uzlaşma için bir şanstır
CHP, CUMHURBAŞKANI’NIN UZLAŞMACI TAVRI ÜZERİNDE ÇOK DURUP, OLMAZSA OLMAZ ŞART OLARAK ÖNE SÜRÜYOR.
Ortadoğu’da tüm kimliklerin, davranışların farkında olan bir Ekmeleddin İhsanoğlu var. Temkinli hareket eden, uzlaştıran, efendiliği ve itibar görmesi ile bilinirliliği dünya çapında olan Ekmeleddin İhsanoğlu var. 57 İslam ülkesinin birlikte hareket ettiği İslam Konferansı Örgütü’nde de uzlaştırmacı çabası herkes tarafından biliniyor. Her ne kadar Başbakan, “Alın bunu buradan dediler” dese de seçen yine kendisi, ayrıca Sayın İhsanoğlu en uzun süre bu görevi yapan kişi, memnun olmasalar İslam ülkeleri seçmezlerdi, Ahmet Davutoğlu da teşekkür yazısı yazmazdı.
Mısır’dan ithal dediği adayı İslam Konferansı Örgütü’nün başına getirmiş.
Cumhurbaşkanı adayı olunca da nedense onun bir türlü içine sinmiyor. Ona bakarsanız beş dil bilmesi, akademik kimliği de sinmiyor. “Onu oraya ben getirdim” söylemi de çok ilkel. Hep bir minnet bekleme, lütfetme…
O DA İLGİNÇ BİR DURUM, BAŞBAKAN ÇATI ADAYI’NIN YABANCI DİL BİLME MESELESİNDEN DE HOŞNUT DEĞİL. “BU ÜLKEYE TERCÜMAN MI LAZIM?” DİYOR.
Çok enteresan. Bilim tarihini, din tarihini, herkesin dinini algılamak üzerine kurgulamış, üzerine bu dinleri ve bilimleri algılamayı, hak ve varlık konusunu kavramayı becerebilmiş bir insanın beş dil bilmesini küçümsemek dünyada görülmemiş bir şeydir.
Bir bilim insanının, edebiyatı, tarihi, kültürü, sanatı önceleyen bir insanın küçümsenmesi herhalde dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmemiştir. Bu bakımdan Başbakan’ın yaptığı küçümseme bir ilktir. Uzlaştırma anlayışı ve kültüründe ise bu kadar parti bir araya getirmiş adaydan söz ediyoruz.
Mısır’da Mursi’yi darbe olmaması ve barış olması için uyarmış bir adaydan bahsediyoruz. Bu uyarıyı darbe olarak gören Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsediyoruz. Biz Lozan’da sınırlarımızı koruyabilmek adına Musul’dan vazgeçtik diye kıyameti koparan bir Başbakan, Musul’a tekrar göz dikmiş bir Başbakan ama Konsolosluğumuzun ele geçirilmesine, içindekilerin rehin alınmasına engel olamamış bir Başbakan…
Bir yanda, Sünni bir imparatorluk oluşturmaya çalışan Başbakan’ın tek kişilik vesayeti varken, diğer tarafta da hakkı, hukuku savunan, milletler arası ve milletlerin kendi iç problemlerini aşmasının yolunun herkesin birbirinin haklarını tanıma anlayışından geçtiğini söyleyen bir Cumhurbaşkanı adayı var.
Ve bu Cumhurbaşkanı adayı, örneğin Filistin’de önce FKÖ ve Hamas arasındaki sorunu çözen sonra da süreci taşıyarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin toplanmasını talep eden, bu konseye Goldstone Raporu’nu hazırlatmış bir insan. Goldstone bir Yahudi. Ama buna rağmen İsrail’in yaptığını bir insanlık ve savaş suçu gibi raporuna yazdırmış. Bir Yahudi’ye Birleşmiş Milletler için rapor hazırlatmış bir insandan söz ediyoruz.
Uzlaşma kültürü kendi içinde hissedilen bir şeydir. Fıtratınızda olması gereken bir şeydir. Herkese çatan, herkesle kavga eden bir insanın uzlaştırabilmesi mümkün değildir.
Başbakan tutarlı bir demokrasiden yana tavır koymuyor. Hiçbir konuda siyasi sorumluluk almıyor, siyasi ahlakı öncelemiyor. Hukuktan, haktan yana tavır koymuyor. Yasaları kendine göre düzeltiyor, kendine göre değiştiriyor. Kendisinden olmayan ve onun gibi düşünmeyenleri mali, hukuki ve idari yönden infaza uğratan insanın uzlaşma yapması söz konusu değildir.
Uzlaşmak için karşı tarafı anlamanız gerekir. Karşı tarafın özgürlük ve haklarına saygılı olmanız gerekir. Karşı tarafın kahkaha ile gülme hakkına bile saygı göstermezseniz, uzlaşabileceğinize kimseyi inandıramazsınız. Kadın ve erkeği bile uzlaştıramazsınız. Oysa kadın ve erkekten başlıyor bütün eşitlik anlayışları. Kadın erkek konusunu, kadının sağlığı ile var olması, bütün toplumsal alanda var olması gerektiğini Ortadoğu ülkelerinde eşiyle birlikte anlatmaya çalışmış bir insandır Ekmeleddin İhsanoğlu.
Ortadoğu gibi bir bölgede, İslami anlayışın daha yaygın ve baskın olduğu bir ortamda, kadın erkek eşitliğinden söz eden bir insan Ekmeleddin İhsanoğlu. Kadının haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliğini, fark edebilmiş bir Ekmeleddin İhsanoğlu’nun uzlaştırmacı kimliğini zaten yaptığı görevler sırasında görüyoruz. Görev aldığı her yerde, birlikte çalıştığı herkes, uzlaştığını ve uyumlu çalıştığını ifade ediyor. Başkalarının farklı düşünebileceğini, farklı yaşam biçimlerinin olabileceğini kabul edebilen bir insan.
Ateistim diyene de saygı duyacağını ifade eden bir insan. Tahammülünüz varsa uzlaştırırsınız. Tahammülsüz insanların uzlaştırma şansı yok. Adayımızın laiklikten yana hiçbir sorununun olmadığına kendi adım gibi eminim. Devletin var olan kurumlarını kendine bağlamak gibi, hükmetmek gibi, ranta tahakkuk etmek gibi bir anlayışı yok. Bu nedenle de, rant tahakkümü için, rant elde etmek, her şeyi ele geçirmek için çoluğu çocuğu ile ailece kalkınmaya gitmiş bir anlayışta olmayacağından son derece eminim. Çatı Adayı’nın dayatıldığını söyleyenlerin de bir kez daha düşünmesi gerekiyor.
SİZ GERÇEKTEN EPEY BENİMSEMİŞSİNİZ ADAYINIZI.
Benimsedim. Yumuşak, sakin, gerilimden uzak bir toplumun varlığına ihtiyacımız var. Türkiye direnci olan bir toplum. Direnci gerilime çevirirsek bugünkü şiddet olaylarına tanık oluruz. Eğer bu direnci akıma çevirebilirsek, Türkiye gerçekten uzlaşı ve barış içinde, üreten, manevi ihtiyaçlarına cevap veren, milli hassasiyetlerine de önem veren bir anlayışa sahip olacak.
Benim değerlerim sadece para, cinsel ahlak değil. Değerlerim toplumun tümüne sevgiyle, saygıyla bakabilen insanın değerleridir. Bunun için ben Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çifte standardı olmayan bir yaklaşımla hareket edeceğine inanıyorum. Ve bu nedenle tüm toplumu aklıselim davranmaya, itidale, tek yönlü düşünmemeye, sadece bir kişiyi değil, herkesi dinlemeye, çok yönlü okumaya davet ediyorum.
Nasıl barışa hizmet etmek gibi bir sorumluluğumuz varsa, hepimizin oy kullanmak gibi çok ciddi bir sorumluluğu da var. Keskin sirke küpüne zarardır. Bir şeye kızıp başka bir şey yapmak toplumun tümüne zarar verir. Hepimizin en kutsal görevi, oyuna ve sandıklara sahip çıkmaktır. Bunu mutlaka yapmalıyız.
Hayatınız muhabbetli,
İşiniz bereketli,
Kalbiniz Merhametli,
Kararlarınız İsabetli olsun…
Sena Kaleli
|