Hükümet, parti ve lider, ülkeyi adeta 'Dar-ül Harp' ilan etmiş, kendi dışlarında kalanları 'küffar'dan sayıp her türlü haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği onlara reva görüyor.
Tek devlet-tek parti-tek adam: Erdoğan
Cumhurbaşkanlığı adaylık yarışının bariz şekilde eşitsiz, haksız ve adaletsiz sürdürüldüğü ortada. İktidar ve muktedir, kendi kampanyasını diğer iki adaya karşı pervasızca asimetrik olarak gerçekleştiriyor.
Nereye yüzünüzü dönseniz, şehir trafiğinden kara yollarına kadar her yerde Erdoğan posterlerine, billboardlarına çarpıyorsunuz. Televizyonlarda onun görüntülerinden, konuşmalarından, programlarından geçilmiyor. Diğer iki adayın esamisini okumak neredeyse imkânsız. Tek-tük, tesadüfen, talihliyseniz rastlıyorsunuz onlara.
Kısacası cumhurbaşkanlığı seçim yarışı, bir tarafın topla-tüfekle, diğer tarafın ise taş-toprakla teçhizatlı olarak mücadeleye girmesini andırır tarzda gerçekleşiyor.
Böyle bir seçim demokratik değil, otokratik bir ülkede olur ancak. O yüzden Türkiye, adı ne yazarsa yazsın fiilen bir otokratik ülke olarak cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştiriyor. George Orwell’ın ‘1984’ romanındaki ‘Big Brother’ motifiyle kıyas kabul eder bir görüntü hakim ülkeye; ekranlara, sokaklara, caddelere, oto yollara… Sadece adına ‘Ağabey’ demiyoruz da ‘Usta’ veya ‘Reis’ diyoruz!.. Yahut, ‘Milletin Adamı'…
Ve ortada mevcut siyasi, idari, bürokratik, mali, ekonomik ayrıcalığa dayalı haksız rekabete dur diyecek hiçbir denetim mekanizması yok. Ama bundan daha da düşündürücü olanı, ortada ruhsal, manevi, vicdani açıdan da hiçbir (öz)denetim olmaması, işlememesi, işletilmemesi…
Ha bire ‘Din-i İslâm’a referansla yol kat eden bir hareket ve lider, böylesine adaletsiz bir sürecin amili olmayı nasıl içine sindirebiliyor? İktidar nimetleri nasıl bu kadar rahat şekilde, ‘hakkaniyet’ göz ardı edilerek kendinden taraf seferber edilebiliyor? Bir Başbakan Yardımcısı, “Eşitlik olur mu, elbette Başbakan’la diğer adayların konuşma süreleri arasında fark olacak” nev’inden nasıl sere serpe konuşabiliyor; söz konusu olanın cumhurbaşkanlığı seçimi, bahsettiği şahsın da bu bağlamda ‘Başbakan’ değil ‘bir’ cumhurbaşkanı adayı olduğunu görmezden geliyor? Buna seçim demek mümkün mü?..
Ancak bir ‘muz cumhuriyeti’ iseniz evet! Bu ithamı en çok iktidar sahipleri kullandı daha önceki dönemlere ilişkin ama tabir esas şimdi geçerli. Türkiye bir ‘İslâmi muz cumhuriyeti’ olma yolunda doludizgin ilerliyor.
Bu tabloyu tamamlar, doğrular, üstüne ‘tüy diker’ mahiyette dün, gazete ve televizyonlara verilen kamu kurum-kuruluşlarına ait ilan ve reklamlarda apaçık bir ayrımcılığın haberi düştü gündeme…
CHP’nin Meclis’e sunduğu araştırma önergesi, AKP iktidarının siyasi çizgisine uygun hareket eden medya kuruluşlarına ilan ve reklamların çığ gibi yağdırıldığını, bunun dışındakilerin ise ‘hava aldığı’nı rapor ediyor. Kamu ilanları ‘Sabah’tan Akşam’a kadar’ belli gazetelere akmaktaymış: Star, Milliyet, Yeni Şafak, Takvim, Türkiye gibi…
Televizyonlara ilişkin ‘reklam politikası’nı ise önergedeki şu bilgiler ortaya seriyor:
\'2014'ün ilk yarısında, Çaykur, THY, Vakıfbank, Ziraat, Halkbank, Emlak Konut reklamlarını en çok yayınlayan televizyon kanalı A Haber olmuştur. Buna ek olarak, A Haber, ATV ve ATV Avrupa ile NTV, Kanal 24, TGRT, TVNet, Ülke ve Beyaz TV gibi hükümete yakın yayın çizgisine sahip televizyon kanallarına verilen reklamların süresi CNN Türk, Kanal D, Fox TV gibi kanallara verilen reklamların süresinin 8 katından fazladır. Vakıfbank'ın CNN Türk, Fox TV, Samanyolu gibi kanallara reklam vermezken Ülke TV, Beyaz TV ve NTV'ye reklam vermiş olması ile Ziraat Bankası'nın hükümete yakın çizgide olmayan hiçbir televizyon kanalına ve medya kuruluşuna reklam vermemiş olması, reklamların verilmesi hususunda partizanca bir tutum sergilendiği iddialarını desteklemektedir. S Haber, Samanyolu, Bugün ve Kanaltürk televizyonlarına hiç reklam verilmemiş olması ise gelinen noktada devlet kurumları ve şirketlerinin uyguladığı reklam politikasının hükümetin siyasi çizgisi ile paralel olduğu iddialarını güçlendirmektedir.\'
Böyle bir ortamda cumhurbaşkanı seçilecek! Hükümet, parti ve lider, ülkeyi adeta ‘Dar-ül Harp’ ilan etmiş, kendi dışlarında kalanları ‘küffar’dan sayıp her türlü haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği onlara reva görüyor. Zaten ancak ‘Dar-ül Harp’ saydığınız yerdeki bir mücadelede ‘hakkaniyet’ açısından ruhen, manen ve vicdanen bu kadar gözünüzü karartabilirsiniz!..
Erdoğan’ın ağzından hep duyduğumuz söz malûm: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet… Bunu yukarıdaki tablo karşısından revize etmek lâzım:
Tek devlet, tek parti, tek medya, tek adam: Erdoğan…
|