Berkin'in cenaze töreni sırasında, Siirt'teki parti mitinginde 'Ben Pınarhisar'da yattım' edebiyatı...
Ben o cümleyi dün araba radyosundan dinledim. Bir haber spikeri söyledi. O cümleyi işitirken arabadan iniyordum. Hangi radyonun spikeriydi anlayamadım. Ama durumu en iyi özetleyen cümleydi. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi:
“16 kilogram ağırlığında, ama Türkiye’nin en ağır cenazesi kaldırılıyor.”
Evet öyleydi. Berkin Elvan 269 gün boyunca hastanede koma halinde yatarken, ağırlığı 16 kiloya inmişti. Ama o süreci kaygıyla izleyen milyonlarca insanın onun ölümü karşısında duyduğu acının ağırlığı, ölçülemeyecek kadar büyüktü.
Bu, evvelki günden başlayarak iki gün boyunca Türkiye’nin her yerinde yapılan toplantılarda görüldü. Dünkü cenaze törenleri ve yürüyüşleri sırasında zirveye ulaştı...
O ölüm sadece Türkiye’deki değil, dünyanın birçok yerindeki insanları da harekete geçirdi. Almanya’da Berlin’de Kuttbusser, Londra’da Trafalgar, Paris’te Republique Meydanları’nda, Washington’da Beyaz Saray’ın önünde ve daha birçok dünya şehrinde yapılan toplantılarda aynı acı yaşandı.
Sadece meydanlarda değil, siyasi forumlarda da... ‘Katılım’ sürecindeki ‘aday’ı olduğumuz Avrupa Birliği’nin sözcülerinden Avrupalı, Amerikalı politkacılara kadar birçok siyasetçi bu olayın sorumlularını kınadı. Neydi olay?
Evine ekmek almaya giderken göstericilere karşı polis operasyonunda hedef alınarak vurulan 14 yaşındaki gencin, aylar süren bir
hayat mücadelesini kaybetmesi...
Demokratik ülkelerde böyle bir olay, sadece bu yanıyla da tepki uyandırırdı. Toplantılarla, demeçlerle kınanırdı. Ama olayın ağırlığı, sadece bundan ibaret de değildi.
Türkiye’deki gösteri karşısında polisin kullandığı orantısız gücün yanında, şunlarla karşılaşılmıştı:
Orantısız güç kullanan polislerin içinde, hedef gösterilerek yapılan o atışın sorumluları hâlâ ortaya çıkarılmamıştı. Ortaya çıkmaması bir yana, idarenin onların ortaya çıkmamasını sağlamak için elinden geleni yaptığı anlaşılıyordu.
Ayrıca, bu olay, sadece Berkin’i hedef alan tekil bir olay da değildi. Gezi olayları sırasında Türkiye’nin birçok yerinde, birçok kişi, benzeri şekilde öldürülmüş veya yaralanmıştı. Onların da failleri ortaya çıkarılıp cezalandırılmamıştı.
Bir de şunlar vardı: İdarenin başındaki iktidar siyasetçileri, o ölüm ve yaralama olayları karşısında ölümlerin, yaralanmaların faillerini kınayıcı hiçbir ciddi söz söylemedikleri gibi, polis yetkililerini gösterileri bastırdıkları için ‘destan yazdınız’ diye taltif etmişlerdi. Polis müdahaleleri sırasında ölenlerin ailelerine başsağlığı dilemek gibi insani bir görevi dahi yerine getirmekten uzak kalmışlardı. Gezi olayları sırasındaki demokratik gösterileri ağır sözlerle kınamaya devam etmişlerdi. Dünyanın ciddi demokratik ülkelerinin hepsinde demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ı sayılan ‘toplantı ve gösteri yürüyüşleri’ hakkının, herhangi bir Avrupa Birliği ülkesindeki evrensel kurallara uygun olarak kullanılmasını reddetmekteydiler...
O yüzdendir ki, Berkin Elvan için iki günden beri dünyanın birçok yerinde yapılan anma törenlerinin, Türkiye’nin şehir meydanlarında yapılması suç sayılmaktaydı. Bunu yapmaya teşebbüs edenler, dünkü cenaze gününde bile birçok örneği görüldüğü gibi, bibergazı kullanılarak önlenmekteydiler.
Özetle: Türkiye’nin ‘demokratik bir hukuk devleti’ diye anılması, epey bir zamandır zaten çok güçleşmişti. Artık imkânsız hale gelmekteydi.
* * *
Bir başka özet: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün seçim gezilerinde, ‘Ah benim kardeşim, biz neler çektik’ edebiyatına devam etti. Pınarhisar Cezaevi’ndeki üç buçuk aylık hapis cezasını hatırlattı.
İstanbul’daki cenaze törenleri ile diğer şehirlerdeki anma toplantıları devam ederken, televizyonlarda canlı yayın konusu yapılan sözlerinden bir özeti, buraya da alalım:
“‘Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker.’ Bunu söyledim diye, Pınarhisar’a gittim. (...) Sizler Türkiye’nin eski acılarını iliklerinize kadar yaşadınız. Sizler eski Türkiye’nin acılarını, evlerinizde, sokaklarınızda, yüreklerinizde hissettiniz. (...) Kardeşlerim, eski Türkiye’de ne vardı? Yasaklar vardı, yoksulluk vardı, yolsuzluk vardı. Eski Türkiye’de kitaplara yasak vardı. (...) Eski Türkiye’de kan vardı, gözyaşı vardı, acı vardı. İşte biz o eski Türkiye dönemini kapattık.”
|