Pazar günü Güler Buğday Hayal Kahvesi’nde kitaplarını imzaladı… Kimler yoktu ki; Muhalefet partisi buluşması gibiydi… CHP’liler ağırlıktaydı…
CHP Milletvekili Turhan Tayan, Tolga Çandar, Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, CHP Büyükşehir Belediye Başkan adayı Necati Şahin, CHP Yıldırım Belediye Başkan adayı Ramazan Altunöz, CHP İl Başkanı Metin Çelik, Nilüfer ilçe Başkanı Özgür Şahin ve Yıldırım ilçe başkanı Güner Aklan ve pek çok partili, İl Kadın Kolları Başkanı Ayşe Şahin, Ertuğrul Kaplan…
CHP eski milletvekilleri Abdullah Özer, Kemal Demirel ve Yahya Şimşek, eski İl Başkanı Gürhan Akdoğan, eski PM üyesi Ali Nihat Irkörücü,
MHP Milletvekili ve Osmangazi Belediye Başkan adayı Necati Özensoy ile Nilüfer Belediye Başkan adayı Arif Demirören, MHP Nilüfer ve Osmangazi teşkilatları, Türkiye Kamu Sen il temsilcisi Selçuk Türkoğlu,
Makine Mühendisleri Odası Başkanı İbrahim Mart , Kader Bursa Şubesi Başkanı Fatoş Birinç, Ceyhun İrgil, Mümin Ceyhan, öğrencileri, arkadaşları ve daha pek çok okuru…
Güler Buğday’ın ilk romanı “Annemin de Başını Ezerler mi?” yi okuduğumda saptamam şuydu: “Arkası gelecek… “Nitekim “Dağların Rengi Kırmızı”; “Solun Ehrimanları” adlı romanları okurla buluştu…
Ama son kitabı “İnsanlar İhanete Tutsak” kendisinin de dediği gibi, gerçekten de ustalık döneminin eseri…
Buğday, yakın güncel tarihi okura okutturmak için farklı bir yöntem seçmiş…
Türkiye’den Avrupa’ya uzanan geniş bir mekânsal düzlem içerisinde, zamansal geri dönüşlerle örülen roman kurgusunun akışına son derece uyumlu bir şekilde; onlarca kitap okuyarak elde edebileceğiniz bilgileri özetleyerek, kimisini ise özetlemeden belgeleriyle okura aktarmış…
Haa. .Kimilerine ve de kendisine göre çok da iyi yapmış… Ben ise hayıflanıp duruyorum..
Son günlerde yine kitap krizim tuttu, elimde ne kadar kitap varsa okudum, sabahlara kadar… Onları bitirince eski kitaplarımdan bazılarını yeniden okudum…
Alayını bitirdim. İçlerinde meslektaşım Tayfun Çavuşoğlu’nun yazdığı Çanakkale 1915 haricinde hiçbirini beğenmedim…
Kimisinin öykü dokusu zayıftı, roman karakterleri eğretiydi, insanda dizilmiş harflerden ibaretmişçesine bir duygu yaratıyordu… Kurguda kopukluklar vardı. Kimisi ise “iğrenç ötesi” diyebileceğim kadar kötü karalamalardı…
Kötü kitapları okudukça iyi kitapların kıymeti harbiyesi daha da bir artıyor… Yani “İnsanlar İhanete Tutsak” adlı eserin kıymetini daha bir anladım… Gelelim Güler Buğday ile roman konusunda en çok didiştiğimiz konuya…
Ben ısrarla diyorum ki: Romanın öykü kurgusu muhteşem…
Tek karakter üzerinden gitmiyor. Çoklu bir karakterler var. Bu çok zordur… Çünkü okurun dikkati tüm karakterlere yayılıyor… Zaten ağırlıklı olarak romanın kahramanları her yaştan, eğitimleri, kökenleri, duruşları farklı farklı kadınlar..
Öykü kahramanları hayatın olağan akışına uymasalar da, çok sahiciler. Çok inandırıcılar, peşlerine takılıp kitabın sayfaları arasında kayboluyorsunuz…
İç içe geçen, zaman ve mekânda geri dönüşlerle beslenen öykü dokusunda negatif kadın karakterleri bile romanın sonunda güçlenerek kadına dair farkındalık geliştiriyor ve duruş sergiliyorlar… Yani aynı zamanda bu ülke kadınlarının kahramanlık öyküsü, başkaldırısıdır bu kitap…
Oya gibi ilmik ilmik işlenen eserde, okurun merak duygusu son sayfaya dek canlı kalıyor… Özetle ben kitabın edebi yanındayım.. Hala inatla savunuyorum.. Tek başına bir roman olarak yazılsaydı edebi açıdan ödüllük bir eserdi…
Güler Buğday da inatla “Benim derdim kitabın okunması.. Ben belgesel yanı okunsun diye böyle yazdım” diyor…
Kendine özgü bir tarz ve anlatım dili geliştirmiş… Zaten belgesel olan kısmı için Güler Buğday her zamanki dik duruşu / sözünü sakınmaz tavrıyla ne söyleyecekse söylüyor…
Bana da başkalarının ve de en çok da kendisinin söylemediği kısımları anlatmak kalıyor… Belgesel yanının da hakkını yemeyeyim. Müthiş… Pek çok kişi de bu halini çok beğenmiş. Başucu kitabı yaptıklarını söylüyorlar.
Haklılar da, onlarca belgesel kitabı alıp bilgi taramak yerine, alayını bir arada bulabiliyorlar. Üstelik İran ile ilgili konularda olduğu gibi başka bir yerde okumadığımız bilgiler de var. Özal, Çiller döneminden AKP iktidarına dek dönemsel olarak yaşananlar da insanın kafasına çivi gibi çakılıyor…
Ayrıca kitapta geleceğe dair kaygılar kadar umut da yer alıyor…Üstelik de çok öngörülü bir eser; zira yazıldığında henüz Haziran Gezi direnişi yaşanmamıştı.. Zaten kitabın yayımlanması da tam o zamana denk geldi…
Belgesel tadındaki bu romanın / Güler Buğday’ın öngörüleri gerek gezi ve sonrasında, gerekse bugün yaşananlarla öylesine örtüşüyor ki…
Hatta yaşanacaklarla bile… “İnsanlar İhanete Tutsak”ı mutlaka okuyun. Bana göre üç kere okuyun… İlki bir bütün olarak roman ve belgesel akışında… İkincisinde sadece belgeselleri… Sonuncusunda ise sadece romanı… Hepsinin tadı ayrı ayrı..
Şimdi bunları yazarken Güler Buğday’ın “Sen ne diyorsun be! Bir kere okusalar yeter” dediğini duyar gibiyim… Hani iyi şiiri her okuduğunuzda farklı anlam yükler, farklı bir tat alırsınız ya… Kusura bakma Güler Buğday, senin kitabın da öyle…
|