17 Aralık sabahı…
Saat 06.30…
Türkiye’nin en büyük yolsuzluk operasyonlarından biri için düğmeye basıldı.
Evi aranacaklar arasında bazı bakanların çocukları da vardı. Ve biri, İçişleri Bakanı’nın oğluydu.
Mali Şube, soruşturmayı büyük gizlilik içinde sürdürmüştü. O kadar ki, operasyondan İstanbul Emniyet Müdürü’nün bile haberi yoktu.
Evlerin ve işyerlerinin basılmasından dakikalar önce Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç ile Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yakub Saygılı, amirleri Hüseyin Çapkın’ın kapısını çaldı.
Emniyet müdürü, mesai arkadaşlarını şaşkınlıkla karşıladı.
İki Müdür, birazdan başlayacak operasyonu ayrıntısıyla anlattı.
İş, bir İranlı işadamının Türkiye’ye milyonlarca dolar döviz sokmasından kuşkulanılmasıyla başlamış, giderek dal budak salmıştı.
2012’de mahkemeden 3 ay süreyle dinleme izni almışlardı.
Tam 20 ay, bu dosya üzerinde çalışmışlardı.
Ve suç zincirinin ucunda, kendilerinin bağlı olduğu Bakan’a ulaşmışlardı.
‘Neden bana haber vermediniz?’
Çapkın, anlatılanları hayretler içinde dinledi.
“Neden bana haber vermediniz” diye sordu.
Yakub Saygılı, “Hatırlıyor musunuz” dedi: “İçişleri Bakanı Muammer Güler bir seferinde Emniyet’e ziyaretinize gelmiş ve Rıza Sarraf’a kefil olduğunu söylemişti. Size söylesek, operasyonu Bakan’a haber vermek zorunda kalacaktınız. O da engelleyecekti”.
Haklılardı.
Çapkın, için yapacak bir şey kalmamıştı.
Aslında Şube Müdürleri için de öyle…
Yeldeğirmenlerine savaş açtıklarının farkındalardı.
Birkaç saat içinde görevden alınacaklarını tahmin ediyorlardı.
Tarihi operasyon
Ancak öyle olmadı.
17 Aralık sabahı baskınlar gerçekleşti. Gözaltılar bitti.
Savcı Celal Kara, bir an önce yasama dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili raporun kendisine ulaştırılmasını istedi.
Bu arada Ankara dağılmıştı; ilk şaşkınlığı üzerinden atması, 24 saat sürdü.
Başbakan, 18 Aralık’taki “karşı darbe”yle, üstüne doğru gelen hukuki süreci durdurttu. Kendisi hakkındaki bütün evraka el koydurdu.
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, 18 Aralık sabaha karşı 2,5’te Vali’yi arayıp operasyonu yürüten Şube müdürlerinin görevden alınmasını istedi. Ama geç kalmışlardı.
O süre içinde, yolsuzlukla suçlananların baskın sırasında birbirleriyle yaptıkları telefon görüşmeleri de kaydedilebildi ve örgüte dair yeni kanıtlar olarak dosyaya eklendi.
Ve 18 Aralık sabahı 7’de, fezlekede suçlanan bakanlarla ilgili 309 sayfalık rapor savcılığa ulaştırıldı.
Meclis’e gidecek fezlekeye esas teşkil eden rapor buydu.
Sabah 10’da Emniyet Müdürü, operasyonu yapan Şube Müdürlerine görevden alındıklarını bildirdi. Saat 11’de yeni ekip iş başı yaptı.
Ama 4 saat geç kalmışlardı:
Hükümet’i sallayacak ve 4 bakanı Yüce Divan yoluna çıkarabilecek, tarihi yolsuzluğun belgeleri, artık savcılığın elindeydi.
Fezleke ne oldu?
Lakin bitmemişti.
4 gün sonra, ifadelerin de eklenmesiyle 504 sayfa tutan fezleke, imza için yeni şube müdürlerine getirildi.
Ancak yeni ekip, ayak diredi; “Bilmediğimiz bir metni imzalamayız” dedi.
Olmayacak bir şey yaşanıyordu:
Şüpheliler Adliye’deydi. İfade için bekletiliyordu. Ancak neyle suçlandıklarını gösteren resmi fezleke henüz savcılığa ulaşmamıştı.
O sırada yeni Mali Şube Müdürü ve yardımcısı fezlekeyle ortadan kayboldular. Daha sonraki suç duyurusundan öğrenildiği kadarıyla fezleke, 2 saat Emniyet binası dışına çıkarıldı ve bilinmeyen bir yere götürüldü.
Dönüşte daha önce parafladıkları sayfayı da imha ettiler.
Şube yöneticilerinin fezlekeyi imzalamayacağı anlaşılınca fezlekeyi hazırlayan ekip “O zaman imzalamayacağınızı tutanak altına alalım” dedi.
Yeni şube müdürleri fezlekeyi imzalamayacaklarına dair tutanağı imzaladı.
O arada Savcı, “Nerede kaldı fezleke” diye ısrarla Emniyet’i arıyordu.
Operasyonu yürüten bir komiser yardımcısı fezlekeyi ve tutanağı alıp Savcılığa doğru yola çıktı.
Bu arada yeni şube müdürleri tutanağı imzalamakla hata yaptıklarını anlayıp, komiser yardımcısını yoldan geri çağırdılar.
Dönmedi.
Şoförünü arayıp “Dönün” dediler.
Komiser yardımcısı, “İnip taksiyle giderim” dedi.
Bu polisiye maceranın sonunda 504 sayfalık fezleke, paraflı ama imzasız olarak savcılığa ulaştı.
Ve Savcı, ifade almaya başladı.
Turbun büyüğü
Bütün bunlar yaşanırken farkında olunmayan bir başka dosya vardı ve asıl bomba, o dosyadaydı.
Jandarma’nın, işadamı Cengiz Aktürk’le ilgili bir hafriyat operasyonuna ilişkin tahkikatı Mali Şube’ye gelmiş ve dinlemelerle çığ gibi büyüyerek devasa bir dosyaya evrilmişti.
Mali Şube, aylar süren takibat sonucunda “kamu nüfuzunu kullanarak haksız çıkar sağlayan bir örgüt”ü ortaya çıkarmıştı.
Örgüt üyelerinin kendi aralarındaki konuşmalar kaydedilirken, R. Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’ın, bazı bakanlar, bürokratlar, tanınmış işadamlarıyla yaptıkları konuşmalar da kayda girmiş ve yolsuzluk örgütünün “en üst” bağlantıları ortaya çıkarılmıştı.
Ve 17 Aralık’tan 2 gün önce, 15 Aralık’ta 1000 sayfalık bir fezleke halinde savcılığa teslim edilmişti.
Bulgulara göre, örgütün 2 numaralı ismi, Başbakan’ın 34 yaşındaki oğluydu.
Başbakan haber alıyor
Savcılık, henüz dosyanın hazırlığını sürdürüyordu.
Ancak 17 Aralık patlayınca Emniyet’teki yeni ekip, hükümete bu hazırlığı haber verdi. Başbakan derhal dosyaya el koymak üzere Adalet Bakanı’nı İstanbul’a gönderdi.
Savcı, engelleneceğini anlayınca acilen düğmeye bastı.
Operasyonun tarihi 25 Aralık’tı.
O yüzden dosyanın adı da “25 Aralık” olarak kaldı.
O gün ifadeye çağrılacaklardan biri de Başbakan’ın oğlu, Necmettin Bilal Erdoğan’dı.
Operasyon durduruluyor
25 Aralık sabahı, Başsavcı, İstanbul Emniyeti’nden iki amiri çağırıp “Derhal operasyona başlayın” talimatını verdi.
Savcı, elindeki fezlekeye istinaden yakalama ve gözaltı talimatı vermiş, mahkemeden de şüphelilerin mal varlıklarına el koyma kararı aldırmıştı. Hangi ekibin, saat kaçta, kimi alacağı belirlendi.
Artık iş, polisin harekete geçmesine kalmıştı.
Ne var ki, o gün beklenen talimat gelmedi.
Ertesi sabah ise, “Baskınlar iptal edildi” bilgisi geldi.
Çünkü gözaltı talimatında isimleri gören Emniyet yetkilisi dehşet içinde amirlerine koşmuş, böylece dosyadan haberdar olan Ankara duruma el koymuş ve operasyonu durdurmuştu.
Asıl hedef: Başbakan
17 Aralık dosyası, kısmen İnternet’e sızan bilgilerden, kısmen Meclis’e uzanan fezleke sürecinden dolayı alenileşti.
Ancak son anda durdurulan 25 Aralık operasyonuna ilişkin dosya, resmi evrak niteliği kazandığı halde sümenaltı edildi.
Soruşturmayı yapan polisler ve savcılar sürüldü, haklarında soruşturma açıldı. Dinleme kayıtları tek elde toplandı. Dosyaya yayın yasağı getirildi.
Çünkü 25 Aralık soruşturması, suç hiyerarşisinde, bakanlardan bir adım daha yukarı, en yukarı çıkıyordu.
2 numaralı şüphelinin adı Bilal Erdoğan olsa da, herkesin tahmin edebileceği gibi yolsuzluk faaliyetlerini sevk ve kontrol ettiği öne sürülen isim, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı.
1000 sayfalık yolsuzluk soruşturması dosyasında 250 kez adı geçiyor ve bütün oklar, onu işaret ediyordu.
İsmen zikredilmediği yüzlerce sayfada da kendisinden “devletin üst kademesi” diye söz ediliyor, örgüt üyelerinin ise kendi aralarında ondan “Büyüğümüz”, “Yukarıdaki” “Patron”, “Reis”, “Beyefendi” diye bahsettiği anlaşılıyordu.
‘Hepimizi içeri alacaklardı’
Nitekim Erdoğan da dosyanın içeriğini öğrendikten sonra, “Asıl hedef bendim. Başarıya ulaşsalar, hepimizi içeri alacaklardı” diyecek, fezlekelerde kendisinden “Dönemin Başbakanı” diye söz edildiğini iddia edecekti.
Bu iddia, hem 17 Aralık operasyonunun savcısı Celal Kara hem de 25 Aralık operasyonunun savcısı Muammer Akkaş tarafından reddedildi. Ama algı operasyonu sonuç verdi; bunu bir “darbe teşebbüsü” olarak lanse eden Başbakan, bunu “Paralel yapı”nın kendisine yönelik bir darbe teşebbüsü olarak lanse etti ve seçime kadar konuşulmamasını sağladı.
17 Aralık için Meclis’te bir Soruşturma Komisyonu kurulmasına rağmen dosya, milletvekillerine verilmedi.
Seçim öncesi görüşülmesi, “Dizini yok” gibi sudan bir gerekçeyle engellendi.
Madem kaçırılmıyor
Peki niye?
Savcılığa sunulan 1000 sayfalık polis fezlekesinde ne vardı ki, devlet sırrına dönüştürülmüştü?
Görevden alınan polisler, “Ortaya çıkardıklarımız nedeniyle kızaktayız” derken neyi kastediyorlardı?
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, yarışan adaylardan birine ilişkin son derece ciddi iddiaları içeren bu “hasıraltı edilmiş dosya”yı okurlarla paylaşmayı, halkın bilme hakkının ve habercilik sorumluluğunun bir gereği sayıyoruz.
Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Fezlekeler vatandaştan kaçırılmıyor. İnternet’te hepsi var” dediği 25 Aralık dosyasının kapağını kaldırıyoruz.
'Suç örgütü Erdoğan'ın talimatıyla hareket ediyordu'
17 Aralık operasyonundan çok kısa süre önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Muammer Akkaş’a sunulan 25 Aralık Soruşturma Dosyası, kovuşturulan suçları alt alta sıralıyor:
“Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak…
Rüşvet…
Sahtecilik…
İhaleye fesat karıştırmak…
Suçtan kaynaklanan mal varlığını aklama…”
1 numara:Yasin El Kadı
Dosyada 52 şüphelinin adı var:
1 numara: Yasin El Kadı…
2 numara: Bilal Erdoğan…
3 numara: Latif Topbaş…
Liste, Orhan Cemal Kalyoncu, Ömer Faruk Kalyoncu, Hasan Doğan, Fatih Saraç, Ömer Sertbaş, Abdullah Tivnikli, Usame Kutub, Avni Çelik, Muaz Kadıoğlu, Cengiz Aktürk, Mehmet Cengiz… diye uzayıp gidiyor.
7 bölüm, 5 grup
Dosya 7 bölümden oluşuyor.
İlk bölümde örgütün yapısı ve işleyişi anlatılıyor.
İkinci bölümde örgütün kamu kurumlarını nasıl suça alet ettiği vurgulanıyor. Fezlekeye göre “suça konu faaliyetler için, “Gerekirse yasalar değiştiriliyor, Bakanlar Kurulu kararlar alıyor.
‘Başbakanlık’ dendi mi akan sular duruyor.”
Polis, birbiriyle ilişkili 5 grup saptıyor:
İlk grubun başında Yasin El Kadı var.
2.’yi Latif Topbaş, 3.’yü Bilal Erdoğan yönetiyor.
4.’nün başındaki isim ise: Binali Yıldırım…
5.grubun başında ise, Orhan Cemal Kalyoncu görünüyor.
“Arkadaş” ve “Baba”
Ya hepsinin üstündeki isim?
Polis fezlekesinin pek çok sayfasında –bazen isim verilerek, bazen verilmeden değişik sıfatlar altında- hiyerarşinin en başındaki ismin, Başbakan olduğu ima ediliyor.
Polis, “bakanların daha üst bir yerden talimat aldığını”, “işadamlarının yukarının talimatıyla hareket ettiğini”, “örgütün tüm faaliyetlerinin daha üst bir makama ulaştığını” belirliyor.
Örgüt mensuplarının kod isimlerini açıklarken de, adını anmaktan sakındığı o ismi, açıkça yazıyor: “Grup üyelerinin, kendi aralarındaki konuşmalarda, özellikle Yasin El Kadı, N. Bilal Erdoğan ve R. Tayyip Erdoğan için kod isim kullanmaya çalıştıkları, Yasin El Kadı için ‘Abi’, N. Bilal Erdoğan için ‘Arkadaş’, R. Tayyip Erdoğan için ‘Arkadaşın babası’ tabirini kullandıkları tespit edilmiştir”.
'Bilal Erdoğan gizli ortak'
Fezlekeden:
“Örgütün faaliyetlerini yürütebilmesi için Bosphorus 360 unvanlı bir şirket kurduğu; şirketin resmi olarak Cengiz Aktürk ve eşi üzerine olmakla beraber gizli ortaklarının Yasin El Kadı’ya vekâleten oğlu Muaz Kadıoğlu, Usame Kutub, Abdülkerim Çay ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Necmeddin Bilal Erdoğan olduğu; şahısların Ortadoğulu yatırımcılara genelde inşaat olmak üzere yatırım yapabilecekleri projeler ayarladıkları, bu projeleri seçerken istedikleri fiyata alabilecekleri ve istedikleri imarı çıkartabilecekleri için devlet arazileri üzerine yapmayı planladıkları ve maliyeti düşürmeyi amaçladıkları anlaşılmıştır.”
Başbakanlık hepsinden haberdardı
“Tüm grupların hemen bütün faaliyetlerinden Başbakanlık yetkililerinin haberdar olduğu, (küçük konular veya şahıs bazında işlendiği anlaşılan suç eylemleri hariç), birinci grup faaliyetlerinde N. Bilal Erdoğan’ın gizli ortaklığı olduğu ve bu kapsamda grup üyelerine sağladığı yasal ve yasal olmayan kolaylıklar karşılığında şirket ortaklığı menfaati elde ettiği, ayrıca grup üyeleri arasında gerçekleşen görüşmelerde, -Etiler Polis Okulu Arazisi örneğinde olduğu gibi-, kimin ne kadar kâr elde edeceğine (oran-miktar) üst düzey birinin karar verdiği ve grubun diğer üyeleri ile karşılıklı bir menfaat anlaşmasının olduğu tespit edilmiştir.”
Suç örgütündeki Başbakanlık yetkilisi
“Teknik takip ağırlıklı olmak üzere yapılan çalışmalarda suç işlemek amacı ile kurulan örgütün faaliyetlerini yürüten-takip eden Başbakanlık yetkilisinin, örgütün taleplerinin fiiliyata dönüşmesi durumunu kolaylaştırdığı, N. Bilal Erdoğan ile yolsuzluklar ve usulsüz işlemler ile maddi menfaat elde etmek üzere Körfez sermayesini de yanına alarak kamu kaynaklarını ve nüfuzunu çok etkin bir biçimde kullandığı, Yasin el Kadı ve M. Latif Topbaş ile ortaklık ilişkisi çerçevesinde sık sık buluştuğu ve Yasin el Kadı’nın Birleşmiş Milletler Terörle Bağlantılı Şahıslar arasında ve Türkiye’ye giriş yasağının bulunduğu dönemlerde dahi, şahsı kendisine tahsis edilen koruma görevlileri marifeti ile yurda soktuğu ve gizli görüşmeler yemekli toplantılar vs. organize ettiği, şahsın sağlık durumuna kadar ihtiyaçlarını takip ettiği tespit edilmiştir.”
‘Üst makam’dan habersiz kazanç yok
“Örgütün tüm faaliyetlerinin daha üst bir makama ulaştığı ve Onun haberi olmadan hemen hiçbir menfaat/kazanım elde edilemediği görülmüştür.”
“Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın, örgütün tespit edilen hemen her faaliyetinde yer aldığı, suça konu faaliyetlerin büyük çoğunluğundan haberdar olduğu vealınan talimatlar gereği bu faaliyetleri kimi zaman koordine ettiği görülmüştür.”
‘Bilal.. Ay özür dilerim, Arkadaş’
Örgüt mensuplarının kod adları nasıl kullandıklarına dair örnekler de fezlekede yer alıyor:
22 Eylül 2012 günü, saat 22.17’de Abdülkerim Çay’la görüşen Cengiz Aktürk, Bilal Erdoğan’ın gizli kalması gereken ismini ağzından kaçırıyor: “Şu Bilal vardı ya…” diyor ve hemen düzeltiyor: “Ayy… a özür dilerim. ‘Arkadaş’…”
Erdoğan’ın talimatıyla...
Bir başka konuşmada ise Usame Kutub, girecekleri ihale için, “Arkadaş’ın babası’ nasıl istiyorsa öyle olacak sonunda...” diyor. Polis, bu diyaloglardan sonra şu yargıya varıyor: “Şahısların R. Tayyip Erdoğan’ın talimatları ile hareket ettikleri görülmüştür.”
Peki o talimatlar neydi? Şüpheliler neyin peşindeydi?
1000 sayfalık fezlekede, buna dair yüzlerce iddia, kayıt ve kanıt var.
|