Neredeyse saat başı yayınlanan tapeleri, oy oranlarını, hukuka, insan haklarına ve ifade özgürlüğüne vurulan darbeleri tartışıyoruz ama...
Yolsuzluk iddialarının toplumsal etkilerini tartışmıyoruz.
Belki üniversitede psikolojik danışmanlık eğitimi aldığım için işin bu kısmı daha çok kafamı kurcalıyor:
İktidarın kendi ailesi, iş dünyası ve medyayla olan gayrı kanuni ilişkilerinin ortalığa dökülmesi, vatandaşta nasıl bir etki yaratıyor?
Bu çaptaki yolsuzluk iddiaları, nasıl bir toplumsal travmaya yol açıyor?
Kısa vadede etkilerini hissetmeyebiliriz. Ama uzun vadede yolsuzluğun toplumda açtığı yaraları daha iyi anlayacağız.
Yolsuzluk, tanımı itibariyle hayatı, toplumu ve çevreyi bozar, yıkar, geçer... Dürüstlük, adalet, denge, değer ve erdemin tam tersidir.
2007’deki PEW araştırmasına göre bir toplumun sosyal güven duygusu, ekonomik performans veya demokrasiyle değil, suç ve yolsuzlukla birebir bağlantılı.
Bir başka deyişle insanların genelde birbirine güvendiği ülkelerde, siyasilerin suç ve yolsuzluk yapacağına dair endişe daha az.
Öte yandan, yolsuzluğun devlet ve iş kademelerine nüfuz ettiği toplumlarda güven duygusu ağır zarar görüyor:
Siyasi yolsuzluğun toplumda güven duygusunu zedelediği, bilimsel olarak kanıtlandı (Psychology&Sociology, 2010). Doç. Dr. Sean Richey’in araştırmasına göre devletteki yolsuzluk, sadece siyasetçilere olan güveni sarsmıyor, genel anlamda güven kaybına neden oluyor.
Richey’e göre hükümet yolsuzluğunun sivil topluma etkileri son derece yıkıcı. Ve ne yazık ki bu konudaki araştırmalar kısıtlı.
Devlete inanç
Zaten bırakın yabancılara, kendi vatandaşına, komşusuna, hatta arkadaşına bile güven duymayan bir toplumuz. Kurumsallaşmış yolsuzluk, ister istemez daha da güvensiz, umutsuz ve mutsuz ediyor bizi.
Bir insanın kişiliğini belirleyen en önemli faktör, genler değil, anne babayla kurduğu güven ilişkisidir. Benzer şekilde bir toplumun sosyal güven duygusunu, devlet ve kurumlarının inandırıcılığı belirler.
Güven duygusu böylesine zedelenen bir toplumdan ne beklenir, sorarım size... Transparency International’dan alıntılayarak bitirelim:
Yolsuzluk, en temel sosyal değerleri yok sayar. Hukuk kurallarını ihlal eder. Siyasi kurumlara güveni sıfırlar. Sadece yolsuzun-hırsızın var olabildiği bir iş ortamı yaratır. Bilimsel düşünce ve araştırmaya ket vurur, mesleklerin işleyişini zayıflatır, bilgi toplumunun yaratılmasına engel olur. Gizliliğin ve cehaletin hakim olduğu toplumlar, yolsuzluk için idealdir.
Bu gidişatın sonu ne?
Herhangi bir ortamda iki kişi bir araya gelse, aynı şeyleri konuşuyor: Bu gidişatın sonu ne?
Kaset furyasının makro siyasete nasıl etki edeceğine dair tahminler yürütülüyor. Ortak kanı, AKP’nin kan kaybettiği. Ancak her şeye rağmen seçimlerde AKP’nin büyük darbe alması beklenmiyor. Peki neden?
1. İster AKP’li olsun, ister muhalif, yaygın inanışa göre tapeler, cemaat-ABD-hatta Mossad’ın işi.
Bu görüş, insanlarda ister istemez “seçim sonuçları ne olursa olsun, zaten büyük güçlerin elinde oyuncağız... Neyin mücadelesini verelim?” umutsuzluğunu besliyor.
2. Bir diğer yaygın görüş ise “Şimdiye kadar hepsi çaldı, bundan sonra da çalacaklar... Ne fark eder?” Bu pragmatik fakat sakat anlayış, “Madem bir şey olmuyor, biz de çalalım” anlayışının da yaygınlaşmasına sebep oluyor.
3. İktidara talip olacak nitelikte güçlü bir parti yok. CHP, MHP ve BDP’nin oy oranları artacak evet, ama hiçbiri Türkiye’yi yönetecek kapasiteye sahip değil.
Haliyle kafalar karışık. Ruhlar tedirgin. Dön dolaş aynı soru: Bu gidişatın sonu ne?
|