Erbakan Hoca'ya başkaldırıp AKP’nin başına bugünkü Başbakan'ı getirdikleri için son bir yıldır, içten bir pişmanlık duygusu yaşayan iki kişi, Cumhurbaşkanı A. Gül ve Başbakan Yardımcısı B. Arınç olmalı. Omuzlarına, ülkenin bu hâle gelişinin elbette taşınamayacak kadar ağır bir sorumluluk bindirdiği de bir gerçek. Gözler üzerlerinde olduğu ve dinlenme kaygısıyla bir araya gelmeseler de, “nerede yanlış yaptık” diye sezgileşiyorlardır! Erdemli ve inançlı kişiler olarak, acilen bir şey yapamamanın huzursuzluğu içindedirler. Ancak, sabırlarının arkasında, atacakları adımın, yeri ve zamanı konusunda ciddi bir arayış olduğu inancındayım.
En azından 2007’den bu yana, başta Avrupa Birliği ile ilişkiler ve Suriye olmak üzere, dış politikada Çankaya ile Başbakanlık arasında ciddi ayrılıklar olduğu, Cumhurbaşkanı'nın dikkatli söylemine karşın bilinen bir gerçek. Gezi olaylarındaki haklı ve demokratik anlayışını gösteren “demokrasi sadece sandık değildir” sözüne karşılık, Başbakan'ın Tunus’tan “evet demokrasi sandıktan başka bir şey değildir” diyerek karşı çıkışı, aralarındaki buz dağının görünen parçası oldu. En son, HSYK yasasını hemen onaylamaktaki amacının, (geri göndermesi hâlinde şike yasasında olduğu gibi), meclisten aynen geri geleceği için zaman yitirmeden Anayasa Mahkemesi'ne gitmesini sağlamak olduğu açıkça görülüyor: Üstelik yazılı gerekçesinde, yasanın aykırılığına işaret eden bir yaklaşım da var, denebilir.
Partinin ilk üçünden Bülent Arınç’ın çelişkisi ise, Başbakan'a rağmen Gezi temsilcileriyle demokratik bir uzlaşı araması dolayısıyla, su yüzünü çıkmıştı. Hatta Tunus’tan döndüğünde Başbakan'ın tavrından duyduğu rahatsızlığın, Arınç’a “istifayı” düşündürdüğü bile biliniyor. O günlerden beri de Hükümet Sözcüsü olarak yaptığı açıklamalarda, yorum farkını ima eden bir üslup kullanmaya özen gösteriyor. Yine de, 17 Aralık sonrası Başbakan'ın gündemi saptırmak için tırmandırdığı “cemaat, darbe, paralel devlet” tartışmasını onaylamadığını bilinçli olarak sezdiriyor.
Başbakan'ın, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları karşısında yalnız bırakıldığı duygusu içinde görünmesi ve medyadaki yandaş kalemşorlarının telaşı, benim gibilerin bu gözlem ve saptamalarını belgeler nitellikte: Örneğin, hükümet yanlısı bir gazetenin ünlü yazarları, A. Gül’ün Çankaya adaylığını teşvik etmekle CHP’nin, AKP’yi bölme hayali kurduğunu iddia ediyorlar. Yine aynı yandaş kalemler, bu senaryonun tutmaması hâlinde muhalefetin bir ikinci yani B planı olduğunu da yazıyorlar; dediklerine göre muhalefet partileri, AKP’nin tek adayı olarak Başbakan Köşk'e çıktığında, partiyi ele alıp Çankaya’yı etkisizleştirmek için A. Gül’ün partinin başına geçmesi beklenti ve hesabı içinde! Aslında, Anayasa'nın değişen şekliyle hakkı olduğu için “aday olup olmayacağı” sorusuna, Cumhurbaşkanı A. Gül düne kadar, “hayır” demediği gibi, “zamanı gelince bakarız” dercesine, kapıyı açık tuttuğu da biliniyor.
Bütün bu görünen ve bilinenleri yinelememin nedeni, halkın indinde, partiler arasında hiç görülmemiş sertlikte ve ağır suçlamalarla süren kavganın, 30 Mart’tan sonra yurttaşlar arasında birliği, dirliği ve barışı tümüyle yok edeceği kaygısının hızla yayılıyor olmasıdır. İlerisini bırakın, 60 yılda elde edebildiğimiz demokratik hak ve özgürlükleri bile arar duruma düşmemek için, AKP’nin aldığı ‘oy’a, “demokrasi sadece sandıktır” diyenin değil, “demokrasi sadece sandık değildir” diyenlerin de sahip çıkmasının, görevi ve sorumluluğu olduğunu vurgulamak istedim. “Açık mektup” da diyebilirsiniz!
|