ANKARA’da “Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu” diye bir kuruluş varmış!
Cümleyi mişli geçmiş zamanda kurmuş olmamın nedeni, bu kurulun adını ilk kez duyuyor olmam değil, varlığından uzun süredir haberdarım.
Cümlenin mişli geçmiş zamanda kurulmasının nedeni bu kurulun, yayınladığı son kitaptan sonra “bir varmış, bir yokmuş” olma olasılığı.
Bu kurul Avrupa Konseyi ile ortaklaşa çalışmalar yürütmüş; amaç Türkiye’de kamu kesiminde ahlaki değerleri güçlendirmek.
Bunun için bir de kitap basılmış, “Etik Rehber” ismiyle.
Rehberdeki bazı öneriler dikkatimi çekti, buyurun birlikte okuyalım:
“Bir kamu görevlisinin yetkisini kendisinin ve yakınlarının çıkarları doğrultusunda kullanması etik davranış ilkelerine aykırıdır.” (Siz de okudunuz mu Muammer bey?)
“Kamu görevlilerinin bağış ya da yardım yapılmasına aracılılık yapması etik değildir.”
Başta Başbakan olmak üzere, tüm Bakanlar Kurulu’nun ve hepsinin çoluk çocuğunun dikkatle okumaları gereken bir kural bu!
Anlamakta zorlanacakları için örneklerle konuyu biraz açmakta yarar var:
Mesela bir vakıf kurup, babanızın siyasi gücünden yararlanarak yardım toplamak ahlaki bir durum değilmiş. (Siz de okudunuz mu Bilal Bey?)
Mesela, ihale verdiğiniz müteahhitlere salma salarak para havuzları kurmak, sonra bu para havuzlarına toplanan paralar ile gazete-televizyon satın alarak, bunları bir silah olarak kullanmak da ahlaksızlık sayılıyor. (Siz de okudunuz mu Binali Bey? Başbakan da okumuş mudur dersiniz?)
“Kamu görevlilerine verilen veya kamu görevlilerince alınan hediyeler kamuoyu nezdinde etik tartışmalara yol açmakta, kamuda yozlaşmaya neden olmaktadır.”
Yani “Kral yakın dostumdur, eşime mücevherler hediye etti” demeyeceksiniz. Bu hediyeleri uluslararası gelenekler yüzünden kabul etmek zorunda kalırsanız, misafir evine döner dönmez kanunlara uyarak beyan edeceksiniz, süresi içinde de bağlı bulunduğunuz kuruma teslim edeceksiniz! (Öyle değil mi, Abdullah Bey, siz ne düşünüyorsunuz Recep Bey? Zafer Bey, gördünüz mü bir saate tamah nelere yol açıyor?)
“Yolsuzluk gizlilik içerisinde yürütülür, bu nedenle de ortaya çıkarılması son derece güçtür. Bütün zorluklara rağmen, ‘Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ ya da, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışı ile hareket etmek ve ahlak dışı uygulamaları görmezden gelmek doğru değildir.”
(Savcı Bey, dikkatle okudunuz mu? “Yılan size de dokunmasın” diye yolsuzluk dosyalarını kapatmaya kalkışırsanız, ahlaksız oluyorsunuz. Ben demiyorum, Başbakanlığın yayınladığı kitap öyle söylüyor!)
Bu yalanı tekrarlamaktan hiç bıkmıyor
BELLİ oldu ki Başbakan, Kabataş’ta saldırıya uğradığı yalanını ortaya atan kadını seçim kampanyasının önemli unsurlarından biri haline getirecek.
Sivas’ta düzenlediği kampanyanın ilk mitinginde yine döndü dolaştı, konuyu oraya getirdi.
Şöyle diyor: “Adli Tıp raporu ortada, her şey ortada. Ama biz sabrediyoruz. Türk’ün örfünde kadına el uzatmak yoktur. Bunu Geziciler yaptı. Bunu o başörtülü bacıma yaptılar.”
Bir an için söz konusu kadının yalan söylemediğini var sayalım.
60-70 kişinin fiziksel ve cinsel tacizine uğramış bir kadın söz konusu.
Bu kadının sadece bacaklarının iç tarafında 5 tane morluk mu olur, daha fazlası mı olmalıydı?
Pusette bir bebek var, minicik bir bebek. Bir yaşına bile gelmemiş.
Kadının iddiasına göre üstleri çıplak, başları bandanalı, elleri eldivenli bu sapıklar güruhu bebek pusetini de havalara atmışlar.
Bir yaşına gelmemiş bir bebek, arabasıyla birlikte havalara atılıyor. Kadının ifadesinde sonradan bebek arabasını boş olarak yerde gördüğü de var. Demek ki bu “havalara atma” sırasında bebek de yere düşmüş olmalı.
Peki böyle bir fiziksel şiddete maruz kalan bir yaşını doldurmamış bir bebekte, hayatta kalması bile başlı başına bir mucizeyken, sadece boyun kısmında iki tırnak çiziği mi olur?
Kadına, bu saldırı sırasında yardım ettiği için o sapıklar sürüsü tarafından “öldüresiye” dövüldüğü iddia edilen yaşlı adam ve torunu da hâlâ ortada yok!
Neresinden tutsanız elinizde kalacak, cinsel fantezilerle süslü bir yalan var ve Başbakan bunu temcit pilavı gibi her yerde ısrarla tekrarlıyor.
Amacı ne olabilir?
Dini duyguları kaşıyarak bir hassasiyet yaratmak ve bu yolla kendi seçmen tabanını konsolide etmek mi?
Aynı şeyi daha önce Sivas’ta yapan, siyasal akrabalarının nasıl bir katliama yol açtığını da hatırlamıyor belli ki.
Gözü iktidar hırsıyla dönmüş, bunun yol açabileceği felaketleri bile umursamıyor.
Ne diyeyim, Allah ıslah etsin!
Riyakârlığın belgesi!
“HARAMZADELER” diye bir internet sitesi, Başbakan’ın değişik telefon konuşmalarını yayınlıyor.
Belli ki “Cemaat” günün birinde Recep Tayyip Erdoğan ile bir kavgaya tutuşacağından eminmiş, böyle şeyleri biriktirmiş.
Ortaya çıkan başka telefon konuşmalarından aynı şeyin Başbakan tarafından da yaptırıldığını görüyoruz.
Fethullah Gülen’in başrollerde olduğu telefon konuşmaları, yandaş gazetelerde neredeyse her gün yayınlanabiliyor.
Demek ki tıpkı Cemaat gibi Başbakan da günün birinde kavgaya tutuşacaklarını biliyormuş, artık kimi kullandıysa o yapıya Gülen ve adamlarını izlettirmiş, telefon konuşmalarını kaydettirmiş.
Memleketin haline bakar mısınız?
Bütün bu işlerin çevrildiği tarihlerde aralarından su sızmıyor görüntüsü de yaratıyorlardı, hatırlayalım.
Başbakan, balkon konuşmalarından Pensilvanya’ya selamlar uçuruyor, bakanlarını adamın ayağına kadar gönderip “bir emri olup olmadığını” sordurtuyordu.
Öteki taraf da, hakkında bilgiler, belgeler depoladığı adam için “hayır duaları” okuyor, gazetelerinde, televizyonlarında aynı adamı yere göğe koyamıyordu.
Riyakârlık, sahtekârlık, yalancılık...
Ortaya çıkan tabloya bakınca aklıma söyleyecek başka söz gelmiyor!
Not: Bütün gün uçakta olacağım için yarın yazı yazamayacağım, okuyucularımın bilgisine sunarım. Çarşamba günü yine bu köşede buluşacağız.
|