Ne LGBTİ bireyleri, ne Ezidiler'i, ne sokak hayvanlarını, ne katledilen ağaçları ihmal eden, tersine bunların hepsini özneleştiren, böylece küresel dünyanın en ön plândaki 'politik' duyarlılıklarını paylaşan, dolayısıyla en 'çağdaş' çizgide karşımıza çıkan bir adaylık bu.
Olsa da olmasa da Selahattin Demirtaş!
Demirtaş'ın, vizyon toplantısı öncesinde ilk ziyaret ettiği yer Gezi Parkı oldu.
Selahattin Demirtaş’ın bir cumhurbaşkanı adayı olarak en ayırt edilmesi gereken yanı, gençlikle tecrübeyi buluşturup birleştirmiş olması.
Karşımızda diğer iki adayla kıyaslandığında genç, güleç, gayet hazır cevap, muzip, mizah duyusuna sahip, kısacası A’dan Z’ye herkese, ama özellikle ‘Y-Kuşağı’na hitap edecek kapasitede bir aday var.
Ancak Demirtaş, genç olmasının yanı sıra tecrübe, özellikle de siyasi tecrübe açısından diğer iki adayla kıyaslandığında da bunların birinden eksiği olmayan, diğerindense fazlası olan bir isim…
İstenildiği kadar aksi iddia edilsin, cumhurbaşkanlığı seçimi siyaset-üstü değil, siyasi bir seçim. Böyle olması murat edilmezdi kuşkusuz, ama Türkiye’de ‘kimlik’ ve ‘kültür’ parametreleri üzerinden kıyasıya bir politik kavganın sürdüğü noktadayız ve hayatımızın akışını bu belirliyor. Recep Tayyip Erdoğan, yerel ve ulusal bazda 20 küsur yılık siyasetçi ve liderlik tecrübesini kültürel (yaşam biçimi) arzuları, kimliksel (İslâmcı) öncelikleri doğrultusunda bir ‘yeni-Türkiye’ idealine teçhizat kılmış olarak cumhurbaşkanlığına koşuyor.
Bu nedenle siyaset yapma tecrübesi, onunla mücadelede karşımızdaki adaylarda aranacak, olmazsa olmaz bir koşul.
'Genç’ Demirtaş, bu koşulu yerine getiren ‘olgun’ bir siyasetçi. Üstelik o, Tayyip Erdoğan’ın kendisi için ha bire vurguladığı ölçüde, belki ondan daha fazla siyasetin ezasını-cefasını çekmiş biri. Fakat “Biz bu yola kefenimizi giyip çıktık” demeyecek, siyasi mücadelede aldığı yaşamsal riskleri ucuz popülizm malzemesi yapmayacak kadar da ‘yetişkin’ bir lider… Cumhurbaşkanı adaylarının en yaşlısı değilse de en ‘yetişkini’ de denilebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde akışı-gidişatı belirleyici mahiyette ‘ön alan’, yani ‘proaktif’ pozisyon, Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Yıllardır onun cumhurbaşkanı olma olasılığı konuşulmakta, tartışılmakta, münakaşa edilmekte. O yüzden Erdoğan’ın adaylığı ve sonrasında yaptığı tanıtım (‘vizyon’) toplantısı, bunun öncesindeki siyasi pratiği-hükümet performansı ile süreklilik arz ediyor. Dolayısıyla Erdoğan cephesinde yeni bir şey yok.
Bu süreçte en dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu ‘proaktif’ pozisyon karşısında, buna ‘reaktif’ bir söylem ve pratik üretmekten kaçınmak olmalı. Çünkü bu, tam da oyunu Erdoğan’ın belirlediği kurallara göre oynamak olur ve ne yazık ki oluyor.
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP karşısında dindar-muhafazakâr dünyanın diline, terminolojisine, ‘semiyotiğine’ (simge ve göstergelerine) hâkim olmak önemli tabii ki. Ama bunları Erdoğan’ın söylemine nazire hissi uyandıracak şekilde abartılı işlerliğe sokmak, ne yazık ki ‘orijinal’i temsil ettiği düşünülene teslim olmaktır. Bu re-aksiyon, olsa olsa Erdoğan hanesine ‘artı’ olarak yazılır.
Selahattin Demirtaş’ın önceki gün, diğer iki adayınkinden sonra gerçekleşen tanıtım toplantısına bu açıdan bakıldığında onun oldukça ‘aktif’, ama ‘reaktif’ olmaktan da o ölçüde uzak bir performans sergilediği düşünülebilir. Hatta daha da öteye giderek belirtmek gerekirse Demirtaş, reaktif değil ‘alternatif’ bir söylem üretme başarısı gösterdi.
Onun ilk anda akla AKP’nin ‘yeni-Türkiye’ sloganını getiren ‘Yeni Yaşam Çağrısı’nı da reaksiyon değil, alternatif olarak değerlendirmek gerekir. Bu, Türkiye’nin Osmanlı modernleşmesini de kapsayacak şekilde 100 yılı aşkın zamandır mevcut ‘seküler’ toplumsal-kültürel birikimini ‘Selefî’ bir İslâmcılığa kurban etmeye meyyal gidişatı ‘yeni-Türkiye’ diye servis edenlerden mustarip bütün kesimlere birlikte olma önerisi… Aynı zamanda bu ülkenin en can yakmış sorununu aşma, etnik temelde sürmüş bir iç savaşı barışa dönüştürme yolunda buluşma önerisi... Kürt sorununun çözümünün, ‘radikal demokrasi’, ‘özgürlükçü laiklik’, ‘çoğul toplumculuk’, ve ‘vicdani ret’çilikle eş zamanlı yürüyeceği önerisi… Etnik kimliklerden cinsiyet (kadın) kimliğine, dinsel kimlikten cinsel kimliğe kadar, farklılıkların ‘birbirine benzemeden ve birbirini benzetmeden’ özgürce yaşamasını sağlama önerisi…
Ne LGBTİ bireyleri, ne Ezidiler'i, ne sokak hayvanlarını, ne katledilen ağaçları ihmal eden, tersine bunların hepsini özneleştiren, böylece küresel dünyanın en ön plândaki (bizde ne yazık ki çok hafife alınan) ‘politik’ duyarlılıklarını paylaşan, dolayısıyla en ‘çağdaş’ çizgide karşımıza çıkan cumhurbaşkanlığı adaylık teklifi bu…
Demirtaş’ın toplantısı, ‘seküler Türkiye’yi ‘Selefilik’ cenderesine sokmaya kararlı bir iktidar zihniyeti karşısında her bakımdan ‘bir nefes sıhhat’ gibiydi. Diğer tanıtım toplantılarına az ya da çok hâkim ‘resmi’ ton karşısında şenlik havası içinde bir toplantı oldu. Canlı, neşeli, eğlenceli ve ‘popüler kültür’le titreşimli bir etkinlikti. Gönüllere olduğu kadar göze de hitap eden, içinde bulunduğumuz zamanda gündelik yaşamın belirleyeni olmuş ‘görsel kültür’ün gereklerini yerine getiren bir etkinlik…
Selahattin Demirtaş’ın en büyük engeli tabii ki bir öncelikli hedef kitle olarak belirlediği Türkiye’nin laik/seküler kesimlerinde yabana atılamayacak ölçüde mevcut olan, 30 yıllık çatışmanın ürettiği, kendisine ve parçası olduğu siyasi harekete dönük ‘fobik’ kanaatler, yargılar ve duygular… Karşımızda küresel dünya ile en uyarlı, en çağdaş, en özgürlükçü, en çoğulcu, en demokratik, en çevreci, en genç, en sivil toplumcu, en ‘sol’ öneri var. Ama buradaki samimiyete insanları ikna etme yolunda Demirtaş, kanlı bir tarihle, bu tarihin açtığı derin yaralarla, bu yaraların, acıların yarattığı öfkelerle de yarışmak zorunda.
Onun bu yarışının sonucuna ilişkin öngörüler şimdiden bol bol yapılmakta ve kendisine son derece ayıp şekilde ikinci turda herhangi bir adaydan yana hareket etmeyi düşünüp düşünmediği de toplantıda soruldu. O, bu ayıbı muhataplarının yüzüne vururken de gayet nazikti: “Bu tartışmanın şu anda yürütülmesi, bizim ikinci tura kalamayacağımız algısını güçlendirmeye hizmet ediyor.”
Hâlbuki Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma da, diğer adayların konumu, hususiyetleri ve potansiyellerine bakıldığında da Demirtaş’ın adaylığı doğru, haklı ve saygı duyulması gereken bir karar. İsteyen sonuca ilişkin ve yüzdeleri alabildiğine minimum tahminlerde istediği kadar bulunsun. Benim de kanaatim o ki sonuç ne olursa olsun bu, her halükârda Selahattin Demirtaş için bir bitiş değil yükseliş olacaktır.
|