Başbakan Erdoğan \'Ustalık\' aşaması diye adlandırdığı 3. dönem iktidarının son iki yılının en başarısız aylarını yaşıyor. Ciddi yapısal sorunlara karşın, istikrarlı gidiyor gözüken bir tek ekonomi.
R. T. Erdoğan’ın en girift ve önemli konularda saplantıları, ön yargıları ve duygusallığı, aklına ve diline hâkim olmuş durumda! Artık açıkça görüldü ki, ettiği sözlerin ve takındığı tavırların arkasında hiçbir bilgilendirici hazırlık, plan, hesap-kitap yok. Varsa yoksa yola çıktığında, kendisini adadığı politika tabanına! Bir türlü anlaşılmayan, yanında “kader birliği ettim” dediği, Cumhurbaşkanı Gül gibi, son çeyrek yüzyılın en deneyimli bir diplomatın varlığına rağmen Davos’tan bu yana, nasıl oluyor da bu kadar riskli ve anlaşılmaz bir dış politikada inat ettiği.
19. yüzyılın ikinci yarısından beri, Türkiye’nin dış politikada sürdürdüğü uluslararası başarısı, iki yılda silindi gitti. Yakın komşularımızdan, ABD ve Rusya gibi baskın ülkelere kadar ve Birleşmiş Milletler başta uluslararası ve bölgesel kurumların hiçbiri, Türkiye’yi artık ya anlamıyor, ya da anlamak istemiyor! Sanılmasın ki önemsediklerinden; nasıl olsa, sonuçta ne olacağına ve nereye varacağına onlar karar veriyor. Bize de uymak düştüğünü, 1 Mart 2003’tezkeresinden beri, kaçıncı kez yaşayarak gördük.
Bu saptamalarımı kanıtlamak için, şu soruya bir yanıt bulmamız gerekir: “Böyleyse, niye R. T. Erdoğan hâlâ rakipsiz ve tartışılmaz?” Yaklaşık 60 yılı aşkın bir süredir, ülkemin ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamının bire bir içindeyim. Uzunca bir süre Devlet Planlama gibi 1960 ve 1970’li yıllarda devlet yönetimine her konuda hâkim olan bir kuruluşta, arkasından 40 yıldır, parti üst yöneticisi, milletvekili ve bakan olarak politikada edindiğim bilgi ve deneyimimden şu sonuçları çıkarıyorum: Birincisi, halk oyunu öncelikle içinde bulunduğu aş ve iş durumuna göre kullanıyor. İkincisi de, bir lideri değiştirmeye yönelmesi için, bir başkasının yerine gelebileceğini görmesi gerekiyor.
Son 60 yılın kalkınma ve demokratikleşme sürecinde Türkiye'de seçilmiş dokuz başbakan görev yaptı. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan. Özellikle dış ilişkilerde ilk sekizin hemen hepsi, söylem ve eylemlerinde son derece titiz, dikkatli ve tutarlıydılar. Ulusal yarar ve çıkarlar söz konusu olduğunda, hiçbir zaman oy hırsıyla popülist değildiler. Yeri geldiğinde cesur, gerektiğinde uzlaşmacı olabildiler. İktidardayken, her zaman soğukkanlı, muhaliflerine karşı saygılı, halka hoşgörülü olmaya çalıştılar. Tartışma ortamında hazırlıklı, bilinçli ve donanımlı olmaya özen gösterdiler. Özellikle sorunlu konularda uzun erimli ve sabırlı bir özgüven içindeydiler. Son yıllarda, R. T. Erdoğan'ın, bu niteliklere, sıfatlara ve yaklaşımlara benzer bir söylem ve eylemi hiç olmadı. Üstelik hem yanlışlarından ders almıyor, hem de çatışmayı tırmandırarak, tehdide başvurarak, inatla haklılığını kabul ettirmeyi tercih ediyor!
Altını çizmemiz gerekir ki, Demirel’den Çiller’e kadar altı lider de, iktidarı ekonomik nedenlerden yitirmiştir. En son 2002 çöküşü olmasaydı, halk asla R. T. Erdoğan’da umut aramazdı. O tarihteki Başbakan Ecevit’in kendini yok etme pahasına aldığı yapısal ve yasal önlemler sayesinde, son 10 yıldır dünya yanıyorken Türkiye ekomomisi göreceli bir istikrarı sürdürebildi. Seçmen, cumhuriyet döneminin 80 yılda dişinden tırnağından artırıp yaptığı ağır sanayi, enerji ve haberleşme kurum ve kuruluşlarını satıp yemekle yoluna devam eden Başbakan’dan henüz vazgeçmek eğiliminde değil. Üstelik vazgeçmesi için güven veren bir seçenek de yok. Halkımız kendi sesini ve kokusunu aldığı politikacıya hep omuz verdi. İki gerçek örnek, Demirel ile Ecevit'tir. Halk, ikisine de aş-iş derdi için güvendi ve sahip çıktı. Kendinden bildiği için de birine, “Çoban Sülü”, diğerine “Karaoğlan” dedi. 2002 seçimi öncesi krizinde de, aş ve iş derdindeki kitleler Kasımpaşalı Erdoğan'ı kendinden bilmişti. Halk sabırlıdır, günü geldiğinde sesini çok iyi yükseltir...
|