Gol kralıyken bile golcülüğü tartışılan biriydi Hakan Şükür. Futbolu siyasete benzeten biri olarak siyasetçiliği de tartışılmaya devam ediyor. AK Parti’den istifa etmesi hakkında haberlere ve yorumlara kulak verirken, onun bu kararıyla yakından ilişkili hikâyesini göz önünde bulundurmakta fayda var.
‘Büyüklerin’, ‘baba’ figürünün, ‘otoritenin’, hayatında önemli bir yer tuttuğu Şükür, AK Parti’den istifa ederek ‘babasını’ da seçmiş bulunuyor. ‘Gizli-kapalı’ Cemaat yapısı nedeniyle Fethullah Gülen’le ilişkisi dışarıdan pek görülmese de, diğer babayla, Başbakan Erdoğan’la ilişkisi hep gözler önündeydi.
Bu ‘baba seçme’ hikâyesine bir göz atalım...
“OĞLUM TEBRİK EDERİM...”
Yıl, 2007; bir sonbahar günü... O güne kadar yaşadığı başarıların listesini bu sayfaya sığdırmak zor; Galatasaray’la üst üste dört kez kazandığı Türkiye ligi şampiyonluğu ve UEFA Kupası’nı kaldırışı, gol krallıkları, Milli Takım’la dünya üçüncülüğü...
36 yaşındadır ve pek az futbolcuya nasip olabilecek biçimde yeşil sahalarda koşturmaya devam etmektedir. O günlerde bir Manisa maçında attığı 241. golle yeni bir rekor kırar ve Türkiye Ligi’nin en golcü futbolcusu unvanını Tanju Çolak’tan alır.
Maçın 75. dakikasında teknik direktör Feldkamp tarafından oyundan çıkarılması, sonradan gazeteci Candaş Tolga Işık’a vereceği bir röportajda anlattığı üzere hayatının unutamadığı anlarından biridir.
Evet, onca başarı ve büyük bir hayat tecrübesi kazanmıştır; fakat işte o anda gururlu ve mutlu bir oyuncu olarak değil de, önünde daha çok yol varken kariyeri bitirilmiş mutsuz bir oyuncu gibi kenara gelir. Hocasının selamını almadan soyunma odasına gider. Oyundan alındığı için morali fazlasıyla bozuktur. Sırtını duvara yaslayıp düşüncelere dalmışken telefonu çalar. Arayan Başbakan Erdoğan’dır; “Oğlum tebrik ederim, çok mutlu olduk” dediğinde morali yerine gelmiştir artık...
Futbolumuzun en büyük yıldızlarından Hakan Şükür’ün farklı özelliklerini buluşturan bir anekdot...
BİR MUTLULUK KAYNAĞI: BAŞBAKAN
Golcülüğü ve rekorları kadar ün yaptığı bir özelliği duygusallığıdır. 2000’li yıllar boyunca kendisinden haksızlığa uğramış olduğunu, başkalarındansa onun ‘arkasının’ güçlü olduğunu sıklıkla duymuşuzdur. Belki de yıldızlığın bir gereği olarak yalnızdır. Kendisini mutlu edebilecek kişilerden biri Başbakan’dır...
Şükür’ün milletvekili seçilmesinden itibaren aktif siyasette ‘görünür’ olduğu ender anlardan birine gidelim. Bu yılın Şubat ayına...
Şükür, Burdur’daki bir söyleşide Kürt sorunu hakkındaki soruya, günümüzde bu konuda önemli adımların atıldığını, “Kürt kardeşlerimizle” daha fazla yakınlaşma temennisiyle anlatırken, kendisinin de bir açıdan bakılırsa Türk değil Arnavut olduğunu söyledi. Tartışma hızla yayılınca ertesi gün Türklüğün önemini anlatan bir konuşma yaptı. Tepkiler dinmez, TBMM Başkanı Bülent Arınç bile bu konuşmasına eleştirel yaklaşırken onu destekleyen ve rahatlatan yine Başbakan Erdoğan’dı.
GOLCÜLÜĞÜ TARTIŞILAN GOL KRALININ
MECLİS KARNESİ DE TARTIŞMALI
Gol rekorları kırarken bile golcülüğü tartışılabilen bir futbolcu olarak, siyaset hayatında tartışmalara konu edilmesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. 2011 Haziranı’nda girdiği Meclis’teki 6 aylık ‘karnesini’ geçen yıl CHP’li Muharrem İnce şöyle açıklamıştı; 4 komisyon toplantısının 3’üne katılmamış. 35 açık oylamanın 25’ine katılmamış, hiç soru önergesi vermemiş, 1 defa yerinden 1 dakikalık konuşma yapmış, 11 bin liralık maaşı beğenmeyip 200 bin liraya televizyonda yorum yapmış…
SİYASETTEN NE BEKLİYOR?
Siyasetle ilişkisi, siyasetten beklentisi biraz karışık bir konu gibi görünüyor. 2008’de, Başbakan’la görüşmesinin ardından verdiği bir röportajda siyaseti düşünmediğini söylerken, 2010’da verdiği bir röportajda fikir değiştirdiğini görüyoruz. Fikrini değiştiren motivasyonu bilemesek de, 2011’de AK Parti’den aday olmasını anlatırken yine Başbakan’a rastlıyoruz.
Erdoğan’ın doğum günüdür, TRT’nin verdiği davete giderken Başbakan onu makam aracına alır, ardından bir odaya geçerler, Başbakan kendisine “Siyasette beraber olalım” dediğinde şaşırır ama başka birine danışma gereği bile duymadan, kendi deyimiyle bir anda siyasetin içinde bulur kendini.
ŞÜKÜR'ÜN SİYASET DÜNYASI NASIL BİR YERDİR?
Şükür’ün bakışından ve ‘karnesinden’ anladığımız kadarıyla siyaset dünyası şöyle bir şeye benzemektedir; ‘ağabeyler’, ‘büyükler’ her şeye karar verir, diğerlerineyse uslu durmak ve onları dinlemek düşer. İçinde ‘Ergenekon Davası’, ‘telefon dinlemeleri’ gibi kavramların geçtiği bir soruya, “Hareketlerimize dikkat etmemiz gerektiğini, hepimizin telefonları dinleniyor olabilir düzgün bir duruşunuz ve yaşam biçiminiz varsa o telefon dinlemesi sizi rahatsız etmez, beni etmiyor” yanıtını verir örneğin.
Daha yakın bir zamanda, BDP’li Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşmesi üzerine, bir soruyu yanıtlarken yaptığı değerlendirmeyi de bu bakışın ipuçları arasında sayabiliriz; “Gündemi takip edemedim. Bunun değerlendirmesini bizim büyüklerimiz, bakanlarımız, tecrübeli büyüklerimiz yapıyordur.”
KONUŞSA BİR TÜRLÜ KONUŞMASA BAŞKA...
Şükür, bazen ilgi çekici bazen çelişkili bulunan açıklamalarını samimiyetine bağlıyor. 2010’da şöyle demiş; “Medya bana sordu, ben de cevap verdim. Vermesem kaçıyor diyorlar, verseniz ama samimi olmak içinizdekini dışarıya söylemek bu ülkede çok zor olduğu için ben o zoru seçtim ve başta ne dediysem bugün de aynısını söyleyebiliyorum.”
İKİ ‘BABA’ AYNI SAHNEDE
Aslında Şükür ve siyaset ilişkisinden söz edilince akla gelebilecek en simgesel hikâye 1995 tarihli… Magazin, futbol ve siyaset üçlüsünün birbirine karıştığı ve futbolculuğu parlamaya başlayan Şükür’ün sosyal yaşamına sızdığı bir dönem… Şükür, ‘kız isteme’ ritüelini dönemin başbakanı Tansu Çiller’in üstlendiği; Esra Elbirlik’le oturduğu nikâh masasında iki kişi daha vardır. Buraya kadar yazıyı okumuş biri olarak, bu kişilerden birini artık tahmin ediyorsunuzdur; Recep Tayyip Erdoğan. Belediye başkanı olarak nikâhı o kıymaktadır. Masadaki diğer kişiyse o dönemlerde hemen herkesin birlikte görünmekten çekindiği Fethullah Gülen’dir.
TELEVOLE’NİN NEFERİ
Hayatını belirleyen en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkan, haksızlığa uğramışlık duygusunun da kaynağı olan ‘cemaatçiliği’ tam o esnada kristalize değilken; kendisini Televole’nin bir neferi olarak ekranlarda izliyor, esprilerini konuşuyorduk. Kamera karşısında “Soruyorum, şimdi beni kim taşıyacak?” diyordu mesela; karşısındaki, büyük bir espri patlatacağından emin bir merakla beklerken yanıtı hazırdı; “Hakan Taşıyan.” Esprilerine rağmen sevilen biriydi.
Zira ‘iyi çocuk’tu, gol atamadığında ya da yurtdışına çıktığı her defasında ‘koşarak’ geri geldiğinde de sık sık kullanılacağı gibi; hakkındaki olumsuz konuşmalardan çok çabuk etkilenen duygusal biriydi.
TELEVOLE’DEN CEMAAT’E...
‘Televole dönemi’nin, 2000’deki UEFA Kupası şampiyonluğunun ardından gittiği yurtdışı takımlarında duyduğu memleket hasretinden ya da ‘cemaatçiliğinin’ belirginleşmesinden dolayı kapandığı söylenebilir. Şampiyon takımın kaptanı olarak oyuncular arasında ‘abi’ mertebesine yükselmesi, kendisini yedek tutan teknik direktörlerin takımdan uzaklaştırılmasına bile neden olabilecek güce ulaşması da yine bu döneme denk gelir.
Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren ‘cemaat’ ile yakınlığını saklama gereği duymadığını biliyoruz Şükür’ün. Bazen Fethullah Gülen’e duyduğu sevgiyi dile getirmesiyle, bazen derbi maçın Kutlu Doğum Haftası’na yakışmasını dilemesiyle…
‘CEMAAT’İN EN BÜYÜK STARI
Şükür’ün politikaya bakışını klasik bir muhafazakârlıkla değerlendirebilir, politikayla kurduğu ilişkiyi sıradan bir milletvekilinin ilişkisi olarak görebilir, beklentilerindeki belirsizlikleri de her zamanki gibi, duygusallığın mantığın önüne geçmesiyle açıklayabilirsiniz. Diyebileceğimiz bir şey olamaz.
Fakat önceki satırlarda bahsettiğimiz gibi, sıradan bir isim değil Türk futbolunun bir yıldızı söz konusu. Şükür’ün hikâyesini daha iyi açıklayabilmek için belki şu sıfat daha doğrudur; ‘cemaatin’ en büyük yıldızı... Yıldız olarak devam etmek istiyorsa işi biraz daha zor gibi; zira bakabileceği en büyük kişiye baktı, babasını seçti. ‘Yıldızlık’, bakacak başka büyükleri aramayı kaldırmayabilir.
|